25 Eylül 2017 Pazartesi

Hayat Hikâyesi

Hayat Hikâyesi

Cenâb-ı Hak buyuruyor:



“Şu insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü (âhireti) ihmal ediyorlar.” (İnsân, 27)


Rasûlullah (sav) buyurdular:



“Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Âciz kişi de, nefsini duygularına tâbi kılan ve Allah’tan dileklerde bulunup duran (bunu yeterli gören) dır.” (Tirmizî, Kıyâmet 25. İbni Mace, Zühd 31)

Dünya hayatındaki ilâhî imtihanların ders kitabına gereken ciddiyet ve gayretle sarılmıyor, onun içindekilerle amel etmiyor; fânî hayatın câzibelerine aldanıp ebedî hayata lâyıkıyla hazırlanmıyorlar.

Hâlbuki insanın tefekkür etmesi gerekmez mi ki, Cenâb-ı Hak onu önce anne karnında, bir su torbasında kanla besledi. Sonra hayat süreceği dünyayı, onun yaşayabileceği şekilde düzenleyip tanzim etti. Saymakla bitiremeyeceği kadar nîmetler ihsan buyurdu. Bütün bu nîmetlerin mukâbili olarak insandan sadece Rabbine “kulluk”ta bulunmasını istedi.

Neticede, inanan-inanmayan her insan bu dünyayı bir gün mutlakâ terk edecek. Fânî hayat çarşısının en son giysisi olan kefen, bir gün mutlakâ herkesi saracak ve ölüm vâkıası, bütün fânî alışverişlere, zevklere, câzibelere, aldatıcı yaldızlara iptal mührünü vuracak!.. İnsan, son nefesiyle bu dünya devre-mülkünden çıkıp bambaşka bir dünya olan kabir âleminin yolcusu olacak…

Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadîs-i şerîflerde haber verildiği üzere, insanın kabir hayatı, dünyadaki yaşayışına göre şekillenecektir. Allâh’ın rızâsına uygun bir hayat yaşayanlar için kabir, Cennet bahçelerinden bir bahçe; hayatını Allâh’a itaatsizlikle geçirenler içinse cehennem çukurlarından bir çukur olacaktır. (Tirmizî, Kıyâmet, 26.)

Lâkin sonsuz rahmeti gereği Cenâb-ı Hak, o hayatın nasıl olacağını ve orası için neler hazırlamak gerektiğini, kullarına kitapları, peygamberleri, ilâhî kudret ve azametin bu cihandaki sırlı nakışları vasıtasıyla haber vermiştir. Bu beyanlar, insanların dünyada edindikleri intibâlarla anlayabilecekleri seviyededir. Âhiret âlemine dâir bu beyanların hakîkî mâhiyeti, o âleme geçildiği zaman anlaşılacaktır. Bu durum, aynen anne karnındaki çocuğun dünyaya âit mâlûmâtının çok sınırlı olmasına benzemektedir.

İnsan için, kabir yolculuğundan sonra, hesapla birlikte, ebedî bir hayat başlayacaktır. Bu ebedî«âhiret hayatı» da yine insanın dünyadaki mânevî hayatına göre şekillenecek, ya sonsuz bir saâdet, ya da sonsuz bir hüsran ve azap olarak tecellî edecektir. O gün Cenâb-ı Hak, dünyada işlenen büyük-küçük bütün amellerin kaydedildiği bir kitabı insana verip:

“Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin kâfîdir!” buyuracaktır. (İsrâ, 14)

İnsanın gördüğü bu manzara karşısındaki hayreti de, âyet-i kerîmede şöyle ifâde edilmektedir:

“…«Vay hâlimize! derler, bu nasıl (dehşetli) bir kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (işlediklerimizin) hepsini sayıp dökmüş!»…” (Kehf, 49)İşte ölüm ve ötesine dâir bu meseleler, öteden beri insanoğlunun zihnini ve kalbini çok meşgul etmiştir. Zihinlerde âdeta zehirli bir yılan gibi çöreklenen ve kımıldadıkça insanı tedirgin kılan“ölüm” ve “sonrası”na dâir sualler, -vahyin ve peygamberlerin irşâdından uzak kalanlar tarafından- her devirde türlü bâtıl telâkkîlerle susturulmak, bastırılmak ve şuuraltına hapsedilmek istenmiştir.


Hâlbuki herkesi, “hayat” mûcizesinden daha müthiş ve ateşli bir girdap hâlinde saracak olan “ölüm” vâkıası, bu dünyada -istisnâsız- bütün başlara çökecek olan en çetin bir istikbâl sürprizidir.


(Osman Nûri Topbaş, Genç Dergisi, Ekim-2012)


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder