12 Eylül 2017 Salı

‘Sa’y’

 ‘Sa’y’


‘Sa’y’ sözlükte, çalışmak, iş görmek, gayret etmek anlamlarına gelir. Bir maksadın yerine gelmesi için elden gelenin yapılması.
 
Kur’an-ı Kerim’de,  ‘sa’y’ kelimesi, Türkçe’deki ‘çalışma’ kelimesinin karşılığı olarak kullanılmıştır.
 
Kur’an-ı Kerim’de, çalışmanın, emek harcamanın önemine ve herkesin ancak kendi yaptığının karşılığını bulacağına işaret edilmiştir. Nitekim Allah (c.c.) ayetinde bu hususu açıklamakta ve insanın kâinat ve toplum içindeki yerini ancak çalışmakla alabileceğini belirtmektedir. Bu hüküm, insanı sadece kişisel ve ailesine ilişkin ihtiyaçlarını giderecek çalışmaya değil, aynı zamanda sosyal üretimi ve refahı sağlayacak çalışmaya da teşvik etmekte, bunu kendisine çok yönlü bir görev olarak hatırlatmaktadır.
 
Dünyada hiçbir din ve ekonomik sistem, İslâm dini kadar çalışmaya yer ve önem vermemiştir. Dinimize göre çalışmak herkese borçtur. Çalışmak en büyük ibadettir. Kur’an-ı Kerim’de toplam olarak (360) ayet-i kerime, iş ve amele (çalışmaya), (190) ayet-i celile fiile (eylem) işaret etmektedir. Kur’an Kerim buyuruyor: “Herkesin kazancı ancak kendisine aittir. Hiçbir günahkâr, başkasının günahını çekmez. Sonunda dönüşünüz Rabbinize’dir. O vakit Allah dünyada ayrılığa düşmüş olduğunuz şeyleri size haber verecektir.” [i][1]
        
Kur’an-ı Kerim’de yüce Rabbimiz kendisini bize şöylece tanıtıyor:
 
“O, her an yaratma halindedir.” [ii][2]
 
İnsanoğlunun bu dünyadaki görevi Allah (c.c.)’ın kendisini yarattığı fıtrat üzere kalmasıdır. Bizleri yaratan Allah (c.c.) her an yaratma halinde ise biz kulların da O’na benzemeye gayret ederek durmadan çalışması gerekmez mi?
      
Dinimiz bize çalışmayı emreder. Kulun rızkını Allah (c.c.) verir, diye çalışmayan, rızkını aramayan aç kalır. Allah (c.c.) bizi muhafaza eder deyip, kendisini esirgemeyen tehlikeye düşer. Çalışmak insana hayat, rızk, rahat, saadet, şeref ve itibar getirir. Tembellik insanı her zaman sıkıntıya sürükler; çalışmayan bir insan her şeyden yoksun olur. Sorumlu olduğumuz görevin gereklerine ve güzelce idaresine çalışırsak, yavaş yavaş o işin erbabı olur; o işte belirli bir seviyeye yükseliriz ki, bu yönde itibar ve onurumuz günden güne artmaya başlar ve dünyada rahat etmiş oluruz. İnsan hangi işi yaparsa yapsın  ‘Bunu terk etsen ne olur; insan bu işte para mı kazanır; itibar mı bulur, rahat mı bulur?’dememelidir. Çünkü her işte Rabbin (c.c.) keremi ile ancak Sa’y (çalışmakla) ve gayret ile işin erbabı olunur. Çalışkan kimse, gerek Allah Teâlâ  katında ve gerekse toplum içinde saygın ve değerli olduğu gibi, günden güne terakki (ilerleme) gösterir ve her arzusuna kavuşur, işleri yolunda gider, bu sebeple hiçbir hususta zahmet ve zorluk çekmez, rahat ve saadetle yaşar. Aksine, çalışmayanlar hiçbir emele, gayeye ulaşamazlar. İkincisi, tembel olanların fikri zayıf, arzuları noksan olmakla beraber, sonunda kendileri de bilgisiz, deneyimsiz ve işsiz kalır ve insanlar arasında ‘asalak’ diye horlanırlar.
 
Tembellik, insan hayatında birçok kötü ahlâki sonuçlar da doğurabilir. Başıboş ve işsiz gezenlerin üzerinde şeytan daima oyunlar oynar, onları fuhşiyata, günaha ve kötü yollara sürükler. Bu durumdaki insanlar, sürekli sefalette, zahmet ve zorluklarla hayatını sürdürmekte, herkese karşı kin dolu ve kızgın olmaktadır. Bunun için çalışmak gerekir. Çalışmadan kazanmak, kazandığı zaman da faiz ve ihtikârla, refah seviyesine erişmek mümkün değildir.
 
Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Herkes kazancına bağlıdır, iyi iş yapan kendisine, kötü iş yapan yine kendisine.[iii][3]
           
            Yukarıdaki ayet-i kerimelerden açık olarak anlaşılıyor ki, maddi olsun, manevi olsun, kazanç veya zarar hep kendi yaptıklarımızın sonucudur. Zevklerimiz veya elemlerimiz, düşmelerimiz veya kalkmalarımız hep kendi yaptıklarımızın doğal birer sonucudur. Dolayısıyla bütün bunlardan kendimiz sorumluyuz. Hangi taraf için çalışırsak, Allah (c.c) onu verir.
 
Gözümüzü evrene çevirip baktığımız zaman, her yerde bir hareket ve faaliyet olduğunu görürüz. Ay, güneş, gezegenler ve yıldızlarıyla gökler; dünya ve içindeki canlılarla birlikte bütün cisimler bir hareket, bir sa’y halindedir. Esen yeller, dalgalanan deniz, akan sular, yürüyen bulutlar, yerden biten bitkiler, ağaçlar ve bütün canlılar, her biri bu faaliyetlerin mantıklı birer tanığıdır.
 
İnsan, faaliyetten uzak kalamaz, çalışmak zorundadır. Vücudun yaşama ihtiyaçları insanı bu yöne zorlamaktadır. Bunun aksini düşünmek insan doğasına aykırıdır. İnsan, faaliyetlerinde dengeyi de sağlaması gerekir. Bunu yapmazsa ileri gidip ifrata, geri kalıp tefrite düşmekten kurtulamaz. Dengesiz bir çalışma içinde, doğru bir yol takip etme ve sonuç almanın da imkânı yoktur.
 
Tembelliğin Müslümanlıkta yeri yoktur. Peygamberimiz (s.a.v) tembelleri ve boş duranları hiç sevmezdi. Peygamberimiz (s.a.v)’in mübarek dualarından birisi şöyledir: “Allah’ım, acizlikten ve tembellikten sana sığınırım.”  [iv][4]
 
Rasûlullah (s.a.v), Hicret ile Medine’yi şereflendirdiklerinde, Mekke ve Medinelileri kardeş yapmış, onları namaz vakitlerinin dışında tarıma ve ticarete teşvik etmişlerdir. Hz. Ali (r.a.), Yahudilerin kuyusundan su çekerken kendisini görüp ayıplamak isteyenlere şöyle dedi:  “Alın teri ile kazanmak ayıp değildir, el açıp dilenmek ayıptır.
 
Kendisini ve aile bireylerini kimseye muhtaç etmemek, onların ihtiyaçlarını helal yoldan kazanmak, dinde cihad sayılan amellerdendir. Nafile ibadet etmekten daha üstündür. Bir gün Peygamber (s.a.v.) ashabıyla oturuyordu. Sabah erkenden bir genç, hızlı, hızlı yanlarından geçti ve dükkanına gitti. Sahabe-i Kiram: ‘Yazık, keşke bu erken saatte din işine baksaydı’ deyince, Rasûlullah (s.a.v.): “Öyle söylemeyiniz. Eğer başkalarına muhtaç olmamak için yahut babasını, anasını, çocuklarını kimseye muhtaç etmemek için gidiyorsa, Allah (c.c.) yolundadır. Övünmek için, desinler için ve zengin olmak için gidiyorsa, şeytanın yolundadır. İnsanlara muhtaç olmayıp, dünyalığını helalden kazanan veya komşularına ve akrabalarına iyilik yapan,  kıyamet günü yüzü on dördüncü gecedeki ay gibi olur. Ticaretle uğraşınız; zira insanların rızkının onda dokuzu ticarettedir. Dilencilik kapısını kendine açana Allah Teala (c.c.) yetmiş fakirlik kapısı açar; ihtiyaç ve zarureti artar.” buyurmuşlardır.
             
Hz. Ömer (r.a.), bir hutbelerinde cemaate vaaz ederken: ‘Sizden herhangi biriniz bir köşeye çekilip: ‘Allah’ım (c.c.) bana rızık ver!’ diye tembel tembel beklemesin. Hepiniz çok iyi bilirsiniz ki, gökyüzü altın, gümüş yağdırmıyor ve yağdırmaz.’ buyurdular. Demek oluyor ki, her Müslüman çalışacak ve çalışma yollarını araştıracaktır. Çalışan kimseleri Allah (c.c.) da sever, kullar da sever. Peygamberimiz (s.a.v): “Doğru yoldan çalışıp kazananlar, Allah’ın sevgili kullarıdır. Çalışıp kazanan kullarını Allah (c.c.) sever. buyurmuşlardır.
 
İnsan için kendi emeğinden başka güvenecek bir şeyi yoktur. İnsanın eline, çalışmasının, çabalamasının sonucu olarak, kıymetli, güzel şeyler geçer. Çalışmayan tembel insanlar, yoksulluk içinde herkese yük olurlar.
 
Rasûlullah (s.a.v): “Helalinden istemek (kazanmak, Hak uğrunda yapılan) bir savaş (kadar ecirli-sevaplı)dır. Hiçbir kimse, kendi elinin emeğinden daha tatlı ve hayırlı bir yiyecek asla yememiştir. Allah (c.c)’ın peygamberi Davud da, kendi emeğinden yerdi.” [v][5] buyurmuşlardır.
 
Bir gün sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’e birkaç kişi geldi. ‘Ya Rasûlallah! Bizde bir adam var. Gündüzleri oruçla, geceleri de namazla ve zikirle meşgul oluyor’ dediler; yani bu adam çok mübarek ve takva bir adam demek istediler. Peygamberimiz (s.a.v.) onlara sordu: “O halde onun yiyeceğini kim temin ediyor?” Onlar : ‘Biz temin ediyoruz.’ diye cevap verdiler. Bunun üzerine Rasûlullah “Demek ki siz, hepiniz ondan daha hayırlısınız.” buyurdular.
                       
 
Şair Mehmet Akif Ersoy çalışmanın önemine şöyle değiniyor:
“Bekâyı hak tanıyan sa'yi bir vazife bilir.
Çalış, çalış ki beka say' olursa hak edilir.” [vi][6]
 
‘Çalış dedikçe şeriat çalışmadın durdun,
Onun hesabına birçok hurafeler uydurdun.’
 
Evet, şairimiz bekayı yani gelecekte tutunabilmeyi, kurtuluşu sa’yda görmektedir. Akif’in yaşamış olduğu dönemi de hatırladığımız da bu mısralar daha da anlamlı olmaktadır. Müslümanların kurtuluşu için çalışmanın, gayret etmenin ne kadar öncelikli bir mesele olduğu aşikârdır. İnsanoğlunun yaşamını devam ettirdiği müddetçe gerek maddiyat ve gerekse maneviyat için olsun sa’y-ü gayret etmesi kaçınılmazdır. İnsanın, hayatını idame ettirmesi şerefe ve haysiyetini ayakta tutabilmesi ve dahası koruyabilmesi, kültür ve medeniyet kurabilmesi, geçmiş ve bugünü geleceğe sağlam köprülerle bağlayabilmesi için şüphesiz ki çalışması gerekmektedir.
 
Sonuç olarak; Peygamber Efendimizin, ahirette gerçekleşeceğini haber verdiği o meşhur hadisini hatırlayalım. Ahiret hayatında her insan; “Ömrünü nasıl geçirdiğinden, gençliğini nerede ve nasıl tükettiğinden, malını nereden kazanıp, nereye harcadığından, sağlığının kıymetini bilip bilmediğinden ve bildiklerini hayatına uygulayıp uygulamadığından mutlaka sorgulanacaktır.” [vii][7] Rasûlullah (s.a..)’ın haber verdiği bu sorgulamayı, bir kendi kendimizi kontrol etme mekanizması olarak çalıştırıp, ahirete bırakmadan, burada her gün, her saat nefsimizle yapmaya gayret etmeliyiz. Unutulmamalıdır ki, hesabını yüz akı ve rahatlıkla verebilecek bir hayat yaşamak, bu hayatı bize armağan eden Yüce Rabbin rızası doğrultusunda çalışmakla mümkün olacaktır.




[i][1] En’am sûresi, 6/164.
[ii][2] Rahman sûresi, 55/29.
[iii][3] Bakara sûresi, 2/286.
[iv][4] Ebu Davud, Müslim, Neseî.
[v][5] Buharî.
[vi][6] Safahat, M. Akif Ersoy.
[vii][7] Tirmizî, Kıyamet.
 
 
BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:
 
 
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder