5 Eylül 2017 Salı

İhsan ve İkram Sahibi Olmak-2

İhsan ve İkram Sahibi Olmak-2
 
Îsâr, cömertliğin de zirvesidir. Zira cömertlik, malın fazlasından kendine lâzım olmayanı vermektir. Îsâr ise, muhtâc olduğu bir şeyi kendisinden koparıp vermesidir. Îsârın mânevî mükâfâtı da kulun fedâkârlığı nisbetindedir. Cenâb-ı Hak, Mekkeli muhâcirlere imkânlarını devreden ve onların ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarına tercihan gideren Ensâr-ı kirâmı şöylece methediyor:
 
وَالَّذِينَ تَبَوَّؤُ الدَّارَ وَاْلاِيمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ اِلَيْهِمْ وَلاَ يَجِدُونَ فِى صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِمَّآ اُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَى اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَاُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
 
“Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine’ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir..”[3] (el-Haşr, 9)
 
Yermuk Seferi’nde şehîd olmak üzere bulunan üç yaralı mücâhide ayrı ayrı verilmek istenen suyu her biri diğerine havâle etmiş, neticede hiçbirine vefât etmeden yetişilip su verilememiş ve hepsi de son nefeslerinde bir yudum suya hasret kalarak şehîd olmuşlardır.
 
Yine Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-‘ın Şam’a gidişinde deveye binme sırası kölesine geldiğinde şehrin kapısına varmış olmalarına rağmen deveye ısrarla kölesini bindirmesi ve kendisi yaya, kölesi ise devenin üzerinde olduğu hâlde Şam’a girmesi, kâ’bına varılmaz bir infâk tezâhürüdür. Buna göre infak her zaman malen olmaz. Böyle tavırlar da bir çeşit infak demektir.
 
İnfâkın en yüksek derecesi olan îsâr, kendinden koparıp verme, kendi hakkını din kardeşine devretme hâdisesidir. Peygamber, sahâbî, evliyâullâh ve sâlih kullara âid yüksek seviyede bir infak keyfiyetidir.
 
Hazret-i Ali -kerremallâhu vecheh- ile Hazret-i Fâtıma-radıyallâhu anhâ-‘nın şu hâlleri îsârın hakîkatini ne güzel ifâde eder.
 
İbn-i Abbas -radıyallâhu anh-‘ın bildirdiğine göre Hazret-i Ali ve zevce-i tâhireleri Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhumâ-, evladları Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin’in hastalıktan selâmet bulmaları üzerine üç gün adak orucu tutuyorlardı. İlk gün iftarlık olarak arpa unundan bir yemek yapmışlardı. Tam iftar edecekleri sırada kapıları vuruldu. Gelen, aç ve yoksul biriydi. Mübârek âile, ellerindeki yemeği cân u gönülden Allâh için fakire ikram edip kendileri su ile iftar ettiler. İkinci gün olup iftar vakti geldiğinde bu sefer kapıya bir yetim gelmişti. O günkü yiyeceğini de yetime verip yine su ile iftar ettiler. Üçüncü gün ise iftar vakti bir esir yardım istemek için kendilerine mürâcaat edince büyük bir sabır ve diğergâmlık örneği göstererek iftarlıklarını esire bağışladılar.
 
İnfaktaki bu ka’bına varılmaz cömertlik, başkalarını nefsine tercih ediş ve bu yüce ahlâk, gelen âyet-i kerîme ile ilâhî te’yîd ve tebrîke mazhar olmuştu.
 
Allâh Teâlâ buyurur:
وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلى حُبِّه مِسْكينًا وَيَتيمًا وَاَسيرًا (8) اِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللّهِ لَانُريدُ مِنْكُمْ جَزَاءً وَلَا شُكُورًا (9) اِنَّا نَخَافُ مِنْ رَبِّنَا يَوْمًا عَبُوسًا قَمْطَريرًا (10) فَوَقيهُمُ اللّهُ شَرَّ ذلِكَ الْيَوْمِ وَلَقّيهُمْ نَضْرَةً وَسُرُورًا
 
8-“Onlar, seve seve yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler. 
9-(Yedirdikleri kimselere şöyle derler:) “Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz.”
10-“Çünkü biz, asık suratlı, çetin bir günden (o günün azabından dolayı) Rabbimizden korkarız.”
11- Allah da onları o günün kötülüğünden korur ve yüzlerine bir aydınlık ve içlerine bir sevinç verir.”[4]
 
Yaratılmışların hiçbiri, sehâvet, infak ve îsârda, Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile kıyaslanamaz. O, cömertliğin her çeşidinin en üst seviyesinde idi.
 
Allâh yolunda, O’nun dinini açıklamak, kulları doğru yola istikâmetlendirmek, açları doyurmak, cahillere öğüt vermek, ihtiyaç sahiblerinin hacetlerini görmek ve ağırlıklarına tahammül etmek gibi ilim, mal ve nefs cömertliğinin hepsi kendisinde mevcud idi.[5]
 
Kureyş müşriklerinin ekâbirinden Safvan bin Ümeyye müslüman olmadığı hâlde Huneyn ve Taif gazalarında, Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yanında bulunmuştu.
 
Cîrâne’de toplanan ganimet mallarını gezerken Safvan’ın bunlara büyük bir hayret içinde baktığını görmüş ve Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
 
“- Pek mi hoşuna gitti?” diye sormuş.
 
“- Evet.” cevabını alınca:
 
“- Al hepsi senin olsun!” buyurmuştur.
 
Bunun üzerine Safvan kendisini tutamayarak:
 
“- Peygamber kalbinden başka hiçbir kalb bu derece cömert olamaz.” diyerek îman etmiş ve şehadet getirmiştir.[6]
 
Gerçekten îsâr, ikrâmın en ihtişamlısıdır. Düşünmelidir ki Rasûlullâh, sahâbe ve sâlih kulların böyle ikramları vesîlesiyle nice küfründe inad eden insan insafa gelmiş, nice düşman dost olup hidâyet bulmuş ve nice mü’minin mü’min kardeşine muhabbeti artmıştır.
 
Allâh Rasûlü hiçbir zaman, kendisinden istenen yapabileceği bir talebi geri çevirmezdi. Bir defa kendisine doksan bin dirhem isâbet etmişti. Bunu hasırın üzerine döktü. Her gelen muhtaca infâk ederek onu tamamen bitirdi.
 
[3] Haşr suresi 9
[4] İnsan suresi  8-11
[5] Altınoluk Sohbetleri, c. 3, s. 56
[6] İslam Tarihi, sh. 474
 
Not Bu vaaz Osman Nuri Topbaş   Hocanın Altınoluk Dergisi  2001 – Mayis, Sayı: 183, Sayfa: 028 deki  yazısından  iktibas edilerek hazırlanmıştır.
 
BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:
 

--


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder