Bir insan ve peygamber olarak Hz. Muhammed (s.a.v.) nasıl biriydi? Hz. Muhammed (s.a.v.) hakkında kısa bilgiler…
Allah Teâlâ insanların dünya ve ahiret hayatını tanzim etmek üzere birçok peygamber göndermiş, peygamberler de kendilerine tevdi edilen tebliğ görevini hakkıyla yerine getirmek için büyük bir mücâhede ve mücâdele içine girmişlerdir. Bu uğurda onlar pek çok meşakkat çekmişler hatta tahammül edilemez işkence ve hakaretlere dahi maruz kalmışlardır.
PEYGAMBERİMİZİN TEBLİĞİ
Hâtemü’l-Enbiyâ olan Efendimiz de tebliğ vazifesini icra ederken pek çok sıkıntı ve işkencelere uğramış, ancak hiçbir engel tanımadan bütün varlığıyla son nefesine kadar Allah’ın dinini insanlara takdim etmekten geri durmamıştır. Onun İslâm’ı yayma hususundaki gayretleri dillere destandır. Aldığı emaneti insanların tamamına ulaştırmayı hedefleyen Peygamberimiz, tebliğe yakın çevresinden başlamıştır. Davet ettiği insanları bilhassa ahirette düçar olacakları azaptan sakındırmış, onları ebedi saadete çağırmıştır. Ayrıca kolaylaştırmak, ümitsizliğe düşürmemek, tedrîci bir usûl takip etmek, bıktırıp usandırmamak ve her fırsatı değerlendirmek, özellikle de yaşayışıyla insanlara en güzel örnek olmak gibi hususlar onun tebliğ metotlarının başında gelir.
PEYGAMBERİMİZİN EN BÜYÜK MUCİZESİ
Fahr-i Kâinât’ın öncelikli davet vasıtası belâğat ve fesâhatin zirvesindeki Allah’ın mûciz kelâmı Kur’an-ı Kerîm’dir. Zira her peygamberin kendine has mucizeleri vardır. Efendimiz’in en büyük mucizesi de Kur’an’dır. O, insanları bu yüce kitapla ikâz ederek küfür karanlığından iman aydınlığına çıkarmıştır. Gerçi Allah Resûlü tebliğ vasıtası olarak bir takım hissî ve haberî mucizeler de göstermiştir. Ancak bu tür mucizeler Kur’an gibi süreklilik arz eden bir hususiyete sahip değildirler.
PEYGAMBERİMİZİN DAVET METODU
Peygamberimiz’in çeşitli memleketlere gönderdiği mektupları, yetiştirdiği ashâbı ve kendisine gelen heyetler de dikkati çeken tebliğ vasıtalarındandır. Bunlar aracılığıyla Resûlullah bütün insanlara merhamet ve lütuf kanatlarını açmıştır. Dâvasına engel olmak veya galebe çalmak isteyen şer güçleri ise nihâî çare olarak cihâd ederek etkisiz hale getirmiş, insanlığı onların kötülüklerinden selâmete çıkarmıştır. Dolayısıyla bugün de Müslümanların tebliğ vazifelerine gereken ehemmiyeti vermek suretiyle Allah’ın en son ve en kâmil dini olan İslâm’ı dünyamızdaki her türlü insana ulaştırmaları onlar için büyük bir mesuliyettir.
PEYGAMBERİMİZİN TERBİYE VE TEZKİYE METODU
Dinimiz, getirdiği prensiplerle insanları eğitmek suretiyle onları gerçek benliğine kavuşturmak istemektedir. İnsan doğumundan itibaren terbiye edilmeye başlar ve bu süreç ömrünün sonuna kadar devam eder. Çünkü mânevî terakkînin bir nihayeti yoktur. Ne var ki söz konusu terakkinin tahakkuku için gün be gün öğrenmek ve öğrendiğini tatbik ederek yenilenmek gereklidir. Nitekim Efendimiz ashabını ilimle terbiye ve tezkiye etmiş, onun rahle-i tedrisinden geçen bahtiyar insanlar da herkes için numûne şahsiyetler hâline gelmiştir.
Fahr-i Kâinât çevresindeki insanları yetiştirirken gelişi güzel değil, belli bir usûl takip etmiştir. Mesela o, ashâbını incitmeden, rencide etmeden, sevgi ve şefkatle kötülüklerden sakındırıp hep hayra yönlendirmiştir. İnsanların yanlışlarını rıfk ve mülâyemetle, iknâ ederek düzeltmiştir. Bilerek veya bilmeyerek hata yapanları duruma göre affetmiş, duruma göre anında müdahalede bulunarak tashih etmiş, kimi zaman da “öyle yapma fakat şöyle yap”diyerek onlara alternatifler sunmuştur. Ayrıca her hâl ü kârda bu tür kimselerin ıslah olmaları için Rabbine dua ve niyazdan geri kalmamıştır.
İnsanın yetişme sürecinde âilenin mühim bir yeri vardır. Çünkü insanların birlikteliklerinin çoğu bu ortamda gerçekleşir. Umûmi ve husûsi birçok davranış burada sergilenir. Dolayısıyla aile muhitinde büyüklerin sözleri ile tavırlarının uyum içerisinde olması, küçüklerin yetişmesi açısından son derece önemlidir. Yani küçüklerine bir takım kötü davranışlardan uzak durmasını söyleyen bir büyüğün, kendisinin de aynı davranışlardan titizlikle sakınması lazımdır. Hâsılı âilelerde sevgi, saygı, samimiyet, dürüstlük, şeffaflık gibi durumlar, nitelikli insan yetiştirmenin temelini oluşturur. Talim ve terbiyede aile ortamını hakkıyla değerlendirebilmek ise Allah Resûlü’nün nezih hayatına müracaat etmekten geçer. Efendimiz de bu husustaki sünnetinin bütün açıklığıyla ümmetine nakledilebilmesi için, hanımlarına her şeyi anlatabilme yetkisi vermiştir.
PEYGAMBERİMİZİN HANIMLARINA DAVRANIŞI
Peygamberimiz’in sünneti tetkik edildiğinde görülecektir ki o, hanımlarına gerekli sevgiyi göstermiş, kendilerine son derece değer vermiş ve her konuda onların yardımcısı olmuştur. Bunu bir kılıbıklık değil bilakis ibadet telâkkî etmiş, öyle ki kocanın hanımının ağzına uzattığı bir lokmayı dahi sadaka olarak değerlendirmiştir. Yine geceleyin ifa edeceği nafile ibadet için hanımından izin alma nezaketini gösteren Allah Resûlü bir baba olarak da çocuk ve torunlarını muhabbetle kucaklamış, onları bir taraftan eğlendirirken diğer taraftan eğitmiştir. Tabii bütün bunları yaparken aile efradını daima ebedi hayata hazırlama azim ve gayreti içerisinde olmuştur.
PEYGAMBERİMİZİN ÇEVRESİNDEKİLERE DAVRANIŞI
Resûl-i Ekrem Efendimiz çevresindeki hizmetçilerine, akrabalarına, komşularına, hiç eksik olmayan misâfirlerine en güzel muâmeleyi sergileyerek hepsinin gönlünü fethetmiştir. Şu rivayet bu durumu ne güzel ifade eder: Ümmü Seleme vâlidemiz kölesi Sefîne’ye der ki:
– Seni âzat ediyorum, ancak hayatta kaldığın müddetçe Resûlullah’a hizmet etmeni şart koşuyorum.
Bunun üzerine Sefîne şu anlamlı cevabı verir:
“–Sen bu şartı koşmasan da zâten ben yaşadığım müddetçe Resûlullah’tan ayrılacak değilim!” (Ebû Dâvûd, Itk, 3/3932; İbn-i Mâce, Itk, 6; Hâkim, II, 232/2849)
PEYGAMBERİMİZİN TÜM MÜSLÜMANLARI KUCAKLAMASI
Allah Resûlü’nün, devlet başkanlığı, ordu kumandanlığı gibi pek çok ağır işi yanında cemiyetin mağdur kesimlerini hiç unutmaması, devamlı gönlü kırıkların yanında, mâtemlilerin civârında bulunması ibret almamız gereken hususların başında gelmektedir. O, çocukların, yaşlıların, kadınların, fakirlerin, yetimlerin, şehit âilelerinin, özürlülerin, hatta hayvanların dahi sığınağı ve hâmîsi olmuştur.
Kur’an-ı Kerîm’de, şahsî ve ictimaî hayatta tesirini gösteren müşahhas bir davranış olan iyilik anlatılırken, îmân umdelerinden sonra toplumla ilgili olarak bilhassa mağdur kesimlere yönelik yardımlara şöyle teşvik edilmektedir:
“Gerçek iyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik sâhipleriAllâh’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanan, servetini -kendisi için ne kadar sevimli olsa da- akrabasına, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve insanları kölelikten kurtarmaya harcayan; namazında devamlı ve dikkatli olan, zekâtını veren, verdiği sözü tutan, felâket, zorluk ve sıkıntı anlarında sabredenlerdir. İşte onlardır sadâkat gösterenler ve işte onlardır gerçek takvâ sâhipleri!” (el-Bakara 2/177)
Bir hulâsa olarak İslâm’ın çerçevesini çizen bu âyetin tefsirini Resûlullâh’ın sîretinde buluyor ve anlıyoruz. Çünkü onun yirmi üç senelik nübüvvet hayatı Kur’an’ın tefsiri mâhiyetindedir. Onun örnekliği olmadan Kur’an’ı ve İslâm’ı anlayıp yaşamamız mümkün değildir. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ, Habîbi’ni bütün insanlara Üsve-i Hasene olarak takdim etmenin yanında ona itaati kendisine gösterilen muhabbet ve itaat olarak kabul etmektedir.
Kaynak: Üsve-i Hasene 2, Erkam Yayınları

http://www.islamveihsan.com/peygamber-efendimiz-hakkinda-kisa-bilgiler.html