Moğolistanlı bir genç kız ibretlerle dolu hayatının ardından İslam’la şereflendi. Peki nasıl ve Müslüman oldu? Bu hidayet öyküsünden çıkaracağımız dersler neler? Okuyanların ibret alacağı bu hidayet hikayesini istifadenize sunuyoruz.
Günümüz gençlerinin hayallerini süsleyen bir hayat tarzı var: Nerede akşam, orada sabah… Karışanı görüşeni olmayan… Cebinde hiç bitmeyen hazır parası, her istediğini alabilen, her arzu ettiğine ulaşabilen… Acaba gerçekten böyle bir hayat tarzı, mutluluk vaad ediyor mu? Yoksa insan, dışarıdan imrenilen böylesi bir hayat ile aslında büyük bir buhranı mı gizliyor? İşte bu ve benzeri soruların cevabı, çok uzaklardan, Moğolistan’dan geliyor. İbretlerle dolu 20 yıllık bu hayatın, bize de söyleyecekleri var, şüphesiz…
AİLEM ŞAMANİST’Tİ
Kısaca sizi tanıyabilir miyiz?
Adım Möngönami Gambat… Moğolistanlıyım. 20 yaşındayım. Türkiye’ye geleli daha bir yıl olmadı. Burada kardeşlerim bana, “Fatma Zehra” diye hitap ediyorlar.
Biz de öyle diyelim o zaman… Fatma Zehra, İslâm’dan evvel hangi dine mensuptunuz?
Aslında ben ateisttim, ama âilem Şamanist olduğu için onların inanç âyinlerine de bir-iki defa katılmıştım.
Âilen Şamanist, ülkende Budizm yaygın olduğu hâlde, siz neden “ateistim” dediniz?
Benim aklıma ve mantığıma göre, gerek Budizm, gerekse Şamanizm ve diğer dinler hakiki ve doyurucu gelmiyordu. Bir ara gerçekten din diye bir şey var mı diye küçük çaplı araştırmalarım oldu ama hiç etkilenmedim. Ben de kendimi hayatın akışına bıraktım.
İSLAM’I TERÖR DİNİ OLARAK GÖRÜYORLAR
Şamanizm hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?
Şamanistler, gök cisimlerine ve dağlara taparlar. İnsanlar, genelde başlarına bir felâket geldiğinde Şamanist oldukları akıllarına gelir. Yüksek dağa çıkarlar. Hani koca göbekli bir erkek heykeli vardır, televizyonda görmüşsünüzdür. Onun önünde adaklar adayıp duâ ederler. Dînî liderleri vardır. Onlar da dağa çıkıp ruhlarla konuştuklarını ve onlardan haberler getirdiklerini söyler, herkes de onlara inanır. Şamanistlerde ibâdet diye bir şey yoktur.
Moğolistan’da Şamanizm ve Budizm’den başka, hangi dinler yaygın?
En fazla Şamanizm ve Budizm… Ama son yıllarda misyonerler yüzünden Hıristiyanlık da hızla yayılmaya başladı. Çok az Müslüman var. İnsanlar, İslâm’ı terör dini olarak görüyorlar.
SÜREKLİ İÇİMDEKİ BOŞLUĞU DOLDURACAK BİR ŞEY ARIYORDUM
İslâm, ülkenizde pek rağbet görmediği hâlde, siz, Müslüman olmaya nasıl karar verdiniz?
Sekiz yaşımdan beri âilemden uzak şehirlerde yaşadım. Bütün kararlarımı kendim verdim. Benim annem ve babam doktor… İkisi de çok meşgul, benim kredi kartımı dolduruyorlardı, ben istediğimi yapıyordum. Hiç hesap sorma yoktu. İstediğim her şeyi alabiliyordum. İstediğim her yere de gidebiliyordum. Ama herkese câzip gelen bu hayatım, bana mutluluk vermiyordu. Geçici bir tat, ardından büyük bir boşluk hissediyordum. Sürekli içimdeki boşluğu dolduracak bir şey arıyordum.
İçinizdeki boşluğu neler yaparak doldurmaya çalışıyordunuz?
Meselâ dövme yaptırıyordum. Çünkü dövme yaptırırken çok acı çekiyorsunuz, yani acı çekmekle bile yüreğinizdeki boşluğa bir çare arıyorsunuz. Beş yıl sigara kullandım. Zaten on sekiz yaşından sonra herkes serbest… Ben daha da serbest oldum. Her akşam barlarda sarhoş olup mutlu olmaya çalışıyordum. Hayatım dünyevî açıdan zevkliydi ama her geçen gün kötülük içinde âdetâ boğuluyordum. Bana uzaktan bakan birçok genç kız:
“-Oh ne rahat, istediği kadar parası var, istediği her yere gidiyor. İstediği her şeyi yapıyor!..” diyerek imreniyordu.
Derslerimde de çok başarılı idim. Olimpiyatlara katılıyordum. Çok iyi dereceler alıyordum. Bir gencin dünyada istediği her şeye sahiptim. Ama içimdeki o boşluk, her geçen gün daha da artıyordu. Ben o boşluğu doldurmaya çalıştıkça, daha da mutsuzlaşıyordum. Artık şöyle düşünmeye başlamıştım.
“-Ben niye çalışıyorum. Zaten zenginim. Evlensem çocuklarım olacak… Onlar da benim gibi mutsuz olacak.”
Hayatımı düşününce bir son yok! Bir hedef yok! Böyle düşünüp iyice bunalıma giriyordum. Bazen; “Benden daha üstün bir varlık olmalı, hiçbir şey kendi başına olmuyor. Yemek kendi başına pişmiyor, bunu pişiren bir aşçı var. Elbiseyi diken bir terzi var da bu eşsiz güzellikteki dünya mı kendi kendine olacak?!” diyordum. Ama bu kim, nerede diye yine bir bilinmeze dalıyordum.
ÖLENLER DİKKATİMİ ÇEKMEYE BAŞLADI
“Ben nereden geldim ve nereye doğru gidiyorum.” diye hiç düşünüyor muydunuz?
Evet, son zamanlarda; “Nereden geldim, nereye gidiyorum?” düşüncesi çok ağır basıyordu. İçimdeki boşluk, beni bu sorulara doğru sürüklüyordu. Ölenler dikkatimi çekmeye başladı. Bunlar ölmeden önce canlıydı; gülüyordu, ağlıyordu, şimdi ne oldu?! Ölünce ne oluyor? Bu dünyadaki güneş, ay ve yıldızlar, her şey artık benim dikkatimi çekiyor, onların üzerinde uzun uzun düşünüyordum.
Şamanistler, ruhların var olduğuna, onların ölmeyip devam ettiğine inanıyorlardı. “Ruh nedir?” sorusu beni epey meşgul etti.
Peki, İslâm’ı ilk defa nasıl duydunuz?
Moğolistan’da Türk Koleji’nde okuyordum. Türk belletmen hocalar, bizimle yakından ilgileniyordu. Bir gün bir problem yaşamıştım. Onu ağlayarak anlatırken birden içimde yaşadığım boşluğu, düşüncelerimi, yaşadıklarımı her şeyi bir solukta anlatıverdim. O belletmen hocamız:
“-Senin içindeki boşluk, mânevî… Biraz dinleri araştır, bu arada kâinâttaki varlıkları tefekkürle seyret… Bir-iki hafta sonra tekrar görüşelim!..” dedi.
İşte bu dönemde, ben önce Şamanizm olmak üzere etrafımdaki dinleri tek tek araştırmaya başladım. Şamanizm’den sonra Budizm’i araştırdım, ardından da Hıristiyanlığı…
 GÜZEL GÜNLERDE TANRI YOK, BAŞI SIKIŞINCA YARATICI VAR!
Sizi bunlardan uzaklaştıran ne oldu?! Hıristiyanlık’ı neden tercih etmediniz?
Budizm’de insanlar, şişman erkek putu var, ona tapıyorlar. Tapan insanlar, çok pisti. Temizlik mefhumu yoktu. İnandıkları akımın insanın mantığıyla izah edilecek bir tarafı da yoktu. Meselâ insanlara:
“-Çok yıkanırsanız, sizde var olan güzel ahlâk da suyla beraber akıp gider. O yüzden yıkanmamak iyidir!..” diyorlardı.
İmam gibi din liderleri çıplak geziyor, sadece üzerlerine bir bez alıyorlardı ve temizliğe hiç dikkat etmiyorlardı.
Bir arkadaşım Hıristiyandı. Etrafındaki herkesi bu dine dâvet ediyordu. Hıristiyanlığa girenlere para ve hediye veriyorlardı. Cennetten arsalar satıldığını duydum. Düşündüm ki bu din kaliteli olsaydı, herkesi yalvarırcasına dinlerine çağırmazlar, herkes onları tercih ederdi!.. Yani bir dinin bence böyle maddî bir reklama ihtiyacı olmamalıydı. Onun kalitesi, onu yaşayanlardan anlaşılmalıydı.
Şamanizm, âilemin dini idi. Belki o doğrudur, diye düşündüm. Onların dînî liderleri de yüzünü kapatıyordu, duâ gibi bir şeyler okuyordu. Sonra içine başka bir ruhun girdiğini söylüyordu. İçine giren o ruh, o kişiye gelecekten haberler veriyormuş. O ruh, onun bedenine girince herkesin içini görebiliyormuş, geçmişten gelecekten haber veriyormuş.
Bir gün annem ve babam, beni de o dînî lidere götürdüler. Benim içimden geçenleri öğrenmek için… Açıkçası giderken biraz korktum; içimdekileri bilirse ben ne yaparım diye endişelendim. Çünkü annem ve babamdan gizlediğim çok şey vardı. Sonra o adam başladı anlatmaya, hep kafasından bir şeyler uyduruyordu. Benimle hiç alâkası yoktu. Meğer önceki hayatta ben kralmışım. Vesâire, vesâire… Ben de rahatladım. Tabiî, hakiki bir dinle hiç alakasının olmadığını, insanları aldattığını iyice anlamış oldum.
İnsanların zihninde din, kötülük ve zorluk (deprem, ölüm, sel vs.) zamanında ihtiyaç duyulan bir şeydi. Güzel günlerde, hayatın içinde bir din mefhumu yoktu. İnsanın sadece başı sıkıştığı zaman bir Yaratıcı’ya ihtiyaç duyması da bana tuhaf geliyordu.
Hâlbuki ben böyle düşünmüyordum. Bence din, insanın hayatının tamamını kaplamalıydı. Beni rûhen öyle doyurmalıydı ki ben başka bir şeye ihtiyaç hissetmemeliydim. Araştırdığım dinlerin mensupları ya ayda bir veya haftada bir ya da sadece ölüm zamanlarında dinlerinin varlığını hatırlıyorlardı.
Bu arada ben belletmen ablamın yanına gelip onunla konuşmak istediğimi söyledim.
MÜSLÜMANLARIN İBADET ŞEKİLLERİ HEP DİKKATİMİ ÇEKİYORDU
Belletmen hocanızın Müslüman olduğunu biliyor muydunuz?
Onun farklı bir ibadet yaptığını biliyordum ama hangi dinin ibadeti olduğunu anlamamıştım. Çünkü çevremizde bu şekilde ibadet eden kimse yoktu.
İbadet şekilleri, hep dikkatimi çekiyordu. Geceleri kalkıp yemek yemeleri ve gün boyu hiçbir şey yememeleri (meğer oruç tutuyorlarmış), kapılarını çaldığımızda kapıyı hep geç açarlardı. Bir gün belletmen ablamı, namaz kılarken gördüm. Çok ilgimi çekti. Sonra:
“-Siz ne yapıyorsunuz?” diye sordum.
O da Müslüman olduklarını ve namaz kıldıklarını söyledi. Biraz İslâm’dan bahsetti. Artık ben, her gün derslerden sonra yanına geliyordum ve saatlerce onunla konuşuyordum. Bu da beni çok rahatlatıyordu.
Bu arada ben mezun oldum. Ablam da Türkiye’ye döndü. Ben şimdi ne yapacaktım?! Âilemle beraber yaşayamazdım. Buna hiç alışık değildim. Büyük ablam, İtalya’da okuyordu. Onun yanına gidip üniversiteyi okumaya karar verdim. Âilem böyle istiyordu. Ama ben İslâm’ı öğrenmek istiyordum fakat üniversiteyi de okumalıydım. Ve Türkiye’ye belletmen ablama telefon açtım. Ablam da:
“-Türkiye’ye gel, burada hem İslâm’ı öğreneceğin Kur’ân Kursları var hem de üniversite imkânı…” dedi.
Bu teklif, tam bana göre idi. Âilemden habersiz bu kursa gelebilmek için sınava girdim ve kazandım. Âileme üniversiteyi okumak için gideceğimi söyledim. Annem:
“-Tamam, gidebilirsin.” dedi.
Dinleri de araştıracağımı söyleyince biraz tartıştık.
“-Zaten sen istediğini yapıyorsun. Bize hiç sormuyorsun!” diye kızdı. Bana hâlâ biraz kızgın…
Havaalanına da tek başıma gittim. Sonra da buraya geldim işte.
Kaynak: Dünya İslam’a Koşuyor, Halime Demireşik, Sultantepe Yayıncılık