7 Ocak 2017 Cumartesi

İLTİFAT

İLTİFAT

 

‘İltifat’, insanların hoşa giden güzel sözleri söylemek ve onlara ikramlı davranmak demektir.   

 

Riyakarlık sınırlarına varmamak kaydıyla Müslümanların birbirlerine güzel söz ve davranışlarla aralarındaki sevgi ve kardeşliği daha da güçlendirmeleri onların güzel ahlâkındandır.

 

Peygamber Efendimiz sık sık insanların gönlünü alır, onlara iltifat ederdi. Özellikle yetenekli, fedakâr, akıllı ve İslâmi hizmetlerde gayretli olan sahabilere yaptığı değişik iltifat dolu sözlerle onları sevindirirdi. Onlar da bu iltifat sonucu çocuk gibi sevinir ve adeta bayram ederlerdi.

 

Hazret-i Ali (r.a.) anlatıyor:

‘Bir gün ben, Cafer ve Zeyd Peygamber Efendimizin huzuruna gittiğimizde Zeyd’e:

 

“Sen bizim kardeşimiz, dostumuz ve arkadaşımızsın”  buyurdu.

 Zeyd sevincinden yerinden sıçrayarak oynaya oynaya gitti.

 

 Kardeşim Cafer’e de:

“Sen hem huy, hem vücut yapısı bakımından bana benziyorsun.” buyurdu.

 

Cafer de sevincinden Zeyd gibi sıçrayıp oynaya oynaya gitti.

Ondan sonra Peygamber Efendimiz bana da:

“Sen bendensin, ben de sendenim.”  buyurdu.

Ben de Zeyd’in arkasından sıçrayıp oynaya oynaya çıktım.’

 

Peygamberimiz (s.a.v.) değişik biçimlerde sahabîlerine iltifatlar yapardı. Onlara yakınlık gösterir, gönüllerini hoş eder, sevindirirdi. Bazen olur, kalkar bizzat evlerine gider, evlerini şereflendirirdi. O’nun bu ziyaretleri sahabîler için dünyada en büyük mutluluktu.

 

Câbir bin Abdullah diyor ki:

‘Peygamber Efendimiz ne bir katıra, ne de bir at ve benzeri bir hayvana binmeksizin yaya olarak yalnızca hal ve hatırımı sormak üzere tâ evime kadar gelmişlerdir.’

  

 

Peygamberimiz (s.a.v.)’in iltifatı, insanların hayatlarında unutmadıkları, unutmayacakları, akıllarından çıkarmaları mümkün olmayan bir ikramdı. Büyüklere ayrı, küçüklere ayrı, yetimlere ayrı, yakınlara ayrı, özetle herkese konumuna, durumuna kişiliğine göre iltifatlarda bulunurdu. İleri yaşlarda olmasına rağmen çocukluk yıllarındaki bir Peygamber iltifatına bakınız. Yusuf bin Abdullah nasıl anlatıyor?

 

‘Peygamber Efendimiz bana ‘Yusuf’ adını verdi ve beni kucağına alıp mübarek eliyle başımı okşadı.’

 

Peygamberimiz (s.a.v.) özellikle kabile reislerine, bir kavmin büyüğüne, sözü sohbeti yerinde, ağırlığı ve etkisi olan şahsiyetlere ayrı bir değer verir, onun İslâm’a bağlanması için en yakın ilgiyi ve alâkayı eksik etmezdi.

 

Münzir, Bahreyn’de yaşayan bir kabilenin reisiydi. Kabileden yirmi kişi ile birlikte Medine’ye Peygamberimiz (s.a.v.)’i ziyarete geldiler. Peygamberimiz onları Mescid-i Nebevide kabul etti. Kendilerine çok yakınlık gösterdi. Onlara İslâm’ı anlattı ve hepsi de Müslüman oldu.

 

Münzir, Peygamberimiz (s.a.v.)’e birçok sorular sordu. Hepsinin de cevabını aldı ve memnun oldu. Peygamberimiz (s.a.v.) Münzir’i çok sevmişti. Kendisine şöyle iltifat etti:

“Gerçekten sende iki huy vardır ki, Allah onları sever.”

- Yâ Resûlallah, bunlar nelerdir, diye sordu.

        

“Bunlar yumuşak huyluluk, hoşgörülü olman ve hayâdır.”  buyurdu.

 

- Bunlar benim yaratılışımda mı var, yoksa yeni mi oldu, dedi.

“Hayır, senin yaratılışında var.”  buyurdu.

 

- Beni bu iki huy üzere yaratıp da onları seven Allah (c.c.)’a hamd olsun, dedi. Münzir çok sevinmişti. Peygamberimiz (s.a.v.)’in yakın iltifatına ve övgüsüne ermişti. Kendisini Allah (c.c.)’ın sevdiğine Peygamberimiz (s.a.v.) tanıklık ediyor ve bu güzel müjdeyi veriyordu. Bundan daha büyük mutluluk olabilir miydi? Daha sonra Münzir İslâm’a çok hizmet etti. [1]

    



[1] Peygamberimizin Örnek Ahlakı, M. Paksu.


 
BU YAZI AŞAĞIDAKİ  WEB SİTESİNDEN ALINMIŞTIR:
http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=620
 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder