7 Mayıs 2018 Pazartesi

NASİHATLE UYANMAYAN, MUSİBETLE UYANDIRILIR


NASİHATLE UYANMAYAN, MUSİBETLE UYANDIRILIR

 

☆☆ Eğitimci Yazar Dr. Vehbi Karakaş'ın kaleminden ☆☆

 

Çok iyi hatırlıyorum… 1999 depreminden önce bir derste şöyle demiştim: Nasihatle uyanmayan ve yola gelmeyenleri Allah, tarih boyu türlü türlü musibetlerle uyarmış ve uyandırmıştır. Buna delil, bu musibetlerin bir özetini içeren Kur’an’ın şu ayetidir:

 

فَكُلًّا أَخَذْنَا بِذَنبِهِ فَمِنْهُم مَّنْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِ حَاصِبًا وَمِنْهُم مَّنْ أَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُ وَمِنْهُم مَّنْ خَسَفْنَا بِهِ الْأَرْضَ وَمِنْهُم مَّنْ أَغْرَقْنَا وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلَكِن كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

 

“Nitekim, onlardan her birini suçüstü yakaladık. Kiminin üzerine taşlar savuran kasırgalar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Bunu yapmakla Allah onlara zulmetmiyordu, asıl onlar kendilerine zulmediyorlardı.”[1] Yani isyanlarıyla Allah’ın cezasına ve musibetine davetiye çıkarıyorlardı.

 

Ezan- Muhammedîlerin daveti üzerine namaza koşmak, nasihatla ve Allah’ın rahmetiyle uyanmışlığın ve uyandırılmışlığın ifadesidir. Ezan-ı Muhammedîlere kulakları tıkayıp yatmak, depremle uyanmak ta musibetle uyanmışlığın ve uyandırılmışlığın ifadesidir.[2]

 

Nihayet 99 depremi oldu. Gecenin 3,05’inde 45 saniye süren 7,5 şiddetindeki depremle uyandık. Uyanmayan kimse kalmadı. O güne kadar namaza aldırmayan ve camiye selam vermeyen insanlar, kendilerini seccadeye attılar, o gecenin sabah namazında camileri doldurdular.

 

Ne yazık ki deprem uzmanı olarak tanınan, ama depremin manevî boyutunu göremeyen, perde arkasını okuyamayan bir kısım materyalisler, talihsiz ve eksik beyanlarıyla depremin uyarıcı ve ders verici yönünü kapattılar, insanların Allah’a ve namaza olan teveccühlerini kırdılar.

 

Haddini aşan ve başkasının tarlasına giren koyunlar, koyun oldukları halde çobandan atılan taşın ne anlama geldiğini anlıyorlar: “Galiba biz yanlış yerdeyiz. Çobanımızın bizim burada olmamıza izni yok”, diyor ve geri dönüyorlar. Ne yazık ki biz insanlar, koyunlar kadar depremin de Rabbimiz tarafından atılmış bir taş, bir işaret olduğunu, bilimsel birçok hikmetinin yanında insanları tevbeye, tedbire ve teşekküre yönelttiğini anlayamıyoruz. Anlayıp ta ders çıkaramıyoruz.

 

Halbuki Kur’an:

وَمَا تَسْقُطُ مِن وَرَقَةٍ إِلاَّ يَعْلَمُهَا

Cümlesiyle ağacın başından düşen bir yaprağın dahi Allah’ın izni ve bilgisiyle düştüğünü haber veriyor.[3]

 

Bir ağacın yaprağındaki hareket dahi tesadüfe bağlanamazken, kendi kendine olmazken, koskoca deprem hareketi tesadüflere bağlanır mı? Kendi kendine olmuş başıboş bir olay gibi takdim edilir mi? Deprem, yerin enerjisini boşaltması bile olsa, bu boşaltma da yine bu olayın arkasında hikmetli bir kudretin olduğunu gösterir.

 

Başak olacak bir tohumun, ağaç olup meyve verecek bir çekirdeğin toprakta çürümesi, civciv olacak bir yumurtanın çatlaması, insan olacak bir damla spermin 9 ay anne rahmi gibi bir zindanda kalması hikmetsiz, başıboş, rastgele, kendi kendine olan olaylar mıdır? Bu icraatın arkasında Kudreti Sonsuz’un hikmetini görmek sadece aklı başında olanların işidir.

 

Depremi fay hatlarının kırılmasına ve enerji boşalmasına bağladınız diyelim, peki dünyanın saniyede 30 km hızla kurallı ve düzenli bir şekilde dönmesini, bunca yıldır bir trafik kazası yapmadan yürümesini ne ile izah edeceksiniz? Muntazam işleyen bu düzenin arkasında kudreti sonsuz bir kaptan olmazsa bu muhteşem düzen olur mu? Devam edebilir mi? Şoförü olmayan bir araba, kaptanı olmayan bir gemi, pilotu olmayan bir uçak düşünebilir misiniz?

 

Allah, beklenmedik olaylarla, maddî ve manevi helaket, felaket, hastalık, savaş, kasırga, tayfun, tufan, deprem ve benzer musibetlerle kendisini unutmuşlara, deistlere, ateistlere, materyalistlere, beş vakit namazı ciddiye almayanlara, etrafına zulmeden zalimlere kendisini hatırlatıyor. Adeta istifade ettiğiniz her şeyin sahibi benim, siz de benim mülkümsünüz. Sizi yapan ve yaratan Rabbinize dönün, diyor.

 

Bir koyun çobanın attığı taşların ne anlama geldiğini anlıyor ve dönüyor da, biz insanlar koyun kadar da mı olamayacağız?

 

Kur’an soruyor: فَأَيْنَ تَذْهَبُونَ “Peki böyle nereye gidiyorsunuz?”[4]

 

Allah, Firavun gibi bir adama iki elçisini gönderdi, yumuşak sözlerle kendisine davet ettirdi, adam gelmedi. Üstelik kibirlendi. Bu büyüklenme hevesi ve havası ona: أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى “Ben sizin en büyük Rabbinizim”, dedirtti..[5] Allah’ın kendisine gönderdiği davetçileri dinlemedi. Nihayet ölümle burun buruna geldiği zaman ve denizde boğulacağını anladığı an: “Ben de tek olan Allah’a inandım, ben de Müslümanlardanım”,[6] dedi. Dedi ama, bu dönüş işe yaramadı. Çünkü kervanı kaçırmıştı.

 

Allah, “Şimdi mi aklın başına geldi. Halbuki biraz önce isyanlardaydın ve bozgunculuk yapıyordun?”[7] buyurarak kabul kapısının kapandığını ilan etti.

 

Herkes kendine desin: Ey benim nefs-i emmarem! Firavun gibi olma, tevbede geç kalma, yan gelip yatma, ezanla gelen daveti aldın mı, derhal namaza koş.

 

Tevbe fırsatı da bulamayabilirsin. Ölüm sekeratı uyandırmadan önce uyan.[8] Namaza karşı tembellik etme. Huşusuz ve tadil-i erkânsız namaz kılma. Namazın, en büyük iki görevi var: Biri Allah’a boyun eğdirmek, Allah’ın huzurunda olduğumuzu hatırlatmak, diğeri de haksızlık yapmaya engel olmaktır.[9]

 

Kendine ve etrafına zulmetmekten vazgeç. Ah alma. Mazlumiyetlere, mağduriyetlere meydan verme. Şuna-buna haksızlık yaptıysan ahiretin büyük mahkemesine çıkarılmadan önce hak sahipleriyle helalleş. Yunus gibi Allah ve Peygamber sevdasıyla ağla, sular gibi çağla, gönülleri dağla ve söyle:

 

Ölüm haberi gelmeden,
Ecel yakamız almadan,
Azrail hamle kılmadan,
Gel gidelim Dost’a gönül.

 

☆☆ Eğitimci Yazar Dr. Vehbi Karakaş'ın kaleminden ☆☆

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder