Coğrafya nedir, neyi inceler? Dünyanın en alçak yeri neresidir? Coğrafya ile ilgili ayetler nelerdir? Coğrafya hakkında kısaca bilgi…
Coğrafya, insan ve onun tabiî çevresiyle olan münâsebetlerini inceleyen bir bilimdir. Tabiat hâdiselerinin oluş ve dağılışlarını sebepleriyle birlikte anlatırken, aynı zamanda insana olan tesirlerini de îzah eder.
Ra’d Sûresi’nde, coğrafya ilminin bir kısım mevzûlarına temâs edilerek, Cenâb-ı Hakk’ın lutfu bildirilmiş ve her şeyi kullarına âmâde kıldığı hatırlatılmıştır:
“Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş’a istivâ eden, Güneş’i ve Ay’ı emrine boyun eğdiren Allah’tır. (Bunların) her biri belirli bir vakte kadar akıp gitmektedir. O, Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için her işi düzenleyip âyetleri açıklamaktadır.
Yeri döşeyen, onda oturaklı dağlar ve ırmaklar yaratan ve orada bütün meyvelerden çifter çifter yaratan O’dur. Geceyi de gündüzün üzerine O örtüyor. Şüphesiz bütün bunlarda düşünen bir toplum için ibretler vardır.
Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar, üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır. (Böyle iken) yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için ibretler vardır.” (er-Ra‘d, 2-4)
Âyet-i kerîmeler, Allâh’ın azamet-i ilâhiyyesini gözler önüne sererek çevremizdeki sanat hârikalarından ibret almamızı istemektedir. Cenâb-ı Hak, gerek burada bahsedilen büyük nîmetleri gerekse bahsedilmeyenleri biz kullarının hizmetine âmâde kılmıştır. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lutuf olmak üzere) size âmâde kılmıştır. Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” (el-Câsiye, 13)
Siyâsî coğrafya ile alâkalı bâzı mevzûlara temas eden diğer bir âyette ise şöyle buyrulur:
“Andolsun Biz, peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adâleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mîzânı indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allâh’ın, dînine ve peygamberlerine gayba inanarak yardım edenleri ortaya çıkarması içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, dâimâ üstündür.” (el-Hadîd, 25)
Âyette zikredilen kitabı, ilim; mîzânı, adâlet; demiri de teknoloji olarak düşündüğümüzde, ilme ve teknolojiye hâkim olan milletlerin güç ve kuvveti ele geçirdikleri ve insanlar arasında hükmetmeye başladıkları görülür. Demek ki âyet-i kerîme, aynı zamanda müslümanlara terakkiyâtın yollarını da göstermektedir.
DÜNYANIN EN ALÇAK BÖLGESİ
Yapılan son araştırmalarda, deniz seviyesinden aşağıda bulunan Dünyâ karalarının en derininin şu âyette buyrulan yer olduğu tespit edilmiştir:
“Elif. Lâm. Mîm. Rumlar, (Arapların bulunduğu bölgeye) en yakın ve seviyesi en düşük bir yerde yenilgiye uğradılar…” (er-Rûm, 1-3)
Lût Gölü’nün bulunduğu bu mekân, ahlâksızlıklarından ötürü helâk edilen Sodom-Gomore’nin yerin dibine geçtiği yerdir. Deniz seviyesinden yaklaşık 400 metre daha aşağıdadır. Lût Gölü’nün yüzeyi, deniz seviyesinin yaklaşık 400 metre altındadır ve gölün en derin kesimi de 300 metre civârındadır. Buna göre göl tabanı, deniz seviyesinden yaklaşık 700 metre daha aşağıdadır.
On dört asır evvel, daha Dünyâ coğrafyası tam olarak tespit edilememişken Kur’ân-ı Kerîm’in bu mekândan “seviyesi en düşük yer” olarak bahsetmesi, ayrı bir Kur’ân mûcizesidir.
Jeoloji uzmanı Prof. Dr. Balmar, bir seminerinde araştırmacı Abdülmecîd ez-Zindânî’den mevzû ile alâkalı âyeti duyduğunda baştan îtirâz etmiş, daha sonra yaptığı ilmî tetkiklerin ardından şöyle demiştir:
“Hayret! Hayret! Bu Kitap, hem mâzîyi hem hâli hem de istikbâli anlatıyor!.. Buna hiçbir beşerin gücü yetemez!”
Daha sonra bu Profesör, Mısır’da «Jeoloji Alanında Kur’ân’ın İ’câzı» adlı bir teblîğ sundu. Son olarak şöyle dedi:
“–Ben Hazret-i Peygamber’in yaşadığı asrın hayat husûsiyetlerini bilmiyorum! Ancak sâde bir hayat yaşadığı husûsunda bilgim var! Bir bu duruma ve bir de içindeki erişilmez bilgilere bakınca anlıyorum ki, Kur’ân’ın o döneme âit bir kültürün eseri olabileceğini düşünmek çok yanlış! Bu kitap, semâvî bir eserdir!..”
İşte görülüyor ki akl-ı selîm, ilimle birleştiği zaman ilâhî hakîkatleri kabûl etmekten başka çâre bulamaz. Dolayısıyla onlara bu gerçekleri aksettirecek parlak ilim aynalarına ihtiyaç vardır. Elbette kıyâmete kadar bütün zamanlarda birçok yeni keşifler olacak ve Kur’ân mûcizeleri, ilim adamlarını hayretler içinde bırakacaktır.
İKLİM DEĞİŞİKLİKLERİ
Bir jeoloji konferansında Prof. Dr. Couner, Arabistan yarımadasının daha önceleri yeşil bir bölge olduğunu, ileride tekrar tahakkuk edecek büyük bir iklim değişikliğiyle yeniden yeşil bir alana dönüşeceğini söyleyince, oturuma katılan Prof. Dr. Abdülmecîd ez-Zindânî şu hadîs-i şerîfi okudu:
“Arabistan bölgesi yeniden yeşillik olup nehirler akan bir yere dönmeden kıyâmet kopmayacaktır!” (Müslim, Zekât, 60; Ahmed, II, 370, 417)
Prof. Dr. Couner, bir müddet şaşkınlık geçirdi. Sonra:
“–Bu, ancak Hazret-i Muhammed’e (s.a.v.) ilâhî kudret tarafından söylenmiştir.” dedi. Böylece Hazret-i Peygamber’in hak olduğunu kabûl etmiş olarak şu beyânatta bulundu:
“–İnanıyorum ki, bütün ilmî tespitlere ışık tutacak bir kudretle buluştum. Ben bu bilgilerin 1400 sene evvel Allah’tan geldiğine inanıyorum. Zîrâ bu sözleri ilim ve tekniğin yok denecek kadar silik olduğu bir asırda, ümmî, okuma-yazma dahî bilmeyen bir beşerin söylemesi mümkün değildir.”
İlim adamları, jeolojik devirler içindeki birinci zamanda bugünkünden çok sıcak ve bol yağışlı iklimlerin vukû bulması neticesinde dev cüsseli ağaçların yetiştiğini ve bunların fosilleşmesiyle bugünkü kömür yataklarının oluştuğunu ifâde ederler. Dördüncü jeolojik zamanın başında ise buzul çağı yaşanmıştır. Deniz seviyesi bugünkünden 100 m. kadar daha düşük olmuştur. Bunlardan anlaşıldığına göre, iklim gelecekte de değişebilir.
DENİZLERİN ALTINDAKİ KARANLIKLAR
Kur’ân-ı Kerîm’in insanların bilemediği veya sâdece ihtisas sahiplerinin bildiği hususları, yakînen gören bir göz gibi tasvîr etmesi, onun, sâdece Allâh’a mahsus olabilecek azametli ifâdeler ihtivâ ettiğini göstermektedir. Bunun bir şâhidi şudur:
Gary Miller’in nakline göre, birkaç sene evvel müslümanlardan biri Toronto şehrinden marina (yat limanı) ticâreti yapan ve hayâtını denizlerde geçiren bir kimseye, okuması için bir Kur’ân-ı Kerîm tercümesi hediye etmişti. Bu denizci, İslâm tarihi hakkında hiçbir bilgiye sahip değildi. Fakat Kur’ân’ı okuyunca onun son derece tesiri altında kaldı. Kur’ân’ı kendisine hediye eden müslümana:
“–Muhammed (s.a.v.) bir denizci miydi?” diye sordu. Zîrâ bu zât, Kur’ân’ın tasvirlerinden son derece etkilenmişti. Çünkü kendisi denizdeki fırtınaları yaşayan biriydi ve denizdeki fırtınayı yazıya döken kimsenin de aynı şekilde bu fırtınayı yaşaması gerektiğine inanıyordu. Şu âyetteki tasvir ise, bir kişinin denizdeki fırtınayı sırf zihninde tasarlayarak yazabileceği bir şey değildir:
“Yâhut o kâfirlerin duygu, düşünce ve davranışları derin bir denizdeki yoğun karanlıklara benzer. Öyle bir deniz ki onu, dalga üstüne dalga kaplıyor… Üstünde de koyu bulut. Üst üste binmiş karanlıklar… İçinde bulunan insan, elini uzatsa neredeyse kendi elini bile göremiyor. Öyle ya, Allah birine nûr vermezse artık onun hiçbir nûru olamaz!” (en-Nûr, 40)
Bu tasvir, ancak denizdeki fırtınanın nasıl olduğunu gayet iyi bilen biri tarafından yazılmış olmalıdır. Bu sebeple:
“–Hayır, Muhammed (s.a.v.) bütün hayâtını çöl iklîminde geçirmiş olan bir insandır.” denildiğinde şaşkınlığı iyice arttı. Ömrünü denizlerde geçirmemiş bir kimsenin bilemeyeceği tasvirler, en güzel şekilde Kur’ân’da mevcuttu. O hâlde Kur’ân, her şeyi bilen bir kudret tarafından vahyedilmiş olmalıydı. Bu düşüncelerle vakit kaybetmeden İslâm’ı kabûl etti. (Gary Miller, The Amazing Qur’an, s. 22-23)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Rahmet Peygamberi, Erkam Yayınları

http://www.islamveihsan.com/cografya-nedir-neyi-inceler.html