Müʼmin, ilâhî bir imtihan mekânı olan bu dünyada, âdeta mayınlı bir arazide yürüyormuşçasına, adımlarına dikkat etmek zorundadır. Zira Rabbimizin bizden istediği “takvâ hayatı” bu hassâsiyet ile yaşamayı îcâb ettirir.
Şu misal, takvânın mâhiyetini ne güzel hulâsa eder:
Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, bir gün Übey bin Kâ‘b -radıyallâhu anh-’a takvânın ne olduğunu sorar. Übey -radıyallâhu anh- da ona:
“–Sen hiç dikenli bir yolda yürüdün mü ey Ömer?” der.
Hazret-i Ömer:
“–Evet, yürüdüm.” karşılığını verince bu sefer:
“–Peki, ne yaptın?” diye sorar. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:
“–Elbisemi topladım ve dikenlerin bana zarar vermemesi için bütün dikkatimi sarf ettim.” cevâbını verir.
Bunun üzerine Übey bin Kâ‘b -radıyallâhu anh-:
“–İşte takvâ budur.” der.
TAKVÂNIN EN GÜZEL TEZÂHÜRÜ
Takvânın en güzel tezâhürü; küfür, nifak ve şirkten, tıpkı ateşe düşmekten kaçar gibi kaçmak, Cenâb-ı Hakkʼın emirlerini hakkıyla edâ etmek ve yasaklarından titizlikle sakınmaktır.]
Lokman -aleyhisselâm- buyurur:
“Ey oğlum! Gönlünü kederlerle ve üzüntülerle meşgul etme! Aç gözlülükten sakın! Takdîre rızâ göster! Allah tarafından sana verilene kanaat et ki hayatın güzelleşsin, gönlün sürurla dolsun ve hayattan zevk alasın.”
[Rabbimiz buyurur:
“İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nîmet verdiğinde (sevinir); «Rabbim bana ikram etti.» der. Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise (üzülür); «Rabbim beni önemsemedi.» der.” (el-Fecr, 15-16)
Gönle sevinç veren tecellî ve hâdiseler karşısında râzı olup, buna mukâbil gam ve keder veren hâdiseler karşısında hoşnutsuzluk göstermek, kulluk âdâbıyla bağdaşmaz. İnsan, mânevî olgunluğun zirvesine varmadıkça, bu beşerî zaaftan kolay kolay kurtulamaz. Nefsini tezkiye edip “Râdıye” makâmına ulaştığında ise, ilâhî irâdenin hayır veya şer şeklinde tecellî eden bütün kazâ hükümlerine tereddütsüz teslîm olup rızâ gösterir, şikâyet ve sızlanmayı unutur. Böyleleri hakkındaki ilâhî müjde ne büyüktür:
“Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O’ndan râzı, O da senden râzı olarak Rabbine dön. (Sâlih) kullarımın arasına katıl ve Cennet’ime gir!” (el-Fecr, 27-30)
GERÇEK SAÂDET
Saâdetin şaşmaz kâidesi; aklı vahye tâbî kılmak, kalbi güzel ahlâk ile tezyîn etmek ve bu sâyede hayatın acı-tatlı sürprizlerine karşı rızâ gösterebilmektir. Yine gerçek saâdet, hayatın med ve cezirlerini olduğu gibi kabûl etmek, meşakkatlerine tahammül göstermek, yanlışların düzelmesi için gayret etmek, her şeyin güzel tarafını görmek, kahır içinde gizli lûtuflardan gâfil kalmayıp dâimâ Âlemlerin Rabbi’ne teslîm olmakla mümkündür.
Mevlânâ Hazretleri ne güzel buyurur:
“Senin iç dünyan bir misafirhâne gibidir. Sevinçler de kederler de gelip geçicidir. Ne sevinçlere aldan, ne de gamları dert edin! Gamlar sürûruna mânî olursa üzülme! Çünkü gamlar, -sabredersen- senin için sevinç ve neşe hazırlamaktadır.”]
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler 1, Erkam Yayınları

http://www.islamveihsan.com/kanaat-etmenin-fazileti.html