Tefekkür düşünmek demektir. Dinimizde kâinatı, varlıkları, kendini, Allah’ı düşünmek ve O’nun yarattığı varlıklardan, kainattaki eşsiz mükemmellikteki düzenden ders çıkarmak anlamına gelir. Peki Peygamber Efendimiz nasıl tefekkür ederdi? Nasıl tefekkür etmeliyiz? Tefekkür etmenin önemi, fazileti ve faydaları…
Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- sükûtu ve tefekkürü çok severdi.
PEYGAMBER EFENDİMİZ NASIL TEFEKKÜR EDERDİ?
O’nun bu uzletlerindeki ibadeti; tefekkür etmek, atası İbrahim -aleyhisselam- gibi göklerin ve yerin melekûtundan ibret almak ve Kâbe’yi seyretmekti.
O günlerde kâinât ve onun Hâlık’ı hakkında tefekkür eden Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- daha sonraki hayâtında da dâimâ tefekkür hâlinde idi.
Hind bin Ebî Hâle –radıyallahu anh- şöyle der:
“Nebiyy-i zî-şân Efendimiz, sürekli hüzünlü ve dâimâ düşünceli idi. Onun için rahatlık söz konusu değildi. Lüzumsuz yere hiç konuşmazdı. Sükûtu, konuşmasından daha uzun sürerdi. Söze başlarken de, sözü bitirirken de hep Allâh’ın ismini zikrederdi…” (İbn-i Sa’d, I, 422-423)
Nitekim Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- ümmetini tefekküre teşvik sadedinde şöyle buyurmuştur:
“Rabbim bana sükûtumun tefekkür olmasını emretti.” (İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi, XVI, 252/5838)
“Tefekkür gibi ibadet yoktur.” (Beyhakî, Şuab, IV, 157; Ali el-Müttakî, XVI, 121)
“Dünyada misafir gibi olun! Mescidleri ev ittihâz edinin!. Kalplerinizi rikkate alıştırın! Çok tefekkür edin ve çok ağlayın! Nefsânî arzularını sizi değiştirmesin!..” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 358)
Yine Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- Hazret-i İbrahim’e indirilen on suhuf’tan şunları nakleder:
“Akıl sahibinin belli saatleri olmalıdır: Vaktinin bir kısmını Rabbine duâ ve münâcâta, bir kısmını Yüce Allâh’ın sanat ve kudretini tefekküre, bir kısmını geçmişte işlediklerini muhâsebe etmeye ve gelecekte yapacaklarını plânlamaya, bir kısmını da helâlinden maîşetini kazanmaya ayırmalıdır.” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 167; İbn-i Esîr, el-Kâmil, I, 124)
Lokman -aleyhisselam- yalnız başına tenhâ bir yerde oturup tefekkür etmeyi çok sever ve bunu sık sık tekrarlardı.
Kendisine:
“–Sen umûmiyetle yalnız oturuyorsun. İnsanlarla oturup sohbette bulunsan daha münâsip olmaz
mı?” diye sorulduğunda şu cevabı verdi:
“–Uzun müddet yalnız kalmak, tefekküre daha müsaittir. Uzun süre tefekkürde bulunmak da, insanı Cennet’in yoluna sevk eden bir kılavuzdur.”
TEFEKKÜR ETMENİN FAZİLETİ
Ebu’d-Derdâ –radıyallahu anh-:
“Bir saat tefekkür; kırk gece nâfile ibadetten üstündür.” buyururdu. (Deylemî, II, 70-71, no: 2397, 2400)
Tâbiîn ulemâsından Saîd bin Müseyyeb Hazretlerine:
“−Hangi ibadet daha fazîletlidir?” diye sorulmuştu.
Şu cevâbı verdi:
“–Allâh’ın mahlûkâtı hakkında tefekkür ve dîni husûsunda tefakkuh/ince anlayış sahibi olmak.” (Bursevî, Rûhu’l-Beyân, [en-Nûr, 44])
Bişr-i Hâfî Hazretleri de tefekkürün ehemmiyetini şöyle ifâde ederdi: “İnsanlar Allah Teâlâ’nın azameti hakkında lâyıkıyla tefekkür etseler, O’na isyân edemez, günah işleyemezlerdi.” (İbn-i Kesir, I, 448, [Âl-i İmrân, 190])
Daha önce de ifâde ettiğimiz gibi, kişiyi Allâh’ın azametini idrâke götüren tefekkür, aklî bir faâliyettir. Bu faâliyeti kâmil bir neticeye ulaştıransa kalptir. Kalbimiz, en şerefli uzvumuz olduğuna göre, tabiî ki onun ameli de diğer uzuvların amellerinden faziletli olacaktır. Zira kalp, nazargâh-ı ilâhîdir.
Şu çok açık bir hakîkattir ki vahiyle terbiye edilmiş aklın tefekkürü, kalbi aydınlatan nurların ilk sermâyesi, basîret ve irfâna ulaştıran yolun yegâne vâsıtasıdır. Yine böyle bir tefekkür; ilme, zühde, mâsivâyı terk etmeye ve ilâhî muhabbete vesîledir.
NEYİ TEFEKKÜR ETMELİYİZ?
En faydalı tefekkür, ilâhî kudret, azamet ve hükümranlığı tefekkür etmektir. Bu sâyede insan, dünya hayâtını ıslâh etmeyi, âhiretine zarar verecek şeyleri terk etmeyi ve bunların yollarını düşünür.
Kişi Allâh’ın nîmetlerini, ihsanlarını, emir ve nehiylerini, isimlerini ve sıfatlarını tefekkür edince, kalbinde muhabbet ve mârifet filizleri yeşerir ve mânen seviye kazanmaya başlar. Âhireti, onun şerefini, ebedî oluşunu, dünyanın bir imtihan âlemi olduğunu ve fânîliğini düşününce, âhirete rağbeti artar ve dünyaya gereği kadar değer vermeye başlar. Dünyevî hayâtın, ana rahmiyle kabir arasında bir sürat koşusu olduğunu idrâk eder. Ömrün, âhiret saâdetini kazanmaya medâr olacak kıymetli bir sermâye olduğunu kavrayarak onu daha bereketli kılmak husûsundaki ciddiyet ve gayretini artırır. Vakitlerini ganimet bilir, onları hayırlı ve sâlih amellerle en güzel bir şekilde değerlendirme yoluna gider.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Tefekkür, Erkam Yayınları