Aile huzurunu baltalayan, saâdete gölge düşüren temel sebeplerden biri de memnuniyetsizliktir. Bu yüzden Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadîs-i şerîflerde bu mesele net bir şekilde ele alınmıştır.
Rabbimiz, Nisâ Sûresi 19. âyette şöyle buyurmuştur:
“…Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmadıysanız, olabilir ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız da Allah onda pek çok hayır yaratmış olur.”
“BEN”LİKTEN “BİZ” OLMAYA GEÇİŞ
Âyetin tefsiri kabîlinden bir hadîs-i şerîfte ise;
“Bir kimse karısına kin beslemesin, onun bir huyunu beğenmezse, bir başka huyunu beğenir.” (Müslim, Radâ, 61) ifadesi ile yol-yordam öğretilmiştir.
Tabii ki, bu durum, hanımların da kulaklarına küpe yapmaları gereken bir husustur.
İki farklı fert ve karşı cinsin, bir âile olmasının tamamen sancısız olmasını beklemek, toz pembe tablolar hayal etmek; insaf ve gerçek dışıdır. Kimi çizgi film veya filmlerde sergilenen, neredeyse kusursuz sevda ve birliktelikler, gençlerde maalesef o türden beklentilere yol açabilmektedir.
Romantizmin, hoşgörü ve nezâketin en üst seviyede yaşandığı hikâyelerle büyüyen gençler, gerçek hayatla karşılaştıklarında ciddî bocalamalarla yüz yüze gelebilmektedir. Hele kişide şımarıklık ve maymun iştahlılık da varsa, kimi zaman yuva kurmadan önce “Bir deneyelim bakalım, yürümezse boşanırız!” fikrine sahip olarak, baştan sakat bir tutumla yola çıkanlar giderek çoğalmakta, maalesef…
aile
Evlilik gibi ciddî bir müesseseye, büyüklerimizin tabiriyle “geçinmeye gönlü olmayan”“burnu Kaf Dağı’nda”fertler olarak adım atılınca, “ben”likten “biz” olmaya değil geçmek; geçmeye niyette bile sıkıntılar yaşanmaktadır.
Yukarıdaki âyette geçen “hoşlanmak” kavramının üzerinde bir müslüman olarak kafa yormak gerek önce… “Hoşlanmadığımız durumlar, gerçek problemler mi; yoksa bizim problemli bakış açımızdan kaynaklanan görme bozuklukları mı?” sorusuna cevap bulmalıyız. Yanlış numaralı ya da puslu gözlükle net görüş elde edilemeyeceği gibi, problemli bakış tarzıyla da sağlıklı tesbit yapılamaz. Kriterlerimiz, evlilik kurumuna yüklediğimiz misyon, bu hususta çok önemli mihenk taşları…
Hayat çizgimizde “pergelin sabit ayağı, Kur’ân ve Sünnet çizgisine oturtulmadıkça”, hevâ ve nefsten yana zikzaklar çizmemiz kaçınılmaz olacaktır.
MÜSLÜMAN AİLENİN FARKI NEREDE?
Meselâ dar bir geçimle imtihan edilen bir âile reisi düşünelim. “İyi günde, kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta…”diye başlayan klasik söz cümlelerine cân u gönülden ve belki de üzerinde fazla düşünmeden “evet” diyerek başlanan bir âile yuvasında, böyle bir maddî sıkıntı oluştuğunda, müslüman âilenin farkının ortaya çıkması gerekmez mi?
Ümmetinden olmakla şeref duyduğumuz Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in âile efrâdının, Medîne’ye geldiği günden vefat ettiği âna kadar üç gün arka arkaya buğday ekmeği ile karnını doyurmadığını[1], iki ayda üç hilâli görünceye dek evlerinde hiç ateş yanmadığı günler olduğunu[2] ve daha nice sıkıntılar içinde hayat sürdüklerini bilenlerin, maddî beklentilerini tekrar gözden geçirmesi gerekir şüphesiz…
Kâ’bına varılmayacak bu mütevâzî hayat hikâyelerini, pek çok hadîs-i şerîf ve siyer kitabı vesîlesiyle iç geçirerek okuyup, açlığın şiddetinden karnına taş bağlayan Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve ashâb-ı kirâmı yâd ederek gözleri dolanlar, dünyanın fânîliği ve yalan oluşu ile ilgili ilâhîleri vecdle dinleyenler, pratik hayattaki sonu gelmez dünyevî isteklerindeki çelişkiyi nasıl îzah edebilirler acaba? Âdeta sonu gelmeyip sürekli uzayan istek listeleriyle, eşlerini bunaltan ve bir türlü memnun da olmayan kişiler, yıldız sahabîlerle aralarındaki uçurumu fark etmiyorlar mı?
ailehukuku2
Böylesine mütevâzî hayatlarına rağmen, günümüze kıyasla çok mâsum bazı dünyevî isteklerde bulunduklarında, şu âyetle ikaz ediliyor Ümmetin Anneleri:
“Ey Peygamber! Eşlerine şöyle söyle: «Eğer dünya dirliğini ve süsünü (refahını) istiyorsanız; gelin, size boşanma bedellerinizi vereyim de sizi güzellikle salıvereyim. Yok, eğer Allâh’ı, Rasûl’ünü ve âhiret yurdunu istiyorsanız, muhakkak ki Allah, içinizden ihsan sahibi olan kadınlara büyük mükâfat hazırlamıştır.” (el-Ahzâb, 28-29)
TATLI BİR SÖZ VE SICAK BİR GÜLERYÜZ 
Tamamı, Allah ve Rasûl’ünü seve seve seçen Annelerimizin bu uyarılış tarzı, bizim de kendimize çeki düzen vermemizi gerektiriyor.
Beklenti listesi, her zaman dünya malı şeklinde olmayabilir elbette… Memnuniyetsizlik pek çok şekilde kendini gösterebilir. Meselâ evi, eşi ve çocukları için pek çok fedâkârlığa katlanan bir hanımın çabaları görmezden gelinerek eksik ve hatalarının büyütülüp yüzüne vurulması da hazin bir vâkıa… Akşama kadar bir çift tatlı söz ve sıcacık güler yüz umuduyla türlü yorgunluklara aldırmadan koşturan bir hanım ya da beyin çeşitli hata ve eksikleri sebebiyle sitem ve eleştirilere mâruz kaldığını düşünsenize… Ne büyük bir hayal kırıklığı olur kim bilir?! Bardağın boş tarafını görmek, meselelere dar pencerelerden bakıp bütünü keşfedememek bu olsa gerek…
Müşkülpesentlik, bir türlü memnun ve mutlu olamama, çoğu zaman bir karakter zaafı ve kişilik bozukluğu olarak kendini gösterir. Bu durumda olan kişiler, hayatı hem kendilerine, hem de sevdiklerine zorlaştırırlar. Nefis terbiyesi, gerektiğinde terapi ve tedavi ile çaresine bakılmazsa, bahsettiğimiz uzayıp giden listeler ve surat asma bahaneleri çoğu zaman bitmez maalesef… Ufkumuzu Güneş gibi aydınlatan Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in tavrı ise, bu tutuma taban tabana zıt… Engin hoşgörü, insanî hataları görmezden gelme, yüreklere inşirah veren dâimî mütebessim bir çehre ve her vaziyette güzellikleri görme çabası onun şiârı… Kendisinde, yüz çevrilen ölü köpeğin dişlerindeki güzelliği fark edecek kadar pozitif bakış açısında zirve… Bize yakışansa, yolunda ölmeye gayret olmalı, mü’min olarak…
Bu kısmın başında zikrettiğimiz Nisâ Sûresi’nin 19. âyet-i kerîmesini tefekkür etmeye dönelim bu noktada… Hoşlanmadığımız şeyde Allâh’ın pek çok hayır yaratmış olabileceği gerçeğine dikkatimiz çekilerek, kendi kendimize nasıl telkinde bulunabileceğimiz tâlim ediliyor. Bu hâliyle, hâdiselerin sadece görünen yüzüyle değil; esas perde arkasındaki mesajları ile ilgilenmemiz, bunu keşfetmek için fikir işçiliğine soyunmamız hususunda bir îkaz var âyet-i kerîmede…
DUA İLE BİRBİRİMİZİ DESTEKLEMELİYİZ
Çevremizdeki bütün gölge varlıklar, bizi yaratılış gayemize ulaştıracak vasıta ve basamaklar aslında… Bunu bilsek de bu vasıta ve basamaklar, zihnimizi, gönlümüzü gereğinden fazla meşgul ediyor, çoğu zaman… Araç olması gereken pek çok şey, gayeye dönüşüyor. Hâlbuki “hayat” denilen kişiye özel imtihanda birer soru, karşılaştığımız bütün hâdiseler… Hoşlandığımız hâdiselerde de şükür mü yoksa nankörlük ve rehâvet mi göstereceğimiz tartılıyor. Madem ki “esas hayat, âhiret hayatı”[3]; fânî hayatın çalkantılarındaki mesajları iyi okumaya çalışmak, bir soru üzerinde gereğinden fazla zaman kaybetmemek, başka sorularla puanlarımızı artırmaya gayret etmek akıllıca olan…
(Yazımın en başından sonuna kadar bütün tahlil ve tavsiyelerimi önce kendi nefsime yaptığımı, mü’min kardeşler olarak birbirimizi duâ ile desteklememiz gerektiğini de hatırlatmak isterim.)
Rabbimiz, kıyametten önceki son uyarıcısı olan Kur’ân-ı Kerîm ve Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- aracılığı ile temel ve umûmî mesajlarını iletmiş insanlık âlemine… Karakterimize, zaaf ve eksiklerimize yönelik bize has soruları ise, çevremizdeki insanlar; özellikle de en yakınlarımız aracılığı ile bize yönlendiriyor.
gec_evlilik2
Söyleyene takılmadan, söyletene gönlümüzü açabilirsek; kimi zaman egoist ya da kibirli benliğimizin burnunu sürtmek, Kaf Dağlarında fütursuzca dolaşan ayaklarını yere bastırmak gibi sayısız hikmet ve sebepleri, kendimizi geliştirdiğimiz ölçüde ve tabiî ki Mevlâ’mızın izin verdiği nisbette fark edebiliriz. Gerçek ve kalıcı kazanç, âhiret kazancı olduğuna göre, Allah Teâlâ’nın dikkatimizi yoğunlaştırmamızı istediği pek çok hayrı da o yönde vereceğini ummalıyız.
“İlâhî, ente maksûdî ve rıdâke matlûbî” (Ey Rabbim! Maksadım Sensin, isteğim de Senin rızândır.) cümlesini dille söylemenin yanında, hayatımıza yaygınlaştırdığımız sürece, gerçek huzur ve tevekkülü tatmaya yaklaşabiliriz, inşâallah…
Peygamberler, sahâbîler ve Allah dostlarının hayatlarında bu lezzeti tadıştan kaynaklanan bir engin gönüllülüğün pek çok misalini bulabiliriz.
BÖLÜŞÜLEN ŞÜKÜR VE MUTLULUK
“Bir olduklarında samanlığın seyran olduğu gönüller”, sadece sıradan ve avâm gönüller değildir diye düşünüyorum. Dünyadaki vakti açısından, kendisini “bir ağaç gölgesi altında dinlenen yolcu”ya benzeten Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ümmetinin vasfıdır, maddî ve mânevî kanaat hazinesine sahip olabilmek!.. Bölüşülen bir hurmada şükür ve mutluluğu paylaşabilmek… O kıvamdaki gönlün harcıdır sadece, Vahşî -radıyallâhu anh- için bile geçmişe bir şal örterek, beyaz bir sayfa açabilmek…
“Rabbimiz, bu geniş bahis üzerinde tefekkür ufkumuzu genişletsin ve râzı olacağı bir hâle büründürsün bizleri!..” diye duâ edelim ve Üstad Necip Fâzıl’ın şu güzelim sabır telkini ile bu maddeye son verelim:
Seni dağladılar, değil mi kalbim?Her yanın, içi su dolu kabarcık,Bulunmaz bu hâlden anlar bir ilim,Akıl yırtık çuval, sökük dağarcık…
Sensin gökten gelen oklara hedef,Oyası ateşle işlenen gergef,Çekme üç-beş günlük dünyada esef,Dayan kalbim, üç-beş nefes kadarcık…
DİPNOTLAR
[1] Buhârî, Eymân, 22; Müslim, Zühd, 22.
[2] Buhârî, Hibe, 1; Müslim, Zühd, 28. Ayrıntılı bilgi için bkz: Riyazu’s-Sâlihîn Şerhi (Cep boy), Erkam Yayınları,“Zühdün Üstünlüğü” bahsi (cilt 3, s: 220-306) ile “Açlığın ve Sade Yaşamanın Üstünlüğü” bahsi (cilt 3, s: 307-393)…[3] “Allâh’ım! Gerçek hayat, sadece âhiret hayatıdır.” (Buhârî, Rikâk, 1; Müslim, Cihad, 126)
Kaynak: Dîdar Meltem Erdem, Şebnem Dergisi, Sayı: 126