Doğal olarak saf atmosfer az veya çok miktarda, büyük bölümü suni olan yabancı maddelerin üretimi ile kirletilir. Bunların Bu kirleticilerin başında, özellikle enerji üretiminde kullanılan, Karbon kökenli yakıtlar petrol ürünleri ve endüstriyel kirleticiler gelmektedir. Özellikle Son yıllarda, endüstriyel aktivitenin, şehirleşmenin ve nüfusun artması ile kirletici maddelerin kullanımı ve miktarı da hızla artmaktadır.
Atmosfere dağılan kirleticiler katı, sıvı ve gaz halindedirler. Çeşitli kaynaklardan meydana gelen kirlilik maddeleri toz, is, sis, buhar, kül, duman vb. olarak havaya geçerler karışırlar. Atmosferdeki bu kirleticiler;
1. Kirletici kaynaklarından atmosfere doğrudan verilen kirleticiler (birincil kirleticiler),
2. Bu kirleticilerle, atmosferik özellikler arasındaki kimyasal olaylar sonucu oluşan kirleticiler (ikincil kirleticiler) olmak üzere iki şekilde bulunurlar.
FELAKET İLE GELEN DERMAN
Atmosferde doğal bir gaz olan karbondioksidin kayda değer bir oranda mevcut olmadığı görülmektedir. Zaten olsaydı, bu durum insanlar ve hayvanlar için öldürücü olurdu. Bununla birlikte, güneşten aldıkları enerji ile fotosentez yapmakta olan bitkiler karbondioksite şiddetle ihtiyaç duyarlar. Hatta bitkiler olmazsa dünyada hayatın olamayacağı değerlendirilmektedir. Peki, o zaman bitkiler karbondioksiti nereden alıyorlar? Bu cevap da çok ilginç! Çevreden ve havadan alıyorlar; az olanla yetiniyorlar. Şayet herhangi bir nedenle havadaki karbondioksit miktarı artarsa bitkiler onu hemen bünyelerine alarak coşarlar, hızla büyürler.
YANGINDAN SONRA ORTAYA ÇIKAN GAZLAR
Mesela büyük bir yangından sonra atmosfere karışan karbondioksit, bitkilerin coşmasına neden olur. Tabii bunun için bitkiler suya da ihtiyaç duyarlar. Yangınlarda ortaya çıkan bir diğer atık gaz da su buharı yani bulutların temel malzemesidir. Felaket, yaraları sarmak için gerekli ilacı da böylece sunmaktadır. Bu bir nevi hızla yerine koyma mekanizmasıdır. Hassas ve kararlı bir denge söz konusudur:
“Bitkiler ve ağaçlar O’nun buyruğuna boyun eğerler. Göğü yükseltti ve ölçüyü koydu. Sakın dengeyi bozmayın.” (Rahman, 6-8). Dikkat edilmesi gereken çok önemli bir husus da söz konusu dengenin bozulması neticesinde oluşabilecek su ve hava kirliliğinin geri dönülmez yıkımlara yol açabileceğidir.
SU NASIL BİR MADDEDİR?
Şu ana kadar verdiğimiz atmosferik karışım oranları esas itibarı ile kuru hava içindi. Su buharı da elbette havaya karışabilmektedir. Gaz halindeki su (H2O: 18 g/mol) havadan hafiftir. Dolayısıyla su, atmosfer içinde yükselerek soğuk üst tabakalara ulaşır. Burada konsantrasyonu artıp bulutlar yeterince yoğunlaşınca da yoğuşarak yağmur veya kar halinde yere iner. Şayet su buharı havadan hafif olmasaydı ve yukarıdaki soğuk tabakalarda yoğuşmasaydı yağmurlar, dolayısıyla bizim bildiğimiz anlamıyla hayat, var olamazdı. Bu noktada, 1 bar mertebesindeki hava basıncı seviyesinin de bu döngünün gerçekleşmesi için uygun düzeyde olduğunu ifade etmekte fayda var.
Peki, hafif elementler, mesela Helyum (He: 4 g/mol) neden uçup, dünyadan uzaklaşıp uzayda kaybolmuyorlar? Burada da cevap ilginç! Uçuyorlar; kayboluyorlar. Yani meteoroloji balonlarında veya ince sesle konuşmak için eğlencelerde harcanan helyum yerine konmuyor. Evrende çokça bulunan helyum bir soy gaz olduğu, bileşik olmadığı için uçunca gidiyor; devamı olmuyor. İnsanlık halen kayaların arasında sıkışmış doğal gazı ve helyumu çıkarıp kullanıyor ama o da tükenirse helyumsuz kalırız. Bu nedenle, gelecekte bilhassa bilimsel çalışmalar için çok değerli olması muhtemel olan bu gazı eğlence için harcamak aslında ciddi bir israftır.
Kaynak: Altınoluk Dergisi,  Sayı: 401