24 Ağustos 2013 Cumartesi

Derdi büyütmek değil, derdi eritmek lazım!..


Hekimoğlu İsmail
 

 

Derdi büyütmek değil, derdi eritmek lazım!..

 
 
Birisi bana dertlerini anlatınca dikkat ediyorum; on derdin dokuzunu kendisi icat etmiş. Aslında derdi bir tane…
 
Bunu kendi hayatımda da yaşadım. Mesela hastalandım; derdim bir tane. Şimdi diğer dertleri icat edeyim: “Eyvah! Mahvoldum, bittim, artık bir iş yapamam. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!”
 
Bunların hepsi icat edilmiş dertlerdir.
 
Bir de şu yol var: “İnsan halden hale girecek ki Allah’ın hâkimiyetini anlasın. Hastalık olacak ki Allah’ın Şafi sıfatı tecelli etsin, hasta şifa bulsun. Felaket zannedilen haller, belki rahmettir. Herhalde Allah’a iman edip, O’na itaat edersem dünya imtihanını kazanırım. Kul olarak ahirete giderim.”
Bakınız, dert icat etmek yerine hadiseyi olduğu gibi kabul edince hasta yatağı bile tekkeye döndü, hasta zâkir oldu; teslimiyetin huzurunu yaşadı. Demek ki derdi büyütmek yerine derdi eritmek lazım…
 
Diğer yandan derdini büyüten kalp doktoru kriz geçirince dedi ki; “Bu kalp krizinin nelere sebebiyet vereceğini bildiğimden dolayı çok huzursuzum. Ölüm kapıda…” İşte bu doktor arkadaş da kendine dert icat etti. Bilgisiyle mantık yürütürken çile çekti…
 
Bir şehirde afet yaşandı. Adamın biri, “Biz bittik artık! Bu memleket düzelmez bir daha!” diyerek her şeyini bırakıp göç etti. Bazıları da, “Evimiz yıkıldıysa tarlamız duruyor.” diyerek çadırda yaşayıp, tarlayı ekip biçtiler. Devlet de yardım edince hallerini düzelttiler. “Biz bittik!” diyen adam bitti; gittiği yerde belki istediği düzeni kuramadı…  
 
Sakat bir akrabam, ayakkabı tamir ederek geçinirdi. Başkaları onun haline üzülürdü amma ben onun isyan ettiğine hiç rastlamadım.  “Allah’ın rahmeti, merhameti sonsuzdur. Bu halime sabredersem dünyamı da ahiretimi de cennet ederim.” diyordu. Bir imamın kızıyla evlendi. Çocukları, evi oldu. Çok iyi bir hayat yaşadı. Bu akrabam derdine dert katmamış, olduğu gibi kabul etmişti. Dış dünyası zor amma iç dünyasına cennet havası vermişti Allah!..
 
Bir arkadaşım vardı. Aşırı sinirliydi. Bu sinirli haliyle her türlü derdini birden bine çıkarırdı. Çocuğu en ufak bir kabahat işlese, şiddet uygulardı. Bir gün ona dedim ki: “Kardeşim, iri yarı, aslan gibi adamsın. Karşındaki zavallı aciz bir çocuk. Terbiye ruh işidir, dayakla olmaz. Hem camiye gidiyorsun, hem çocuğunu dövüyorsun. Hangi dine göre bunu yapıyorsun?”
 
Beni dinledi. Ona çay ikram ettim. Biraz sakinleşti. Sonra tatlıcıya götürdüm. Bir kilo baklava aldım. “Bunu al, evine git. ‘Gel evladım, baklava yiyelim.’ de. Havayı yumuşat.” dedim. Aile hayatında helalle mücadele edilirse ufak sorunlar büyür. Ev, çocuklara da eşlere de çekilmez gelir.
 
Derdi büyütmek, şikâyet-lenmek, şuursuz insanların işidir. Dikkat etse görecek ki, şükredecek çok şey var. Adam en lüks uçaklarla göklerde uçuyor, yerdeki derdin acısıyla havada kıvranıyor. Öbür adam köyünün yolunda yırtık ayakkabısıyla yürüyor, amma içinde bir huzur… O köylüyü dinlesek belki derdi çoktur amma derdini büyütmüyor, belki eritiyor…
 
Dünya, savaşlar içinde. İnsanlar her türlü haksızlığa uğrarken bizler rahatız. O insanların zulümden kurtulmaları için dua ederken, diğer taraftan da şükretmeliyiz. Derde odaklanacağına hayatın iyi taraflarını görmek lazım. Yangın yerinden geçen, başını çevirip bahçelere, bağlara bakmalıdır; bilmelidir ki bu yangın yeri de yarın bağ bahçe olacak…
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder