27 Ekim 2015 Salı

Ahmed Şahin - Sahabe soruyor: Kucaklaşma zamanı gelmedi mi?

Ahmed Şahin - Sahabe soruyor: Kucaklaşma zamanı gelmedi mi?


Ahmed Şahin
 
 
AİLE-SAĞLIK

 

Sahabe soruyor: Kucaklaşma zamanı gelmedi mi?


Birlik beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu tartışmalı devrede, sahabenin Sıffin Savaşı'ndan sonra sorduğu bu tarihi ‘Kucaklaşma zamanı gelmedi mi?' sorusunu biz de kendi nefisimize sorsak mı acaba diye düşündüm.

İsterseniz bu tarihi olayın özetini Kütüb-ü Sitte'den bir daha okuyalım. Bakalım kucaklaşma zamanımız gelmiş mi, yoksa gelip geçmiş de biz farkında değil miyiz bir daha düşünelim.

Hz. Ali (ra) Efendimiz'le Hz. Muaviye arasında cereyan eden 657'deki Sıffin Savaşı'ndan sonraki acılı günlerden biriydi. Mescid-i Saadet'e gelen Hz. Hüseyin, selam verip bir köşeye çekilerek oturmuştu. Selamı alan Amr bin As'ın oğlu Abdullah ise yanındakilere eğilerek:

-Şu zatı görüyorsunuz ya, dedi, melekler şu an yeryüzündeki insanların en hayırlısının bu olduğuna kanidirler. Ne yazık ki böyle en hayırlı insan benimle küs duruyor, konuşmuyor. Sahralar dolusu koyunum olsa benimle konuşması için müjde olarak verirdim doğrusu!

Bu değerlendirmeyi dikkatle dinleyen sahabe Ebu Said el Hudri:

-Madem Hüseyin'in şu anki yeryüzü halkının en hayırlısı olduğuna inanıyorsun, öyle ise ben sizi barıştırmak için görev alırım, diyerek araya girme sözü verdi. Ertesi gün Abdullah'la birlikte Hz. Hüseyin'in yanına gittiler. Kendisi huzura önce girdi, Abdullah'ı da ısrardan sonra kabul ettirdi. Büyük bir saygı ile içeri girip kapıya yakın yere diz çökerek oturan Abdullah'a Hz. Hüseyin'den ilk soru şöyle geldi:

-Benim şu anki yeryüzü halkının en hayırlısı olduğumu söylemişsin, bu doğru mu?

-Elbette doğru. Onda hiç şüphem yoktur.

-Madem öyledir, Sıffin'de neden Muaviye tarafında yer alıp babama karşı savaştın? Halbuki babam benden de hayırlıydı?

Böyle bir sorunun geleceğini bekleyen Abdullah, iki dizi üzerine gelerek:

-Resulullah'ın(sav) aziz evladı, lütfen beni birazcık dinle, sonra vereceğin karara gönülden razıyım, onu da bil, dedikten sonra Sıffin Savaşı'nda nasıl karşılarında yer aldığını anlatan şu önemli açıklamayı yaptı. “Babam Amr bin As, vaktiyle benim elimden tutarak senin şanı yüce deden Resulullah'ın huzuruna götürüp şikâyet ederek: Ya Rasulallah dedi, bu oğlum Abdullah ibadette aşırı gidiyor, bütün gece namaz kılıyor, bütün gün de oruçlu bulunuyor. Bu kadar ileri gitme diyorum, itaat etmiyor, beni de dinlemiyor, deyince, senin şanı yüce deden bana: Abdullah, dedi, ben de gece namaz kılarım, ama uyurum da, ben de gündüz oruç tutarım ama yerim de. Sen de öyle yap, bu kadar aşırı gitme! Bundan sonra da hiç unutamadığım şu tembihte de bulunmuştu: Abdullah, sakın babana itaatsizlik edip de sözünden dışarı çıkma!” İşte beni Sıffin'de size karşı getiren, aziz dedenin bu tembihidir. Ben babamla birçok savaşlarda birlikte oldum. Şam'ın, Filistin'in, Mısır'ın fethinde yanından ayrılmadım. Çok da faydalı oldum. Ama Sıffin'e gelince orada durdum, yanında yer almaktan kaçındım. Buradaki cephe, bundan öncekiler gibi yabancılardan oluşmuyordu çünkü! Bunun üzerine babam bana ısrar etti, babaya itaat etmem gerektiğini Resulullah'ın söylediğini hatırlattı. Ben de o tembihe karşı gelmiş olmamak için babamın yanında yer aldım, dolayısıyla size karşı düşmüş oldum. Ancak şunu kesinlikle söyleyebilirim ki, asla ok atmadım, asla kırıcı bir söz söylemedim. Sadece babama itaatsizlik etmiş olmamak için yanında bulundum, hepsi o kadar! Abdullah, sözlerine şunu da ekler: “Buna rağmen keşke ben katıldığım önceki savaşlardan birinde ölseydim de Sıffin'de sizin karşınızda yer almış duruma düşmeseydim. Gece gündüz bunun pişmanlığını duymakta, her fırsatta tövbe istiğfarımı yapmaktayım!”

Bu sözlerden sonra Hz. Hüseyin'in yüzünde tebessüm işaretleri görülür.

- Allah, herkesin niyetini bizden iyi bilir, der.

Bu sırada araya giren barışçı Ebu Said el Hudri'nin teklifi duyulur:

-Kucaklaşma zamanı gelmedi mi?

Abdullah, oturduğu yerden saygıyla kalkarak Hz. Hüseyin'e doğru yürür, muhabbetle kollar açılır, kalpler sevgi ile dolarak kucaklaşırlar, küs duran Müslümanlara savaş sonrasında böyle barış örneği vermiş olurlar.

Bilmem bu tarihî kucaklaşma tüm müminlere de bir şeyler söylemiş oluyor mu? Artık bizim de kucaklaşma günlerine geldiğimizi hatırlatmış sayılıyor mu? Hadis-i şerifler de bunu mu ifade ediyor: “Birlikte rahmet, ayrılıkta ise azap vardır!” “Allah'ın yardımı, birlikte olanlar üzerinedir!” “Kamil mümin, anlaşan ve anlaştıran kimsedir!”

Fatebiru ya ülil ebsar! Düşünün ey basiret sahipleri! Yok mu bizde de anlaşan, anlaştıran kamil müminler, sahabe gibi aramıza girip de ‘Kucaklaşma zamanı gelmedi mi daha?' diye sorabilen barıştırıcı Ebu Said el Hudri'ler?
 
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder