2 Şubat 2017 Perşembe

İRADE

 İRADE

 

‘İrade’, istemek, dilemek, meyletmek, arzulamak ve karar vermek üzere yönelmek anlamındadır.

 

Kelam ilminde Allah (c.c.)’ın bir sıfatı ve aynı zamanda insanın bir özelliği olarak ele alınmıştır. Allah (c.c.)’ın sıfatı olarak irade; O’nu diğer sıfatlarıyla beraber tanımlar. Allah (c.c.) nasıl her şeyin kusursuz ve en mükemmeline sahip ise ve her konuda mutlak kemâlin O’na ait olduğu benimsenmek gerekiyorsa; irade konusunda da Allah (c.c.) mutlak irade sahibidir. Yani Allah (c.c.)’ın iradesini kısıtlayan, onu tehdit eden her hangi bir başka irade söz konusu olamaz. Öyleyse Allah (c.c.)’ın iradesi bütün yaratıklar üzerinde mutlak surette geçerlidir. Bu konudaki Kur’an ayetleri şöyledir:

“Rabbin şüphesiz irade ettiği şeyi kolaylıkla yapabilen ve yerine getirebilendir.” [1]

 

“Allah her şeyi dilediği zaman, onun buyruğu sadece o şeye “ol” demektir. O da hemen olur.” [2]

 

“Rabbin dilediğini yaratır ve seçer.” [3]

 

“Şüphe yok ki, Allah dilediğine hükmeder.” [4]

 

Allah (c.c.)’ın iradesi bütün yaratılmışlar, yani bütün varlıklar üzerinde geçerli ise, nasıl oluyor da insanın da bir iradeye sahip olduğu söylenebiliyor? Bu noktada İslâm tarihinin çok erken dönemlerinden itibaren meydana gelen tartışmalar, iki-üç asır devam etmiş ve sonunda hicri dördüncü asırdan itibaren belli bir kararlılık bulunmuştur. Ehl-i sünnet kelamcılarına göre, Allah (c.c.) mutlak (kesin ve tartışmasız) irade sahibidir. Bu mutlak irade, ayrım gözetmeksizin bütün varlıklar üzerinde egemendir. Fakat insanın da dünyada sınanabilmesi için, belirli bir güce ve seçme hakkına sahip olması gereklidir ki, yaptıklarından sorumlu tutulabilsin. Şu halde insanı belirli bir fiili yapmaya niyetlendiği zaman ilahi iradenin kulun fiillerini halk etmesi esnasında İrade-i Külliyeye katılır, yani onu kesb eder. İşte insan bu kesbi (kazanması) dolayısıyla sorumluluğu üzerine almaktadır. Bu sorumluluğu yüklenip iradesini kullanmaya da ihtiyar denilir.  

          

                                               İrade-i Külliyye ve İrade-i Cüz’iyye

 

İslâm inancındaki belli başlı konulardan biri de irade-i külliyye konusudur. Kelam ilmindeki ıstılahi anlamı; bütün yaratılmışların üzerindeki tek ve mutlak bir iradenin, yani Allah (c.c.)’ın iradesinin bulunduğudur. Bütün yaratıklar (ister canlı, ister cansız olsun) bu ‘ilâhi irade’ye boyun eğerler.

 

İslâm akaidinde tevhid, bütün inanç sisteminin merkezidir. Her şey tek bir ilahî kaynaktan vücut bulmuştur. Bütün evrenin Allah (c.c.) karşısında pasif olduğu düşünülürse, her fiilin Allah (c.c.) tarafından “halk” edilmiş (yaratılmış) olması da doğaldır. Fakat insanoğlunun yaratılma hikmeti, onun bu dünyada bir sınava tabi tutulması olduğu için, kullara da bir çeşit irade verilmiştir. İşte buna Kelam ilminde “İrade-i Cüz’iyye” denilmektedir. Burada İslâm tarihinde çokça tartışılmış bir konuya geliyoruz. İlk kelam tartışmalarını başlatan Mü’tezile ekolü, insanın kendi fiillerinin yaratıcısı olduğunu savunmuş ve ilahi iradenin (irade-i külliyye) insanı bu dünyadaki fiillerinde serbest bıraktığını söylemiştir. Buna karşılık bir diğer ekol olan Cebriyye, insanın hiçbir iradeye sahip bulunmadığını, onun bütün yapıp ettiklerinin irade-i külliyye ait olduğunu iddia etmektedir. Her ikisinden de ayrılan Ehl-i Sünnet akaidi ise, orta yolu tutarak şunları ileri sürmüştür. Her ne kadar Allah Teala, bütün fiillerin yaratıcısı ise de, kullarını bir takım hükümler ve ödevlerle yükümlü tutmuş olduğundan, bunları yerine getirmeleri için onlara bir irade de bağışlamıştır. İnsan iyiyi de kötüyü de yapar. Dilerse Allah (c.c.)’ın istemediği bir iş yapar; dilerse onun arzuladığı bir işi yapar. Şu kadar ki; ne zaman kendi iradesini bir fiil yapmaya yöneltirse o zaman Allah’u Teala o fiili yaratır. Bu durumda o fiili Allah (c.c.)’ın kudreti yaratmıştır. Fakat, insanın iradesi de o fiili isteme suretiyle o fiile ortak olmuştur. İşte buna, yani irade-i cüz’iyyenin (kulun iradesinin) ilahi fiile katılışına “kesb” denir. Aksi takdirde, bu kişinin fiilde hiçbir katkısının olmaması, zulmü gerektirir ki, bu Cenab-ı Hakk’a noksanlık izafe etmek anlamına gelir. Mu’tezile’nin ileri sürdüğü ve fiillerini yalnız insanın yarattığı görüşü ise, İrade-i külliye haricinde ona denk başka bir irade kabul etmek demektir ki, buda şirk anlamına gelir. Şu halde ehl-i sünnetin görüşü bu ikisinden de ayrılır. İnsan irade sahibidir; fakat aynı zamanda daha külli bir irade tarafından kuşatılmıştır. Bu sebeple yerine getirdiği fiiller, kendisinin seçmesi, Hak Teala’nın yaratması ve bu ikisinin neticesinde kulun bu yaratılan fiili kesb etmesi şeklinde ortaya çıkar. [5]

Allah Teâla, bu manadaki iradesini, ilâhi bir lutfu olarak kullarının iradesine bağlamıştır. Kul neyi dilerse Allah onu irâde edip kulun isteğine uygun olarak yaratır. Kul da yaptığı şeyleri kendi hür iradesiyle yaptığı için sorumlu olur.

Allah Teâlâ, kulun isteğine ve çalışmasına göre hayrı da irade eder, şerri de. Fakat hayrı rızası var iken; şerre rızası yoktur. [6]

 



[1] Hud sûresi,  11/107.
[2] Yasin sûresi,  36/82.
[3] Kasas sûresi,  28/68.
[4] Maide sûresi,  5/1.
[5] Şamil İslâm Ansiklopedisi.
[6] Maturidiyye Akaidi, Nureddin Sabuni, Terc. Bekir Topaloğlu,
 
BU YAZI  AŞAĞIDAKİ  SİTEDEN ALINMIŞTIR:
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder