Zaman, belli bir ölçüde yaratılmıştır. Yıllar, aylar, günler ve saatler, belli bir seyir içerisinde deveran etmektedir. Zamanın uzayıp kısalması gibi bir durum söz konusu değildir. Ancak; verimli ve şuurlu kullanılması hâlinde, zamanın artmasına şahit olmak mümkündür.
İnsan, yaratılışı itibarı ile birçok şeye ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaçlarını; tarım toplumlarında ekerek biçerek karşılarken, sanayi toplumlarında üreterek veya üretim yapan müesseselerde çalışarak karşılamıştır. İhtiyaç duyduğu bu maddeleri temin ederken; kanaat ehli olan insanlar, ihtiyaçlarını karşılama noktasında ölçülü davranmışlardır. Açgözlü ve tamahkâr insanlar ise; bu ölçülere riâyet etmeyip, hep daha fazla kazanmak, daha fazla harcamak üzerine bir hayat şekli seçmişlerdir.
İnsan; elinde olan imkânları ticaret veya farklı yollarla artırmaya da çalışmıştır. İşte tam da burada bir mefhum devreye girmiştir ki, bu mefhumun rakamlarla îzâhı mümkün değildir.
İstediği her şeye ulaşabilme imkânına sahip olan, elinde olmayan parayı harcamayı alışkanlık hâline getirmiş, modern(!) insan için bu mefhum yabancı olsa da; geçmişte, bugünde ve gelecekte bu mefhumun hükmü devam edecektir.
Lügatte; bolluk, çokluk, feyiz, Allah’tan gelen hayrın bir nesnede görünmesi ve devam etmesi, artıp çoğalması olarak tarif edilen bereket; sadece iktisâdî sahada değil, hayatın her alanında görülebilmektedir. Ancak; bu bereketi müşâhede edebilmek için, elbette belli şartların oluşması ve gayret gösterilmesi gerektiğinin de altını çizmek gerekiyor. Bu alanlardan bazılarına şöylece bakalım:
ZAMANDA BEREKET
Zaman, belli bir ölçüde yaratılmıştır. Yıllar, aylar, günler ve saatler, belli bir seyir içerisinde deveran etmektedir. Zamanın uzayıp kısalması gibi bir durum söz konusu değildir. Ancak; verimli ve şuurlu kullanılması hâlinde, zamanın artmasına şahit olmak mümkündür. Büyüklerimizin; «Az uyu çok yaşa!» demeleri boşuna değildir. Bu bereketi yakalamak için; erken yatmak, erken kalkmak ve seher vakitlerini iyi değerlendirmek gerekmektedir. Özellikle gecelerin ihyâ edilmesi çok önemlidir. Bunun yolu, gecenin zenginliği ile kendimizi ihyâ ve tefekkür etmektir.
MALDA BEREKET
Allah Teâlâ alışverişi ve ticareti helâl, fâizi haram kılmıştır. Malın bereketi çokluğu ile değil, helâl ve temiz olması ile ölçülür. Şayet mal; helâl yollardan kazanılmış ve zekâtı verilerek, içerisinde hiç kimsenin hakkının kalmaması temin edilmişse, haram yollardan kazanılmış dünya dolusu maldan daha kıymetlidir. Bir malın bereketini görmek için, o maldan ne kadar infâk edildiğine bakmak yeterli olacaktır.
ÖMÜRDE BEREKET
İnsan ömrü, sınırlıdır ve bir sonu vardır. Yaratılmış hiçbir insan, bu dünyada bâkî değildir. Yaşadığımız çağda; ortalama bir insan ömrü, altmış veya yetmiş sene kadardır. Bu zaman dolunca ebedî âleme göç edip, ardında bir sürü yarım iş bırakmaktadır. Mezarlıklar; işlerini yarım, eşlerini yalnız bırakan milyonlarla doludur. İnsan; kendisine verilen sınırlı ömrü, şayet gündelik işler ve geçinebilme telâşına, dünyalık işlere ayırmışsa, vay o insanın hâline!..
Böyle insanlar, hayatlarından zevk alamazlar. Zira sadece dünya için yaşamışlardır. Dolayısıyla istediklerine de kısmî olarak ulaşmışlardır. Bu insanlara; ömürlerini nasıl geçirdiklerine dair soru sorsanız, size anlatacakları çok şeyleri olmayacaktır.
Bazı insanlar da var ki; kendilerine ikram edilmiş bu kısacık ömrü, öylesine dolu dolu yaşıyorlar ve öyle hayırlı çalışmalara harcıyorlar ki, değil bir ömre, birkaç ömre sığacak işleri, nasıl bir ömre sığdırdıklarını hayretler içerisinde izliyorsunuz. «Bu insanların sırrı nedir?» diye baktığınızda; kendilerine verilen zamanın kıymetini bilmeleri, ömürlerini bir emânet olarak yaşamaları ve bu ömrü Allah -celle celâlühû- yoluna vakfetmelerinden dolayı bunun gerçekleştiğini görüyorsunuz. Böyle vakıf insanlara Allah Teâlâ; zaman içerisinde zaman, imkân içerisinde imkânlar yaratıyor, yeter ki ömür boş yere harcanmasın.
SÖZDE BEREKET
Biz inanıyoruz ki; bazen söyleyenden, bazen dinleyenden, bazen söylenen şeyin samimiyetinden ve yaşanmasından dolayı hâsıl olan, dil ile ifade edilemeyen ancak, mutlak mânâda hissedilen ve yaşanan bir şey vardır. Bunun adına bazen rahmet bazen feyiz bazen de bereket diyoruz.
Kimi insanlar var ki; ömürleri boyunca çalışırlar ancak, seslerini çevrelerinde yaşayan sınırlı insandan başkasına duyuramazlar. Ancak, bazı insanlar da var ki; söyledikleri söz hem yaşadıkları coğrafyanın hem de yaşadıkları çağın sınırlarını aşarak, asırlar sonrasına bile ulaşabiliyor. Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-’ın insanları hacca çağırmasının sesi, hâlen kulaklara ulaşmaya devam ediyor. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in insanları tevhîde çağıran sesi, hâlen tazeliğini koruyor ve kıyâmete kadar da korumaya devam edecektir.
İşin sırrı; hangi nimet, verenin yoluna vakfedilmiş ve O’nun dînine hizmet etmek için kullanılmışsa, onun ziyâdeleştiği müşâhede edilmiştir. Ne ki Allah yoluna harcanmışsa, bereketlenmiştir.
Sırra erenlere ve ona teslim olanlara selâm olsun!..
Kaynak: Raif Koçak, Yüzakı Dergisi

http://www.islamveihsan.com/modern-insanin-unuttugu-haslet.html