TEFEKKÜR NEDİR? NASIL TEFEKKÜR EDİLİR?
Düşünmek anlamına gelen tefekkür hakkında Ebu’d-Derdâ –radıyallâhu anh– da şöyle buyuruyor: “Bir saat tefekkür; kırk gece nâfile ibâdetten üstündür.” Peki tefekkürü nasıl yapmalıyız? Örnekleri ile birlikte istifadenize sunuyoruz.
TEFEKKÜR İLE İLİGİLİ BAZI AYTETLER
Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede:
“Onlar ki, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken Allâhʼı zikrederler…” (Âl-i İmrân, 191) buyurmaktadır.
İnsan, her an bu hâllerden biri üzere bulunduğuna göre, demek ki Rabbimiz, biz kullarını yalnız ibadetler esnâsında değil, her hâlükârda, dâimî zikir hâlinde bulunmaya dâvet etmektedir.
Aynı âyet-i kerîmenin devamında da şöyle buyurmaktadır:
“…Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve şöyle derler:) «Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Senʼi tesbîh ederiz. Bizi Cehennem azâbından koru!»” (Âl-i İmrân, 191)
Yani zikrin kemâline erebilmemiz için, kâinatta sergilenen ilâhî kudret ve azamet tecellîleri üzerinde, tefekkür derinliği kazanmamız lâzım gelmektedir.
Hakîkaten, bu tefekkür neticesinde kulun kendi hiçlik ve acziyetini idrâk etmesi; kalbinde derûnî ürperişlerle, haşyet ve hayret duygularının neşv ü nemâ bulmasına vesîle olur.
TEFEKKÜR NEDİR?
Hayret; kulun bilmediği yahut aklının kavrayamadığı ilâhî sır ve hikmetler karşısında şaşırıp kalması, mânen istiğrak hâline bürünmesidir. Selîm bir kalp ve akılla tefekkür eden bir müʼmin için, kâinatta sergilenen ilâhî kudret tecellîlerinin hangisi hayrete şâyan değildir ki?
İbret nazarıyla baktığımızda; insanın yaratılış safhaları, vücudumuzdaki muhteşem sistemler; çevremizdeki bitkiler, hayvanlar, yeryüzü, gökyüzü, atmosfer, bunlarla temin edilen, son derece hassas ekolojik denge vs… Gözle görülemeyen atomun çekirdeğindeki nötron, proton, bunların mihveri olan elektron ve onun müthiş deverânı; fezâdaki Güneş, Ay, galaksiler, trilyonlarca yıldızın idrak sınırlarımızı zorlayan ve aşan mesafeleri, hacimleri, sirkülasyonları…
Velhâsıl mikrodan, makroya bütün bir kâinat, onları yoktan var eden Yüce Hâlıkʼımızın sonsuz sır, hikmet, ilim, kudret ve azametini haykıran eserler, deliller, yani fiilî âyetler durumunda…
Bir düşünecek olursak:
HAYVANLARI TEFEKKÜR
Bir filin içine milyonlarca karınca konulsa yine de dolmaz. Lâkin filin hayâtiyetini temin eden organlar, bir karıncanın, hattâ ondan daha küçük canlıların içinde de var.
BİTKİLERİ TEFEKKÜR
RIZKIMIZI TEFEKKÜR
Fakat Cenâb-ı Hak ne yüce bir kudret sahibidir ki, bu sınırlı toprağı sonsuz bir istihâle ile, yani sürekli bir değişim ve dönüşümle, bütün canlıları doyuracak gıdâların kaynağı kılmaktadır. Üstelik her mahlûkâta da ayrı ayrı sofralar kurulmaktadır. Zira bir canlının yiyebildiklerini, bir başka canlı yiyemez. Tavuğun gıdâsı ayrı, koyunun gıdâsı ayrı, insanın gıdâsı ayrıdır…
SUYU TEFEKKÜR
“Dileseydik onu acı bir su yapardık. O hâlde şükretmeniz gerekmez mi?”(el-Vâkıa, 70) buyuruyor.
Diğer bir âyet-i kerîmede ise:
“De ki: Suyunuz çekiliverse, söyleyin bakalım, size kim bir akar su getirebilir?” (el-Mülk, 30) buyuruyor. Hakîkaten, öyle bir durumda ne yapabilirdik?!.
Yine bir bardak suyun mâcerâsı, yani yaratıldığı andan bugüne kadar yeryüzü ile gökyüzü arasındaki gidiş-gelişi, içinden geçtiği canlı-cansız varlıklar, gezip dolaştığı coğrafyalar yazılacak olsa, kitaplara sığmazdı.
KÂİNÂTI TEFEKKÜR
Rabbimiz bu hususa da dikkatlerimizi çekerek şöyle buyuruyor:
“O ki, birbiri ile âhenktar yedi göğü yaratmıştır. Rahmân olan Allâhʼın yaratmasında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun? Sonra gözünü tekrar tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin hâlde sana dönecektir.” (el-Mülk, 3-4)
Velhâsıl, bu kâinâtı ibret nazarıyla seyre çıkan gözler, hayretle geri dönerler. Nitekim, kâinatta sergilenen ilâhî sanat eserlerini ibretle temâşâ eden 19. asrın büyük şâirlerinden Ziyâ Paşa da hissiyâtını şu şekilde şiire dökmüştür:
Sübhâne men tehayyera fî sun‘ihi’l-ukûl
Sübhâne men bi-kudratihî ya‘cizu’l-fuhûl
“Sanatı karşısında akılların hayrete düştüğü, kudretiyle en üstün âlimleri bile âciz bırakan Allah Teâlâ’yı tesbîh ederim.”
Diğer bir beytinde de:
İdrâk-i meâlî bu küçük akla gerekmez,
Zîrâ bu terâzî bu kadar sıkleti çekmez.
diyerek ilâhî kudretin azameti karşısında beşerin âcizliğini dile getirmiştir.
TEFEKKÜR SONRASI RABBİMİZİ MEDH Ü SENÂ
Bizler de, akılları âciz bırakan ilâhî sanat hârikaları karşısında Rabbimizʼin rahmetine sığınarak;
“‒Aman yâ Rabbi! Sen ne yücesin! Senʼi her türlü noksanlıktan tenzîh ederiz. Bizler Senʼi lâyıkıyla medh ü senâ etmekten ve Senʼin azametine yaraşır bir kullukta bulunmaktan âciziz! Sana ne kadar hamd ü senâda bulunsak azdır. Sen bizim kulluk ve mârifetimizdeki noksanlığımızı, hamd ve şükrümüzdeki âcizliğimizi bağışla!..” niyâzında bulunmalıyız.
Sonra da, zuhûrunun şiddetinden gâib olan Rabbimizʼe hayranlık hissiyâtı içinde; tesbih, tahmid, tekbir, tehlil ve tâzimde bulunmalıyız. Gözümüzün gördüğü, kulağımızın işittiği her şeyde Cenâb-ı Hakkʼı hatırlayıp kalp rikkati ve tefekkür derinliği kazanmalıyız.
Böylesine derin bir tefekkür ile kendini her an huzûr-i ilâhîde bilme neticesinde kalpte hâsıl olan hayret hâlinin, Muhammed Pârisâ Hazretleri’ndeki tezâhürlerinden biri şöyledir:
Muhammed Pârisâ Hazretleri, yatsı namazından sonra mescidin avlusunda asâsını göğsüne dayayıp bir miktar dururlar, yakınlarıyla ayaküstü kısa bir sohbetten sonra kendinden geçip öylece kalırlardı. Çok defa vâkî olan bu hâl, o kadar uzun sürerdi ki, müezzin sabah ezanını okurken tekrar hareket eder ve sabah namazını kılmak için yine mescide girerlerdi.[6]
Âdeta maddî âlemden sıyrılarak zaman ve mekânı unuturcasına yaşanan bu hayret ve gaybet hâli, ilâhî hikmet ve hakîkatlerin hayranlığı içinde, gönlün cezbolmasının bir neticesidir.
GÜZELLİKLERİN ASIL SAHİBİNİ TEFEKKÜR
Hazret-i Yusuf –aleyhisselâm-ʼın güzelliğine hayran kalarak kendinden geçen Mısırlı kadınların ellerinin kesildiğini hissetmeyecek duruma gelmeleri gibi; ilâhî sır, hikmet ve hakîkatlerle mest olup kendinden geçen Hak âşıkları da âdeta maddî âlemden tecerrüd ederler.
Düşünmek îcâb eder ki Yûsuf –aleyhisselâm-ʼın cemâlini temâşâ etmek, insanı bu derece kendinden geçirirse; acabâ bütün güzelliklerin mutlak menbaı olan Allah Teâlâʼnın, sıfatları, nîmetleri, kudret ve azamet tecellîlerinin tefekküründe derinleşen bir kulun hâli nice olur?
TEFEKKÜRÜN NETÎCESİ
Bunu anlamak için peygamberlerin, Hak dostlarının ve kâmil müʼminlerin, ibadet ve tâatlerindeki huşû hâline bakmak kâfîdir.
Rasûlullah –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimizʼin geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kıldığını bildiren Hazret-i Âişe–radıyallâhu anhâ– vâlidemiz, bir defasında da şöyle buyurmuşlardır:
“…Rasûlullah –sallâllâhu aleyhi ve sellem– gece kalkınca önce dört rekât bir namaz kılardı ki, onların güzelliğini ve uzunluğunu hiç sorma! Sonra dört rekât daha kılardı ki, onların da güzelliğini ve uzunluğunu hiç sorma! Sonra üç rekât[7] daha kılardı…” (Buhârî, Teheccüd 16, Terâvih 1; Müslim, Müsâfirîn, 125)
Hazret-i Ali –radıyallâhu anh-’ın şu sözü de, Allah Rasûlü’nün ibadetteki aşk, vecd ve istiğrak hâlinin diğer bir misâlini göstermektedir:
“…İyi biliyorum ki, Bedir günü Allah Rasûlü –sallâllâhu aleyhi ve sellem– hâriç hepimiz uyumuştuk. Rasûl-i Ekrem Efendimiz ise sabaha kadar bir ağacın altında namaz kılıp gözyaşı dökmüştü.” (Müslim, Sıyâm, 204)
Buna benzer daha birçok hâdise, sahâbe-i kirâmın şâhitlikleriyle nakledilmektedir.
Demek ki, kalbi tam mânâsıyla Allâhʼa vererek vecd içinde yapılan ibadet ve tâatlere doyum olmaz.
Nitekim İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin torunu olan Şeyh Seyfeddin Hazretleri, bâzı geceler iki rekâtta hatim indirir ve Rabbiyle o husûsî mülâkatta gark olduğu hazzın hiç bitmemesi arzusuyla:
“Allâh’ım doyamıyorum, geceler ne kadar da kısa!..” diye ilticâ ederdi.
Rabbimiz, o velî kullarının, feyz, rûhâniyet, vecd ve istiğrak hâlinden bizlere de hisseler nasîb eylesin. Hayret ve haşyet tecellîleriyle Yüce Zâtʼını zikrederek kalbî rikkat ve teyakkuz hâlinde yaşamayı, cümlemize lûtf u keremiyle ihsan buyursun.
Âmîn!..
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, Ekim-2015, Sayı: 356
http://www.islamveihsan.com/tefekkur-nedir-nasil-tefekkur-edilir.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder