26 Nisan 2015 Pazar

Kâinata meydan okumak ister misiniz?

Kâinata meydan okumak ister misiniz?

Kâinata meydan okumak ister misiniz?

c.tokpinar@meydangazetesi.com.tr
10 Nisan 2015, 08:34
       
“Meydan okumak”, cesaretin göstergesi, korkusuzluğun belgesidir.
 
Meydan okumak, kavgaya, mücadeleye, savaşa çağrıdır.
 
Herkes kendi çapında sınırlı da olsa meydan okuyabilir.
 
Ancak küçük büyük her şeye, hatta bütün kâinata meydan okumak, her kişinin değil, er kişinin kârıdır.
 
Dahası, bütün kâinat birleşip üzerine gelse bile korkmamak, kaçmamak, üzülmemek, kâmil iman sahiplerinin özelliğidir.
 
Çünkü “İman hem nurdur, hem kuvvettir. Hakikî imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir” demiştir Bediüzzaman.
 
İşte mükemmel imanın zirvesinde olan Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve sahabeler, “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” demiş, cihana kafa tutmuşlardır.
 
Onlar sayıca, makamca, malca yetersiz oldukları hâlde cesaretleriyle kahramanlık destanları yazmışlardır. Bunun sebebi, her şeyin yaratıcısı ve tek sahibi olan Allah’a sarsılmaz bir şekilde iman etmeleridir.
 
Çünkü “Kimin için Allah var, ona her şey var. Ve kimin için yoksa her şey ona yoktur, hiçtir.”
 
Allah’a inanan, O’na tevekkül eden kimseye Allah yardım eder, dertlerine deva, hastalıklarına şifa ve borçlarına eda imkânı verir.
 
Kim iman, ibadet, ahlâk ve dine hizmetiyle Allah’ı razı ederse, Allah da onu ikram, ihsan ve sıra dışı yardımlarıyla memnun eder.
 
Rabbimizin, “Beni zikredin, ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin” buyurması da bu gerçeği ifade eder. (Bakara Suresi, 153).
 
Aslında dindar olmak demek, bir anlamda kâinata meydan okumak demektir.
 
Kimlere ve nelere meydan okumak?
 
Başta nefis ve şeytana, şeytanın yolundan gidenlere, inkârcılığa, ahlâksızlığa, adaletsizliğe meydan okumak…
 
Böylece hakiki mümin ve gerçek dindar, önce kendini, çevresini ve toplumu değiştirmeye ve düzeltmeye çalışmalıdır.
 
Bunun için gerekirse acı çekmeli, çileye katlanmalı, fedakârlıkta bulunmalıdır.
 
İşte insanlığı ıslah etmek ve güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilen Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu ideal uğruna kâinata meydan okumaktan çekinmedi.
 
Nitekim yetim doğmuş, küçük yaşlarda annesini ve dedesini kaybetmiş, dayanılmaz işkence ve iftiralara uğramış, maddî ve manevî ambargolar yaşamış, en muhtaç olduğu bir zamanda hanımı ve amcası ölmüş, hicrete ve birçok savaşa mecbur olmuştur, ama asla iman davasından dönmemiş, Allah’a iman ve sadakatten vazgeçmemiştir.
 
Hikmetli bir ders...
Gavres isminde cesur bir kabile reisi, kimse görmeden, yanına kadar gelerek, yalın kılıç elinde olduğu hâlde, Peygamber Efendimize:
 
“Şimdi seni elimden kim kurtaracak?” demiş, o da, sanki kâinatı titreten bir sesle haykırarak: “Allaaah!..” karşılığını vermiştir.
 
Efendimizin cesareti ve heybetli sesi karşısında Gavres, iki omzu ortasına gaipten bir darbe yemiş gibi kılıcı elinden düşürmüş, yere yuvarlanmıştır. Bu kez Allah Resûlü, yere düşen kılıcı eline alarak:
 
“Ya şimdi seni benden kim kurtaracak?” demiştir. Ama onu cezalandırmamış, yine affetmiştir. O adam kabilesinin yanına gidince, insanlar, “Ne oldu sana? Niçin bir şey yapamadın?” diyerek hayretlerini ifade etmiş, o da şöyle cevap vermiştir:
 
“Ben şimdi, insanların en hayırlısının yanından geliyorum.”
 
İşte imanın gücü! Resûlullah (s.a.v.) bir kişiye de bir orduya da aynı cesaret ve kararlılığı göstermiş bir kahramandır.
 
Onun ümmeti olarak bize yakışan, aynı iman ve kararlılıkla Allah’a dayanıp hiçbir şeyden korkmadan her türlü kötülüğe savaş açmak, her türlü iyiliği yaymak için çırpınmaktır.
Çünkü; İlâhî müjde kesindir:

“Sakın yılmayın ve üzüntüye kapılmayın! Eğer iman ediyorsanız mutlaka üstün gelirsiniz!” (Âl-i İmran Suresi, 139).

 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder