9 Nisan 2015 Perşembe

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN - Allah'ın Sevdiği Kullar

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN - Allah'ın Sevdiği Kullar

Prof Dr. Mahmud Esad Coşan (1938-2001)

HAYIRLI CUMALAR

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Cumanız mübarek olsun, aziz ve sevgili Akra dinleyicileri! Allah bu mübarek sevaplı, nurlu günün hayrından, bereketinden en güzel tarzda hissemend olmayı cümlenize nasîb eylesin...

(EMEKLİ OLMADAN İŞYERİNDE KULAKLIKLA; ŞİMDİ İSE YATAĞIMDA KÜÇÜK RADYOMDAN HERGÜN SABAH 9:30'DA VE ÖĞLEDEN SONRA 15'DE M. ESAD HOCAEFENDİNİN AKRA FM'DE SOHBETLERİNİ DİNLİYORUM. Ankara Akra FM: 107.4 )

Bismillâhir-rahmânir-rahîm

d. Allah'ın Sevdiği Kullar

(Ve innallàhe yuhibbül-ebrârel-ahfiyâel-etkıyâ') "Allah-u Teàlâ Hazretleri iyi ama gösteriş yapmayan, gizli, takvâ ehli kullarını sever."

Ebrâr ne demek?.. Berr, iyi olan demek; çoğulu ebrâr, iyi kullar demek. El-ahfiyâ; gizli, hafî olan, yâni gözle görülmüyor, meydanda değil. Saklı, kendisini saklamış, gösteriş için ortaya çıkmamış. El-etkıyâ ne demek?.. Takî kul, müttakî kul demek. Yâni, "Allah'tan korkan, müttakî, bundan dolayı riyâ yapmamak için saklı duran, kendisinin kemâlâtını, kerâmâtını gizleyen iyi kulları Allah sever."

(Ellezîne izâ gàbû lem yüftekadû) "Bunlar öğünmediklerinden, gösteriş yapmadıklarından, riyâkârlıkla ortaya koymadıklarından, böbürlenmediklerinden, bildirmediklerinden; aksine sakladıklarından kimse bunların kıymetini bilmez de, gelmedikleri zaman, ortalıktan kayboldukları zaman, aranmazlar." '

"--Yâhu, falanca efendi nerde?" diye hiç kimse aramaz. Neden?.. Önem vermez. Çünkü o saklı, kendisini saklamış; müttakî olduğundan, Allah'ın rızasını düşündüğünden kemâlâtını ortaya koymamış. Halk da onun iyiliğini anlayamamış.

(Ve in hadarû lem-yüd'av) "Ortada olsalar, görünseler, meydanda, camide, toplumun içinde olsalar bile, bir davet olduğu zaman çağrılmazlar."

"--Efendim buyurun, şöyle oturun lütfen, baş köşeye gelin, rica ederim!" filân denmez. Neden?.. Ye kürküm ye kaidesi olduğundan, bilinmediğinden, hiç kimse yüzüne bakmaz, çağırılmaz. (Ve lem yü'rafû) Bu yüzden halk tarafından kadr ü kıymeti bilinmez."

(Kulûbühüm mesàbîhul-hüdâ) Halbuki onların gönülleri hidayet kandilleridir, hidayet kaynağıdır. Pırıl pırıl etrafa nur saçarlar, çok kıymetli insanlardır. (Ve yahrucûne min külli gabrâe muzlimeh.) Her tozlu topraklı, karanlık yerden, karanlık işten sıyrılır çıkarlar. Saraydan filân değil, kimsenin bilmediği yerden çıkarlar.

Veya başka bir rivayete göre, (min zülli gabrâe muzlimeh) "Tozlu topraklı, karanlık, zilletli yerlerden çıkarlar. Bir de öyle yerlerden sıyrılırlar, şüpheli, tehlikeli, günahlı işlere bulaşmazlar." mânâsına olabilir.

Dün akşam meşhur evliyâullah, büyük şeyh, mürşid-i kâmil, Müzekkin-Nüfûs'u yazan Eşrefoğlu Rûmî Hazretleri ile ilgili bir kitap okuyordum. Mânevî terbiyesi, terakkîsi orda olsun diye şeyhi onu Hama'ya göndermiş. Hama'daki şeyh efendi de, böyle Anadolu'dan zahirî ilimleri teallüm eylemiş, tahsil eylemiş, yetişmiş, mânevî bakımdan kendisini yetiştirmek için, oraya mânevî terbiyesi yapılsın, nefis terbiyesi tamamlansın diye, istikbalin pırıl pırıl bir mübarek insanının geleceğini biliyor.

"--Şimdi Anadolu tarafından bir mübarek kişi gelecek ailesiyle; onu karşılayın!" diye ihvanını istikbale, karşılamaya çıkartmış.

İstikbale çıkanlar ellerinde bayraklar, işarekler, alâmetler; yollara dizilmişler, gelene bakıyorlar. "Kim bu Anadolu'dan buraya gelen, şeyh efendimizin, mürşidimizin tavsiye buyurduğu anlı şanlı, alim, fazıl, kâmil, yüksek makamlı şahıs?" diye gözlüyorlar.

Eşrefoğlu Rûmî Hazretleri mübarek hanımıyla, kucağında çocukla, bir merkepçiğin üzerinde, yürümüş bunların yanından, geçmiş, gitmiş. Tabii bakmışlar, bir hırpânî kılıklı yolcu, bir basit insan; ona hiç itibar etmemişler, o yürümüş gitmiş. Halbuki bekledikleri şahıs o... Şeyh efendi tabii dergâhta karşılamış.

Yâni o kadar ilim irfan sahibi ama, dışından bakıldığı zaman karşılamağa çıkan insanlar bile bir değer vermiyor, anlayamıyor ve böyle gözden kaçabiliyor.

Demek ki Allah böyle gösteriş yapmayan, müttakî, gizli iyi kulları sever. Halk bilmesin, sevmesin; ne yapalım? Halkın sevmesinin de önemi yok, sevmemesinin de önemi yok... Çünkü halk da fâni...

Halktan ne olacak yâni, ne yapabilir ki; kendisi muhtaç, sana ne faydası olacak?.. Asıl hàlik önemli, yeri göğü yaratan, ins ü cinni yaratan, mahkeme-i kübrâda kàdı olup kulların amellerine göre cezasını, mükâfâtını verecek olan Rabbül-àlemîn önemli... Onun rızasını kazanmak önemli...

İşte böyle evliyâ kullar, müttakî kullar onu düşünürler, müttakî olurlar, günahlardan titizlikle sakınırlar. Gösteriş yapmazlar, çünkü riyâ da şirk olduğundan, gösteriş doğru olmadığından saklı dururlar, boynunu bükerler. Sorulduğu zaman da, "Ben âciz, nâçiz bir kişiyim. Hiç bir meziyetim yok!" derler. Allah katında tevazu ile davranırlar. Allah işte böylelerini sever buyuruyor.

Burdan çıkacak derslerden bazıları neler olabilir: Biz de iyi kul olmağa çalışalım, müttakî kul olmağa çalışalım ama, gösterişçi, böbürlenici, öne çıkıcı olmayalım! "Allah bilsin, kullar isterse bilir, istemezse bilmez. Biz de onlara boyun büküp, ses çıkartmadan mütevazi dururuz. Tafra satmayız, fiyaka satmayız, öyle gösteriş yapmayız." diye insan tevâzuyu öğrenmeli...

Bazı gösterişsiz kimseler böyle olabileceği için, etraftaki insanlara da iyi gözle bakmalı... "Kim bilir benden daha iyi bir kardeştir belki bu? Bilinmez, sessiz duruyor ama insanların kıymeti dış görünüşünde değildir, belki Allah indinde makbuldür." diye herkese de evliyâ gözüyle, Hızır gözüyle bakmalı, hürmet etmeli, izzet etmeli!..

Yine bu Eşrefoğlu Rûmî Efendimiz'le ilgili menâkıbda dün okudum. Yalvarırmış hep;

"--Yâ Rabbi bana Hızır'ı göster!.. Yâ Rabbi bana Hızır'ı göster!.." dermiş.

Şeyhi onu meyva almağa göndermiş. O da meyvaları mendil gibi bir bezin içine doldurmuş, gelirken, bir derviş çıkmış karşısına:

"--Ne var bu çıkının içinde, aç bakayım!" demiş.

Eşrefoğlu Rûmî de açmış çıkını... O da ordan bir elma almış. Sonra yürümüş gelmiş. Şeyh efendiye:

"--Buyurun efendim, getirdim meyvaları!"

"--E bunlardan bir tanesi eksik..." demiş.

O da hiç saklamadan:
"--Efendim, yolda bir derviş, fakir bir insan, yoksul bir insan karşıma çıktı. 'Ne var bunun içinde?' dedi, elini uzattı, bir tane aldı. Ben de göz hakkıdır diye ses çıkartmadım." demiş.

O zaman şeyhi demiş ki:
"--İşte o Hızır AS'dı, niye onun eline ayağına kapanmadın?.."

Ama o çok telaşlanınca da demiş ki:
"--Çünkü sen dua ettin, 'Yâ Rabbi, bana Hızır'ı göster!' dedin, 'Göster ve tanıt!' demedin. Gösterdi ama, bak tanımadığın için elden kaçırdın." demiş.

Bu da ibretli bir şey... Duayı da insan iyi düşünerek yapmalı demek ki... Hızır'ı görüyor ama, Hızır'ın Hızır olduğunu anlamazsa insan, ne kıymeti var?.. İşte, "Yâ Rabbi kadri yüksek kullarınının kıymetini bildir de, ona karşı saygısızlık yapmayayım!" diye dua etmeli insan... Bir de herkesin kadri yüksek olabilir diye edebini takınmalı, herkese güzel muamele etmeli!..

DEVAMI:

http://esadcosankulliyati.com/arsiv/cuma/c981009.html
 
HAYIRLI CUMALAR

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder