Nefsin, “sûret-i hak”tan görünen sayısız tuzakları vardır. Kendinde bir varlık hissederek nefsânî bir üstünlük duygusuyla “ben” diyen kimse -isterse mâneviyat yolunda hizmet eden öndeki bir mürşid olsun- yolun hakîkatinden uzaklaşmış demektir.
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“De ki; Allâh’ın lûtfuyla, rahmetiyle (evet) ancak onunla ferahlasınlar. Bu onların toplayıp yığdıklarından hayırlıdır.” (Yûnus, 58) Rasûlullah (sav) buyurdular:
 
“Bir adam, doğduğu günden, yaşlanıp öldüğü güne kadar Allah rızâsı için ve tâat niyetiyle alnını yerden kaldırmayıp gayret etse, o adam yine de (Allâh’ın kendisine lûtfetmiş olduğu nîmetlerin şükründen âciz kaldığı düşüncesiyle) kıyâmet günü amellerini az görür.” (Ahmed, IV, 185)
 
HİÇLİK DERSİ
 
Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’nin mânevî evlâtlarına ve kardeşlerine yazdığı mektupları, bizlere müthiş bir “hiçlik” dersi vermektedir. Nitekim, öz kardeşine yazdığı bir mektupta kendi hâlini şöyle hulâsa eder:
 
“…Allah Teâlâ’ya yemin ederim ki; annem beni doğurduktan bugüne kadar, Allah katında makbul ve mûteber olup hesabı sorulmayacak bir tek hayır işlediğime inanmıyorum.” 
 
Şüphesiz ki o mânâ sultânı Hak dostunu bu hissiyâta sevk eden de, Hakk’ın huzûrunda yaşadığı “hiçlik” hâliydi. 
 
Demek ki bir kul, ne kadar sâlih ameller yapmış olursa olsun, onlara güvenmeyip kendini eksik görmeli ve dâimâ Allâh’ın rahmetine sığınmalıdır.
 
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlakından-2, Erkam Yayınları,