13 Ocak 2018 Cumartesi

Duanın Manevî İklimi ve Dua Fakirliği

 
Duanın Manevî İklimi ve Dua Fakirliği
 
 
İnsanî çabaların yeterli olmadığı böyle zamanlarda Rabbine yöneliş, insana coşkun/derin bir manevî huzur ve güven duygusu verir. Ona asla çaresiz ve yalnız olmadığını hatırlatan bu huzur ve güven hâli, sonsuzdan gelen ilâhî bir esintinin hissedilişi gibidir.
 
 
İnsanın Allah’la iletişimi, irade sahibi biricik şuurlu varlık olması nedeniyle, diğer varlıklardan farklı bir biçim ve içerikte gerçekleşir. Yüce Yaratıcı insanı başka hiçbir varlığa tanımadığı belirli ayrıcalıklarla donatmış ve varlıklar içerisinde yalnız ona kendisiyle bilinçli iletişim kurabilme imkânını bahşetmiştir. Bu iletişimin din dilindeki adı duadır. Dua, kişinin Yüce Allah’la kurduğu çok özel bir iletişim şeklidir. Bu sevgi ve içtenliğe dayalı iletişim en yalın hâliyle, aşık ve maşuk arasındaki ilişkidir. Zira bu ilişkinin bir tarafında özünde ilâhî nefes taşıyan insan, diğer tarafında ise, o nefesin ve her şeyin kaynağı olan Yüce Yaratıcı bulunur. Bu anlamıyla dua, “Öz”den gelenin “Öz”e sevgi, şükran, minnet, dilek ve bağışlanma duygularını iletme imkânı bulduğu en içtenlikli yakarışıdır. Bu öyle bir yakarıştır ki, insanlar arası ilişkilerde geçerli pek çok ölçüt, bu durumda değersizleşerek önemini yitirir. Zaman, mekân, ırk, renk, dil, makam, mevki, zengin ve fakir ayrımları/engelleri ortadan kalkar ve insan Yaratıcı’sıyla en yalın hâliyle buluşur. Bu özelliğiyle dua insana, istediği yer ve zamanda Yüce Allah’la dilediği gibi karşılaşabilme imkân ve özgürlüğü sunan benzersiz bir niteliğe sahiptir. Dua esnasında kişi, kendisi hakkındaki tüm gizlilikleri bilen Rabbiyle baş başa olmanın derin mutluluğunu yaşar.
 
 
 
İnsanın bütün içtenlik ve benliğiyle Yüce Allah’a yönelişini ifade eden dua, düşünce, söz ve davranış olmak üzere başlıca üç boyutta gerçekleşir. Düşünce boyutuyla dua, şükran ve bağışlanma isteğinin zihinsel nüvesini oluşturur. Zira kendi varlığı ve evrende olup bitenler üzerinde düşünen insan, sonsuz lütuflarla karşı karşıya olduğunu görür ve kendisine bahşedilen bu nimetlere teşekkür etmesi gerektiğini fark eder. Dua, düşünce boyutunda yaşanan bu farkındalığın söz ve davranış boyutundaki tezahürüdür. Düşünceden dile ve oradan davranışa aktarılan dua, inanan insanın bireysel ve toplumsal ilişkilerinde güçlü bir motivasyon kaynağıdır. Çünkü Yaratıcı’sıyla iletişim kurmayı başarabilen insan, hemcinsleriyle de iyi ilişkiler kurabilir; aile, iş, akrabalık, komşuluk ve arkadaşlık gibi toplumsal ilişkilerini ahlâkî temeller üzerinde sürdürebilir. Bu anlamda, günde beş defa “En Sevgili”yle buluşmanın adı olan namaz; zihinsel, sözel ve davranışsal iletişimin zirvesinde en güzel dua örneğidir.

 
Dua aynı zamanda huzur ve güven kaynağıdır. İnsan olarak sadece sonucunu belirleyebileceğimiz ya da kontrol edebileceğimiz durumlarla karşılaşmayız. İrade ve kontrolümüz dışında gelişen yoksulluk, ölüm, savaş, deprem, yangın gibi bireysel, toplumsal ve doğal felaketlerle de karşılaşabiliriz. Bu zamanlarda yapılan dua, çaresizliğimizin ve sınırlarımızın farkına vardığımız bir tür acziyetin ifadesidir. İçine düştüğümüz bu çaresizlik ve yalnızlık duygusuyla baş edebilmek için yüce bir varlığa sığınma, O’ndan yardım dileme ihtiyacı hissederiz. İnsanî çabaların yeterli olmadığı böyle zamanlarda Rabbine yöneliş, insana coşkun/derin bir manevî huzur ve güven duygusu verir. Ona asla çaresiz ve yalnız olmadığını hatırlatan bu huzur ve güven hâli, sonsuzdan gelen ilâhî bir esintinin hissedilişi gibidir.

 
Dua, ebedî ve ezelî Varlık’la iletişim kurmanın en doğal yoludur. Dua etmeme ya da edememe durumu olan duasızlık ise, insanın O’nunla iletişimsizliğinin bir göstergesidir. Bu durumdaki insanın âdeta hayat damarları kurumuş gibidir. Zira onun her şeyini borçlu olduğu Yüce Varlık’tan uzaklaşması, aynı zamanda öz benliğinden ve yaratılışından uzaklaşmasıdır. Bu ise kişinin, başta kendisi olmak üzere sorunsuz bir düzenlilik ve kusursuzluk içinde işleyen evrene ve içindekilere karşı duyarlılığını yitirmesidir. Çünkü dualılık bir duyarlılık hâlini; duasızlık ise duyarlılığın yitirilişini ifade eder. Bu anlamda dua, kişinin kendisiyle birlikte bütün varlıkların esenliğini dilemesinin; duasızlık ise kendisine bile esenlik dilemekten yoksunlukla nitelenebilecek bir tür duyarsızlığın/acziyetin belirtisidir. Bu durumda kişi, kendi acziyetini bile idrak edebilecek öngörüden uzaktır.
 
 
Duasızlık aynı zamanda bir tür bencillik örneğidir. Çünkü dua bireyin kendisi dışında yüce bir Yaratıcı’nın varlığını kabul ederek; eş, dost, akraba, toplum ve insanlığın iyiliği yolunda çaba harcamasıdır. Dua eden kişinin öncelikli hedefi, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaktır. Dua esnasında kişi, kendisinden daha yüce, aşkın bir varlığa yönelerek, bireysel gurur ve kibir gibi olumsuz duygulardan uzaklaşır; Yüce Allah dışındaki varlıklara bağımlılıktan kurtularak özgürleşir. Diğer varlık ve nesnelere bağlılığın aksine, Allah’la iletişim kurma kişiyi özgürleştiren bir süreçtir. Bu nedenle dua sadece eşi, benzeri ve ortağı olmayan tek bir Allah’a yapılır. Oysa duasızlık, doğası gereği böyle bir çabanın uzağında olmaktır. Duasızlığın doğal sonucu, kişinin manevî boyutu yüksek bir varoluş yerine daha düşük bir varoluşa razı olmasıdır. Manevî boyutu yoksullaşan insan, öz benliğine yabancılaşarak bencilleşir ve bir süre sonra ruhsal ihtiyaçları yerine, çoğunlukla biyolojik/bedensel ihtiyaçlarına yoğunlaşarak daha düşük bir varoluşa alışmak/rıza göstermek zorunda kalır.
 
 
Dua aynı zamanda Yüce Allah’ın bahşettiği sayısız nimetler karşısında insanın, kulluk dili ve bilinciyle teşekkürünü ifade eder. Duasızlık ya da dua fakirliği ise, bütün bu nimetleri ve güzellikleri perdeleyen bir özelliğe sahiptir. Dua esnasında kişi, bütün benliği ve içtenliğiyle kendisine verilen nimetlere, hissettiği ve yaşadığı lütuflara şükretmeye çalışır. Oysa dua fakiri kimse, kendisine bahşedilen nimetleri görmez ya da bilinçli bir tavırla görmek istemez. Gerçeği açıkça perdeleme ve gizlemeye dayalı bu tutum, kişinin kendisini insanî/ahlâkî güzelliklere duyarsız ve Yaratıcı başta olmak üzere, etrafında olup bitenlere kayıtsız bir hayat sürmesine yol açar. Bütün bu özellikleriyle dua, kulluğun çok önemli bir boyutunu oluşturur ve insan dua, yoluyla insanlığını gerçekleştirme imkânı/fırsatı yakalar.
 
İhsan Çapcıoğlu
Ankara Üniv. İlahiyat Fak. Araştırma Görevlisi
 
 BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:
 

--



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder