13 Temmuz 2013 Cumartesi

Şeytana uymamak, insanın en büyük başarısıdır


Hekimoğlu İsmail
 
Ramazan2013 Yazarlar Hekimoğlu İsmail

Şeytana uymamak, insanın en büyük başarısıdır


Birkaç sene evvel beni bir yere davet ettiler. Yeni açılan bir müesseseymiş. “Ağabey, hem gel misafirimiz ol hem de konferans ver.” dediler.

Hanım ve kızım da “Gidelim, hava değişikliği iyi gelir.” deyince, onları üzmemek için gittim. Konforlu odalar, bir yanda yemyeşil tepeler, bir yanda deniz, insanlar kırlarda, bahçelerde hoplayıp zıplıyor, çeşit çeşit yemekler… Orası belki bazıları için cennet gibi bir yerdi. Amma ben yaşadığım huzursuzluğu anlatamam. Âlem-i İslam kan ağlarken sefa sürmek olur mu? Maddî ve manevî âlemleri bilmenin, anlamanın ne kadar ıstırap verdiğini o zaman anladım. Demek ki bilmeyen çekmez. Bilen çeker. Cehenneme giden yol öyle süslenmiş ki aldanmamak çok zor. “Canım helal dairedeyiz, haram bunun neresinde?” deniyor amma, bir tabakta beş çeşit tatlı; bir dilim yeniyor, geri kalan çöpe… Helal bunun neresinde?

Şeytana uymamak, insanın en büyük başarısıdır. Bu başarının karşılığı cennettir. Bu mükâfat veresiye olduğu için pek çok kimse peşin zevki tercih ediyor…

Bu düşünceler beni hasta etti… Kızıma dedim ki, “Aman evladım, israfın olduğu yerde deccaliyet hüküm sürüyor demektir. Deccalin cennetinde ne işimiz var? Lütfen beni evime götürünüz…” Böylece evimize döndük.

Bediüzzaman Hazretleri’ni ziyaret ettiğimizde buyurmuştu ki, “Öyle bir hayat yaşayın ki, hapisteyken evi aramayasınız.” Yani zengin de olsanız, fakir gibi yaşayın demişti. Kıymetli olan maddî rahatlık değil, manevî rahatlıktır. İç huzurumuzu temin etmek için lüzumsuz harcamalar yapmaya gerek yoktur. Bu sebepten çok zengin olan bir insanın ziyafet sofrasında sıkıntılı olduğuna, bir fakirinse, çorba ve ekmekle huzurlu olduğuna şahit oluruz.

Hayatım boyunca karşılaştığım ve bana manevî yönden rehberlik eden insanların, sade yaşayışlarıyla beni etkilediklerini düşünmüşümdür. Mesela Bediüzzaman’ı Emirdağ’da ilk gördüğümde ondaki sadeliğin bana ne kadar tesir ettiğini hatırlıyorum… Gaz ocağı, çaydanlık, rahleler, kitaplar, kalemler, evin fakirane hali, Bediüzzaman’ın giyimi… Yerimden kımıldayamadım… O zaman dedim ki: “Hal ile yapılan tebliğ, en güzel tebliğdir.”

Mesela ailelerdeki huzursuzluğun en önemli sebeplerinden biri de her şeye ihtiyaç nazarıyla bakılması ve bu yanlış anlayışla beraber gelir-gider dengesinin bozulmasıdır. Benim anneme dört tencere yeterken, şimdi çocuklar evlendirileceği zaman yirmi tane tencere alınıyor. Mesela babam eline bir elma alırdı; dörde beşe böler aramızda paylaştırırdı. Hâlbuki köylüyüz; bağımız bahçemiz var; elma armut bol. Amma babam böyle iktisatlı davranırdı, hem de paylaşmayı öğretirdi. Şimdi ortaya koca bir kap meyve geliyor. Muzu, elması, kivisi… Çocuk, yokluk nedir bilmiyor; bir de her şeyi bir arada görünce iştahı kesiliyor.

İsrafı önlemek için yapılacak ilk iş hissen değil, aklen hareket etmektir. Düşünüyorum; bilgisayar gibi üstün bir makineyi yapan, programlayan insandır. Öyleyse insan beyni, asrın teknolojisinden üstündür. Böylesine bir insan, problem çözeceğine problem üretirse, ahirette “aklını nerede kullandın?” sorusuna nasıl cevap verecek?

İnsan heveskârdır; canı ister. Amma dönüp Kur’an’a bakmalıdır; Allah ne ister?
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder