2 Temmuz 2013 Salı

HİKAYE SAHİBİNİ BULAN KÜPELER


HİKAYE   SAHİBİNİ BULAN KÜPELER


Yer Nahcivan... Iğdır ilimize sınır komşu ülke...  “Bir Türk görmeden ölecek miyiz?” diye dertlenen insanlar. 70 yıllık ayrılığın ardından oralara koşturanlarin, Gâhire Bacı’nın, Hacer Ana’nın ve sahibini bulan küpelerin hikayesi bu...

   Türk cumhuriyetlerinde bir esnaf olarak büyük hizmetleri geçmiş Osman Nuri Bey bana bir faks geçerek, bir hatırasını anlatıyor. Ben de aslını bozmadan sizlere nakletmeye çalışacağım: Yıl 1991...


   Komünizm sona ermiş, Türk cumhuriyetleri de bağımsızlıklarını ilan ediyorlar. Tam bu sırada Nahcivan’da kıtlık olduğunu duyduk. Üç günde Ankara’dan 180 ton gıda yardımı toplayıp 13 TIR’a yükledik. Zaten benim hayalimde hep oraları görmek vardı. Yıllardır oraların hayaliyle yanıp
tutuşuyordum. Toplanan bu yardımı götürmek için gerekli yerlere söyledim. Kabul ettiler.  Arabamın önüne bir bayrak direği ve bayrak, arabamın üstüne
yanar-döner bir lamba ve siren taktırdım. Böylece 13 TIR’ı peşime takıp gidecektim. O sırada TV kanallarında, Azerî-Ermeni savaşının bütün hızıyla
devam ettiği haberleri veriliyordu.

   Savaş var diye hanım biraz endişe ediyordu. Son aksam ona “Hanım, Çanakkale Harbi’nde Nahcivanlı kardeşlerimiz, bileziklerini, altınlarını,
elbiselerini ve paralarını bize göndermişler. Şimdi sıra bizde. Onlar orada açken bizim burada tok durmamızdan Iki Cihan Serveri Efendimiz (sas) hiç razı olur mu?” dedim.

   Sabah yola çıkarken hanım dedi ki: “Al şu küpeleri orada birisine verirsin. Madem onlar bize Kurtuluş Savaşı’nda altınlarını göndermişler, sen de şimdi çam sakızı çoban armağanı bu hediyeleri Nahcivanli kardeşlerimize götür.” “Kime vereyim?” dedim. “Ihtiyacı olan gelir seni bulur.” dedi.

   Beş günde Nahcivan sınırına vardık. Köprüden dikkatli, gaza ve frene basmadan geçmemiz gerekiyordu. Yalnız ikinci TIR hızını ayarlayamadığı için köprünün iki başında bir karışa yakın açıklık oldu. Yüreğimiz ağzımıza geldi. Neyse bütün ihtişamıyla akan Aras Nehri üzerinden geçtik.

   Bizi, Nahcivan Başbakanı Bican Ibrahimoğlu karşılamaya gelmişti. Başbakanla sarmaş dolaş olduk. Bir düğün havasında Nahcivan’a girdik. Bizi görenler el sallayıp “Kardeşlerimiz gelmiş! Bize yiyecek getirmiş!” diyerek alkışlıyorlardı. 180 ton gıda yardımını o zaman Nahcivan Meclis Başkanı şimdi ise Azerbaycan Cumhurbaşkanı olan Haydar Aliyev’e teslim ettik. Bize teşekkür eden Sayın Aliyev ile epeyce sohbet ettik.

   O esnada onun basın danışmanı olan bir hanım kız not alıyordu. Kalemi bazen yazmıyordu. Kendisine bir kalem hediye ettim. Sonradan isminin Gâhire Hüseyinova olduğunu öğrendiğimiz bu bacımız görüşme bitip dişarı  çıktığımızda önümüze çıkıp “Ağabey, şu bizim adresimiz. Annem, babam ve ninem ‘Bir Türk görmeden ölecek miyiz?’ diyorlar. Bize gelin, konuk olun, Allah aşkına.” dedi. Ben, “Bacım inşaallah geleceğiz.” diye söz verdim.

 

   Beraber gittiğimiz bir arkadaş hemen karşı çıktı: “Ne işimiz var bu kızın evinde?” dedi. Iki gün gidemedik. Halbuki söz vermiştik. Ikinci gece rüyamda bacı ve annesi bana “Söz vermiştiniz, gelmediniz.” diyorlardı. Sıçradım kalktim. Bu rüyamı oda arkadaşıma da söyledim. O da “Sıkma canını yarın gideriz.” dedi.


   Ertesi gün bir yerden geçiyorduk. Mihmandarımız Nail Aliyev’e adresi sorduk. “Şurası ağabey!” dedi. Hemen oraya yöneldik. Bacı bahçede imiş. Bizi eve aldılar. Telefon edip hemen annesini de getirdi. Anne heyecanla gelip, “Vay benim kardeşlerim gelmiş! Vay benim balalarım gelmiş!” diyerek  tek tek hepimize sarılıyordu. Tek tek isimlerimizi sorup ögrendi. Sonra ayrı ayıi karşımıza geçip “Seni yahşi görebiliyorum.”diyordu.

  

Evlerinde ne varsa yiyip içelim diye hepsini önümüze koydular. Masanın üstü yığılmıştı. Bir müddet sonra hanımın verdiği küpeler aklıma geldi. Onları ambalajlatıp hazırlamıştım. Cebimden çıkarıp hiç tereddüt etmeden Gâhire bacıya “Bunları sana yengen gönderdi.” deyip verdim. Hediyenin ne olduğunu önce anlamayan Gâhire bacı, elinde tuttuğu kutu ile biraz oynadı ve kutuyla birlikte dışarıya çıktı. Bir müddet sonra dışarıdan hıçkırık sesleri gelmeye başladı.


   Arkadaşıma “Gâhire bacıya bizim hanım bir çift küpe göndermişti, onları hediye ettim. Yanlış anlamasınlar.” dedim. “Aslanım, Osman Nuri senin işlerin hep böyle kara düzen. inşaallah yanlış anlamazlar. Eger yanlış anlarlarsa, biz de doğrusunu anlatırız.” dedi.

   Teyze hıçkırıklar üzerine dışarıya çıkmıştı. Sonra yanımıza geldi. “Ne oldu teyze, Gâhire bacı niçin ağlıyor?” dedik. “Kendisi anlatsın.” dedi. Teyzenin gözleri dolmuştu. Bir müddet sonra Gâhire bacı geldi. Konuşamıyordu.  “Yengem...” diyordu, kelimeler boğazında düğümleniyordu. “Yengem nereden biliyor?” diyordu, tekrar ağlıyordu. En son “Bir hafta sonra düğünüm var. Yengem nereden biliyor benim küpelerimin eksik olduğunu?!. Nereden biliyordu da bunları gönderdi?!.” diyerek ağlamaya devam etti. Hepimiz ağlastık...

 
   Hâlâ Gâhire bacıyla, eşiyle, annesiyle, babasıyla görüşürüz. 


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder