22 Şubat 2014 Cumartesi

Hekimoğlu İsmail - Gereği gibi iman edebilirsek…

Hekimoğlu İsmail - Gereği gibi iman edebilirsek…


Hekimoğlu İsmail
 

Gereği gibi iman edebilirsek…

 
 
Kâinat çok büyük, insan çok küçük, her şey karmakarışık… Hiçbir şey insanın gönlüne göre olmuyor. Öyleyse her insan sığınacak bir yer aramak zorundadır.
 
 
Parasına, kuvvetine, makamına, çevresine güvenen çok. Amma kader insanı öyle bir noktaya getirir ki, Allah’tan başka sığınacak liman kalmaz. Her türlü kuvvete rağmen öyle zaman olur ki; çıkan fırtına en büyük gemileri bile karpuz kabuğu gibi sallar…
 
 
Mümkün olsa da her insan “Ben neye, kime sığınıyorum?” diye kendine sorsa… Mesela kendi hayatımdan bir örnek vereyim: Doktora gittim. Çok iyi bir doktor, çok iyi bir hastane. Yani iyileşmek için sebeplerin en iyisine sarıldım. Amma ne oldu? Doktor tahlil ve tetkiklerden sonra dedi ki: “Ağabey, bizden buraya kadar. Artık tıbbın yapabileceği bir şey yok!” “Öyle mi kardeşim. Allah razı olsun. Ben gideyim.” dedim. Doktor dedi ki: “Ağabey, ben diyorum ki seni daha fazla tedavi edemem. Sen diyorsun ki, Allah razı olsun… Ne oluyor böyle ağabey?” Dedim ki: “Doktor bey kardeşim, ben tıptan birazcık ümitliydim. Sizi dinleyince tıbba olan ümidimi bıraktım, tamamen Allah’a sığındım. Bunun için size dua ettim. Yani nasıl ki bir saniyede Allah beni hasta etti, bir saniyede de şifa verir. Şafi-i Kerim Allah’tır.” Doktor dedi ki: “Ağabey, böylesine bir imanın olduğu yerde problem olmaz.”
 
 
Hastalığım benim mürşidim oldu. Anladım ki, mal, makam, şöhret, her şey sükut etti. Öyleyse ben neyin mücadelesini veriyorum? Üstad Bediüzzaman’ın reçetesine sarıldım. “Kabrin arkası için çalışınız.” En çok zahmet çeken, peygamberlerdir, deyip, dert çekmenin de sünnet olduğuna inandım. Böylece derdimi sevdim.
 
 
Zahiri yönüyle büyük bir dert olan hadiseler bizi irşad etmek için Allah’ın vazifelendirdiği birer imtihandır. Mesela dikkat ettim; Bediüzzaman Hazretleri hapiste, sürgünde, iftirada, yalnızlıkta, her türlü tecritte diyor ki: “Bu hadiseye kader-i İlahi cihetiyle baktım. Zahmetim, rahmete inkılâp etti.”
 
 
Bazılarının hayatı dışarıdan güzel görünür. Beş yıldızlı oteldeki, birinci sınıf lokantalardaki ve havaalanındaki insanı beğenen, onun yaşadığı hayata özenen çoktur. Peki neden o insanların çoğu içki içip zamanın geçmesini istiyor? Zamanın geçmesiyle kabrin yaklaşması aynı manaya gelmez mi? Eğlencelerle, gülerek, oynayarak hayatı tüketmek, hayatı verenden gafil olmak demek değil midir? Bunun neresi güzel?     
 
 
Tekkelerin kapatıldığı, tarikatların yasak edildiği,  Kur’an-ı Kerimlerin yakıldığı dönemleri yaşadık. O yasaklar, ona sarılanların sayısını artırdı. Demek ki Allah demekte bir sır var. İmanda bir sır var. Allah’a gereği gibi iman eden kimse, felaket denilen hadiseleri, sinema seyreder gibi seyreder ve ayakta kalır. Manevi iklimlerde dolaşır. Dert denilen şeyleri Allah’ın hediyesi gibi kabul eder… Gereği gibi iman edebilirsek…
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder