27 Haziran 2015 Cumartesi

Hekimoğlu İsmail - Zekât, sermayenin ibadetidir!

Hekimoğlu İsmail - Zekât, sermayenin ibadetidir!


Hekimoğlu İsmail
AİLE-SAĞLIK
 

Zekât, sermayenin ibadetidir!


Güneş ışınları çok uzaklardan gelir, sebzeleri, meyveleri olgunlaştırır. Bir ağaç köküyle, gövdesiyle, yapraklarıyla meyve vermeye yönelir. Dallarıyla uzatır bize ikram eder. Toprak ve ağaçlar karşılık beklemeden bol bol buğday veriyor, meyve veriyor.

Müslüman da malından, ilminden, sahip olduklarından verebildiği kadar vermelidir. İnsan, “Benim malım, benim aklım…” diyor amma zekâmız olmasaydı tahsil yapabilir miydik? Sakat olsaydık işimizi yürütebilir miydik? Demek ki Allah'ın verdiği organlarla, imkânlarla, akılla para kazanıyoruz. İşte Allah'ın verdiği bu nimetlerle, kazandıklarımızın bir miktarını ihtiyacı olan kullara vermeye “zekât” denir.

Bediüzzaman Hazretleri de “…Zekât, her şahıs için sebeb-i bereket ve dâfi-i beliyyattır. Zekâtı vermeyenin, herhâlde elinden zekât kadar bir mal çıkacak; ya lüzumsuz yerlere verecektir, ya bir musibet gelip alacaktır.” buyurmuştur.

Zekât, mal ve servetin koruyucusudur, bereketlenmesidir, temizlenmesidir. Zekât veren Allah'ın emrine uymuş demektir; Allah da ona daha çok verir.

İnsan ne yerse yesin, vücut ihtiyacı kadarını alır, gerisini atar. “Mal, canın yongasıdır.” diyorlar amma zekâtı vermeyenin malına zarar geleceği gibi ahirette de ateşe düşme ihtimali var.

Şakik Belhî Hazretleri, İbrahim Ethem'e sormuş: “Ya İbrahim! Siz geçim konusunda ne düşünürsünüz, geçiminizi nasıl temin edersiniz?”

İbrahim Ethem “Bulunca şükrederiz, bulamayınca sabrederiz!” deyince Şakik Belhi şu irşâdî cevabı vermiş: “Ya İbrahim! Bu senin yaptığını bizim Horasan'ın köpekleri de yapar. Yani onlar bulunca yerler, bulamayınca sabrederler!”

İbrahim Ethem bunu duyunca şaşırmış ve sormuş: “Peki, hazret siz ne yapıyorsunuz?” Şakik Belhi Hazretleri: “Biz bulunca dağıtırız, bulamayınca şükrederiz!” diye cevap vermiş. Âlimlerin hayatları bunun gibi misallerle doludur.

Mesela rahmetli Mahir İz hoca bu meselenin üzerinde çok dururdu; bir gün talebelerinden birine, “İlk maaşını alır almaz doğru bana gel.” demiş. Talebesi, ilk maaşı aldığı zaman tek kuruşunu harcamadan Hoca'ya gitmiş. Yolda düşünmüş, ilk maaş ya, bir yerlere gidecekler, yiyip içecekler sanıyor; maaşı Hoca'nın önüne koymuş. Mahir hoca “Bir hesap et bakalım, maaşının yüzde iki buçuğu ne ediyor?” demiş. Talebe, “Hocam niye böyle hesap kitap ediyoruz ki, gideriz bir yere, yediğimizi yeriz, yemediğimizi de cebimize koyar döneriz.” deyince, Mahir hoca, “Sen şu yüzde iki buçuğu ayır, o yeme içme faslı ayrı mesele!” diye cevap vermiş. Öğrencisi hesaplayıp ayırınca, “Şimdi oldu işte.” demiş Mahir hoca: “Her ay maaşını alır almaz yüzde iki buçuğunu hesapla ve fazla bekletmeden bir fakire, muhtaca ver. Sen memur adamsın, ayın onbeşinde paran biter, onun için, elini zekâta, hayır ve hasenata ilk maaştan alıştırmaya bak!”

Memur, maaşıyla maişetini garanti altına almış, bu yönüyle zengin sayılır; “Benim kazancım zekât sınırına gelmedi, bunun için zekât bana farz değil.” diye düşünmesi yanlıştır. Allah'ın varlığı karşısında kendi fakrını anlayan insan zengindir, zekâtı seve seve verir. Yoksa kendi organlarına bile sahip çıkamayan, ömrünü uzatamayan, felaketlere mani olamayan insanın nesi zengindir?

Ramazan, Müslümanların manen tekâmül edip cennete layık duruma gelmesidir. Mesela namaz kılmak cüz'i ibadettir. Namazda okuduğumuz ayetleri yaşamak külli ibadettir. Ramazan'da oruç tutan muhtaçlığı daha iyi anlar yani fakiri anlar, zekâtla, fitreyle, bağışla veya işyeri açıp ücret vererek onun derdine derman bulursa ibadet cüz'i olmaktan çıkar, hayatı kuşatır.

Her şeyin sahibi Allah'tır. Zekât, Allah'ın, zenginin malından fakire ayırdığı haktır! İnsan da Allah'ın hazinesindeki memur hükmündedir; hazineyi Allah'ın emirlerine uygun olarak dağıtmakla mükelleftir.

Allah ganidir, bol bol veriyor. “Verdiklerimden dağıtın!” diye de emrediyor; zekât, emre itaattir.
 
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder