17 Temmuz 2015 Cuma

Ölüm ve ahiret muhasabesi

Ölüm ve ahiret muhasabesi

 
Ölüm ve ahiret muhasabesi

c.tokpinar@meydangazetesi.com.tr
17 Temmuz 2015, 08:36

 Rahmet ve gufran ayı Ramazan ayını bitirdik ve bugün bayram yapıyoruz. Gerçek bayram, hayatımızı Ramazan şuuruyla yaşayıp Cennette ebedî saadete kavuşmaktır. Bu düşünceyle bugün ölüm ve ahiret muhasebesini ele alacağız ki, ömrümüz gaflet içinde geçmesin.
 
Yüce Peygamberimiz (a.s.m.) ölümü düşünmek ve ahiret muhasebesi yapmakla ilgili bir hadislerinde şöyle buyurur:
"Gençlerinizin en hayırlısı ihtiyarlarınıza benzeyendir. İhtiyarlarınızın en şerlisi, gençlerinize benzeyendir." (Feyzü'-l Kadîr, 15:776)
 
Elbette buradaki "benzemek"ten kasıt, kılık-kıyâfette birbirlerini taklit etmek veya saçların ağarması, dökülmesi, yüzlerin kırışması değildir. Nitekim Bedîüzzaman Hazretleri, bu hadîsi izah ederken, şunları söyler:
 
"En hayırlı genç odur ki, ihtiyar gibi ölümü düşünüp âhiretine çalışarak, gençlik hevesâtına esir olmayıp gaflette boğulmayandır. Ve ihtiyarlarınızın en kötüsü odur ki, gaflette ve hevesatta gençlere benzemek ister, çocukcasına, hevesât-ı nefsaniyeye tâbi olur."
Gençlerin dünyanın fâniliğini kavrayıp, ebedî hayatları için çalışmalarında, ölümü düşünmelerinin büyük etkisi vardır. Bir gün mutlaka öleceğini düşünüp o şuur ile çalışmayan, kendisine âhireti kazanmak için verilen ömür sermayesini boş yere harcar. Gelip geçici lezzetlere dalar, dünyayı bir oyun ve eğlence alanı zanneder.
 
Peygamberimiz, "Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz" (Tirmizi, Zühd: 2), buyurarak, bizleri bu gafletten kurtarmak ister.
 
Nitekim Abdullah ibni Ömer'in (r.a.) anlattığı şu hâdise ne kadar ibretlidir:
 
Ensardan bir adam gelerek, Peygamberimize (a.s.m.) şöyle sordu:
 
"Yâ Resûlâllah, mü'minlerin hangisi daha akıllı, daha şuurludur?"
 
"Ölümü en çok hatırlayanı ve ölümden sonrası için en güzel şekilde hazırlananı. İşte onlar en akıllı, en şuurlu olanlarıdırlar." (İbn-i Mâce, Zühd: 31)
 
Yine Abdullah ibni Ömer (r.a.) şunları anlatır:
Resul-i Ekrem (a.s.m.) vücudumun bir yanından tutarak şöyle buyurdu:
 
"Dünyada sanki bir garîb (gurbette olan yabancı), hattâ yoldan geçen bir yolcu imişsin gibi ol ve kendini kabir halkından (biri) say. "
 
Daha sonra İbni Ömer (r.a.) sözüne şöyle devam etti: Sabaha çıktığın zaman kendine akşamın sözünü etme, akşama çıktığın zaman da kendine sabahın sözünü etme. Hastalığından önce sıhhatinden, ölümünden önce hayatından (istifâde edip tedbir) al. Çünkü sen, ey Abdullah! Yarın adının (mutlu mu, bedbaht mı) ne olacağını bilemezsin. (Tirmizi, Zühd: 25)
 
Gerçekten de, dünya hayatının fâniliğini bundan daha güzel anlatan bir söz olamaz. Çünkü, insanın elinde bulunan "ömür" ve sahip olduğu zaman, sadece bir "an"dır. Hiç kimse, bir sene, bir ay, bir gün, hattâ bir saat sonrasına kadar yaşayacağını garanti edemez. O halde bulunduğu ânı, en güzel bir şekilde değerlendirmeli, Allah'a hakkıyla kul olmalıdır.
Bununla birlikte, dünyanın fâniliğini anlamak ve zevklerini terk etmek demek, kendisini Allah'ın nimetlerinden mahrum etmek değildir.
 
Bu hususu şu hadîs çok güzel ifâde eder: "Dünya zevkinin terki, helâl bir şeyden kendini mahrum etmek veya malı elden çıkarmakla değildir. Fakat dünya sevgisinin terki, elinde bulunanların Allah'ın katında bulunanlardan daha güven verici olmaması ve bir musibete uğradığın zaman o musibet sende bırakılmış olsaydı sevabı için ona daha istekli olmandır." (Tirmizi, Zühd: 29)
 
Gençlerin dünyaya dalmamaları için sadece ölümü düşünmeleri yeterli değildir. Aynı zamanda ölümden sonrasını da tefekkür etmek gerekir. Kabir hayatını, Kıyâmeti, Haşir Meydanını, muhasebe ve muhâkemeyi, Mîzanı, Sıratı ve Cehennemi de iyice düşünmek lâzımdır ki, buraların azabından kurtulmak için Allah'a sığınalım ve zamanımızı Allah'ın istediği tarzda geçirelim.
İnsanın ölümden sonra uğrayacağı ilk durak kabirdir. Peygamberimiz (a.s.m.), "Kabir âhiret menzillerinden bir menzildir. Kişinin buradaki hesabı kolay olursa diğer duraklardaki hesabı da kolay olur, zor olursa diğerleri de zor olur" buyurmuştur.
 
Kabir azabı haktır. Kişi, dünyada yaptığı kötülüklerden dolayı önce kabirde azap görecektir. Hazret-i Osman (r.a.) ağlayarak, Resul-i Ekremin (a.s.m.) şu sözünü aktarırdı: "Kabirden daha korkunç bir manzara görmedim." (Tirmizi, Zühd: 5)
 
Peygamberimiz, kabirleri ziyaret ettiğinde, bura ehlinin vaziyetini görür ve sahabelere haber verirdi. Yukarıdaki hadiste kabrin korkunçluğunu belirttiğine göre, kabir azabına uğramamak için çok çalışmak gerekir.
Kabirden sonraki dehşetli zaman, kıyâmet günüdür. Bu hususta Efendimiz (a.s.m.) şunları söyler:
"Kıyâmet günü olunca güneş, kullara bir mil veya iki mil mesafede oluncaya kadar yaklaştırılacaktır. Güneş onları âdeta eritecek ve amelleri miktarınca ter içinde kalacaklardır. Onlardan kimini topuğuna kadar alacak, kimini diz kapaklarına kadar alacak, kimini beline kadar alacak, kimine de basbayağı gem vuracaktır." (Bu sırada Resulullah ağzını işaretliyordu.) (Tirmizi, Kıyame: 2)
 
İşte böyle dehşetli bir günde kurtuluşun yolu, dünyada iken Allah'ın emirlerine sarılarak yasaklarından kaçınmak, peygamberimizin sünnetini rehber edinmektir. Kişi, dünyada yaptığı her şeyden haşirde hesaba çekilecektir. O kadar ki, Zilzal Sûresinde, zerre kadar yaptığı bir iyiliği veya kötülüğü mutlaka göreceği belirtilir. Kişinin sevapları ve günahları tartılacak, iyilikleri fazlaysa Cennete, kötülükleri fazlaysa Cehenneme gidecektir.

Hesaba çekilmeden önce nefsimizihesaba çekelim
 
İnsan ahiretteki zorlu muhâsebeye uğramadan önce kendini hesaba çekmeli ve şu hadîsden ders almalıdır:
 
Abdullah bin Mes'ud'dan (r.a.) rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:
"Vallahi sizden hiç kimse yoktur ki, birinizin gördüğü dolunayla başbaşa kaldığı gibi Rabbiyle başbaşa kalmasın. Sonra Allah ona şöyle buyurur:
 
Ey Ademoğlu, benim hakkımda seni ne aldattı?
Ey Ademoğlu benim için ne amel işledin?
Ey Ademoğlu, Benden ne kadar hayâ ettin?
Ey Ademoğlu, peygamberlere ne cevap verdin?
 
Ey Âdemoğlu, sana helâl olmayana bakarken Ben gözlerinin üzerinde gözcü değil miydim?
 
Sana helâl olmayan şeyleri dinlerken Ben kulaklarının üzerinde kontrolcü değil miydim? Ey Âdemoğlu, sana helâl olmayan şeyleri söylerken Ben dilinin üzerinde murakıp değil miydim?
Sen ellerinle helâl olmayan şeyleri tutarken, Ben onların üzerinde gözcü değil miydim?
 
Ayaklarınla sana helâl olmayan şeylere giderken Ben ayaklarının üzerinde gözetleyici değil miydim?
Sana helâl olmayan şeylerle kalben ilgilenip dururken Ben, kalbinin üzerinde murakıp değil miydim?
Yoksa sana olan yakınlığımı ve sana gücümün yettiğini inkâr mı ettin?"
 
Rabbimizin bu hitabı, şu anda bile ürpertmekte, tüylerimizi diken diken etmekte.
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder