3 Temmuz 2015 Cuma

Ramazanda zirveleşen ibadet Yardımlaşma yarışı

Ramazanda zirveleşen ibadet Yardımlaşma yarışı

Ramazanda zirveleşen ibadet Yardımlaşma yarışı

c.tokpinar@meydangazetesi.com.tr
03 Temmuz 2015, 02:19
 
Ramazan ayında tüm ibadetler gibi, yardımlaşma da şahlanır. Adeta zirveleşir ve müminler birer iyilik meleği olurlar. Kur’an-ı Kerim’in ikinci sayfasında başlayan Bakara Suresi’nde muttakîlerin özellikleri şöyle sayılır: “Onlar, görmedikleri halde Allah’a ve O’nun bildirdiklerine iman ederler, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda bağışta bulunurlar. Onlar sana indirilen Kur’an’a da senden önceki peygamberlere indirilen kitaplara da inanırlar. Onlar ahirete de kesin olarak iman etmiş kimselerdir.” (Bakara: 3-4)

Bu özelliklerde hemen dikkat çeken bir husus vardır. Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınan kimselerin nitelikleri iman ve amel olmak üzere iki grupta toplanıyor. Allah’a, peygamberlere, kitaplara ve ahirete inanmak imanla ilgili öncelikli hususlar olarak sayılırken, amelle ilgili iki muhteşem ibadet olan namaz ve infakın özellikle vurgulandığını görüyoruz. Demek ki bu iki ibadet Allah katında çok önemli olmalı ki, mukaddes kitabımızın hemen başlarında dikkat çekiliyor. İlginçtir ki, Rabbimiz Kur’an’ın yaklaşık 30 ayetinde namazla infakı veya zekâtı birlikte zikreder. Çünkü namaz insanın manevî dünyasını, zekât da sosyal hayatını ayakta tutar. Bunlardan birisi de Enfal Suresi’nin başında geçer. Burada muttakîlerin yerine müminlerin hususiyetlerini zikreden Rabbimiz, aslında benzer niteliklerden ve infaktan bahseder.

Yardımlaşmada yarışanlar


 Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Kur’an’da zekât, sadaka, infak gibi farklı isimlerle anılan yardımlaşmayı hem fiilleriyle hem sözleriyle öylesine anlatmıştı ki, sahabe arasında âdeta yarış başlamıştı.

Abdullah b. Mesud Hazretleri anlatıyor:
“Sadaka ayeti nazil olunca hepimiz Allah yolunda tasadduk edecek bazı şeyler bulma arayışına koyulmuştuk. Öyle ki, hamallık yapıp az da olsa para kazanarak infakta bulunmaya çalışıyorduk. Çarşıya-pazara gidip sırtımızda eşya taşıyor, ücretini alır almaz da ’verenler‘ arasına dâhil olmak için Efendimiz’in huzuruna koşuyorduk.”

Yine bir gün Efendimiz ensar ve muhacirînin himmetine başvurdu. Ya bir yere seriyye gönderecekti de ordunun teçhizi için yardım istiyordu ya da çölden gelen fakir insanları doyurmak ve onların ihtiyaçlarını görmek için “Verin!” diyordu.
 

Peygamber Efendimiz’in teşvikleri karşısında Hazreti Abdurrahman b. Avf, her zamanki civanmertliğiyle seslendi; “Ya Resulallah!” dedi, “Bende dört bin dirhem var, kabul buyurunuz.” Efendimiz (s.a.v.) çok memnun kalmış ve ona hayır duada bulunmuştu.
 

Hem Resul-i Ekrem Efendimiz’in şevk veren sözlerini duyan hem de cömert insanların büyük fedakârlıklarını gören herkes bu hayır yarışına katılmak istiyordu. Mal-mülk sahipleri böyle bol bol verirken, imkânları geniş olmayanlar ise az da olsa verebilecekleri bir şey arıyorlardı. Bunlardan birisi de ensardan fakir bir Müslüman olan Ebu Akîl idi. Onun iki avuç hurmadan başka bir şeyi yoktu. Fakat öyle de olsa adını ‘hayırda yarışanlar’ arasında yazdırmalıydı; elindeki hurmanın bir avucunu ailesine ayırdı, diğerini de himmet mallarının içine kattı.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), kardeşinin derdiyle dertlenmeyi birçok hadisinde teşvik etmişti. “Yarım hurmayla da olsa kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz”, “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir”, “Ya Eba Zer, çorbanın suyunu fazla kat ki, komşuna da ver” gibi hadisler, hep paylaşmayı teşvik ediyordu.

Yardımı ihlasla yapmak gerekir
 

Cenab-ı Hak, yardımlarında kendi rızasını gözetenleri şöyle övüyor: "Malınızdan hayır adına her ne harcarsanız kendi menfaatiniz içindir. Zira siz, ancak Allah rızasını gözeterek verirsiniz. Böylece hayra dair her ne verirseniz onun sevabı tam olarak size ödenir. Hakkınız yenmez ve size zulüm edilmez." (Bakara: 272)
 

Bir hadiste, kıyamet gününde arşın gölgesinde gölgelenecek yedi sınıf insandan birisinin de sağ elinin verdiğini sol eli görmeyecek kadar gizli sadaka veren kimseler olduğu belirtilir. Bu hadisten anlaşıldığına göre, yardım ihlasla yapılmalı, sadece Allah’ın rızası gözetilmelidir. Nitekim Peygamber Efendimiz, “Cenab-ı Hak, ne ‘desinler’ diye hayır yapan sümacıdan, ne gösteriş delisi müraiden, ne de iyiliğini başa kakıp duran mennandan hiçbir şey kabul etmez!” buyurmuştur.
 

Verdiği sadakayı kimseye, hatta iyilik yaptığı insanlara bile hissettirmeyenlerden birisi de Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) torunlarından olan İmam Ali Zeynelabidin idi. Kendisini Allah’a ibadete adamış bu insanın yaşadığı dönemde halkın arasında pek çok fakir, kimsesiz ve bakıma muhtaç insan vardı.

Bunların çoğu, ihtiyaçları olan yiyecek, içecek ve giyecek eşyalarının bir gece vakti kapılarının önüne konmuş olduğunu görürlerdi. Senelerce kimin getirdiğini bilemedikleri bu eşyaları kullanmışlardı. Çünkü o mübarek insan öylesine ince düşünüyordu ki, getirdiği eşyaların bir taraflarına ‘helaldir’ yazan küçük kâğıtlar yapıştırıyordu.
 

Yıllardan sonra bir sabah, kapılarının önünde her zaman alıştıkları yardım paketlerini görememişlerdi. Çünkü o gece hiçbir muhtacın kapısına erzak çuvalı bırakılmamıştı. Herkes bunun sebebini merak ediyordu ki, o sırada “İmam Ali vefat etti” diye bir ses duyuldu. Hak dostunu yıkayan, defin için hazırlayan gassal, imamın sırtına el vurunca kocaman bir nasırın varlığını görmüş ve gözyaşlarını tutamamıştı. Zira o koca İmam tam yirmi yedi sene fakire fukaraya çuval çuval yardım taşımıştı sırtında. Taşıdığı yüklerden dolayı sırtı nasır bağlamıştı. Fakat o ölene kadar bundan kimsenin haberi olmamıştı. Çünkü bu hayır hasenatının ihlaslı olmasını arzuluyor, insanların görmesini istemiyordu.

Haklarında ayet indi
 

Rivayetlere göre; Hazreti Ebu Bekir (r.a.) kırk bin dinarın on binini gece, on binini gündüz, on binini gizli, on binini de açıkça olmak üzere bir günde sadaka olarak muhtaçlara vermişti. Yine, Hazreti Ali’nin (r.a.) sadece dört dirhem gümüşü varken, onun birini gündüz, birini gece, birini açıkça, birini de gizlice fakirlere dağıttığı nakledilmektedir.
 

Bu iki muhteşem sahabe hakkında şu mealdeki ayet inmişti:
“Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık hayra sarf edenler var ya, onların mükâfatları Allah katındadır. Onlara korku yoktur, üzüntü de çekmezler.” (Bakara, 274)
 

Ayet-i kerime, özellikle bu iki sahabe efendimize işaret ediyor olsa bile, Kur’an’ın bu hükmü umumîdir ve merhum Elmalılı Hamdi Yazır’ın da dediği gibi, buradaki infak farz, vacip ve nafile olmak üzere her çeşit infakı içine almaktadır.
 

Hz. Ömer (r.a.) Efendimiz, devlet başkanı olduğu halde, günlerdir açlık çeken bir aileye yardım etmek için gece vakti un çuvalını sırtına almış, kendi eliyle çorba pişirmiş, çocukların karnını doyurup birbiriyle güreş tuttuğunu görünceye kadar oradan ayrılmamıştı. Hatta halife olduğunu belirtmemiş, ertesi gün kendisini ziyarete gelen fakir kadın, onun emire‘l-müminin olduğunu anlamıştı. Demek ki, herkes makam ve mevkiine, şan ve şöhretine bakmadan insanların yardımına koşmalı, hatta bu yardımı bir emir veya başka vasıtalarla yapsa bile fırsat buldukça fakir fukarayla yüz yüze gelerek yapmalıdır.


 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder