20 Ağustos 2015 Perşembe

Aslıhan Erkişi - Esmiyor

Aslıhan Erkişi - Esmiyor

 
Aslıhan Erkişi

a.erkisi@meydangazetesi.com.tr
18 Ağustos 2015, 08:00

 
Neden acaba?
Kendinizi üstü açık, uzun, cam bir silindirin içinde hayal edin. Hadi biraz da abartalım: Deniz, havuz, şelaleler, ağaçlar var. Ama kocaman bir fanusun içindesiniz ve etrafınız sarılı.


Esmiyor!
Nasıl essin ki!
İşte aynen öyle etrafımız sarılı ve gün geçtikçe daha çok sarılıyor. Çarpık kentleşme, binaların gün boyunca ısınmasıyla iklimin de ısınmasına sebep oluyor. Uzun uzun binalar yan yana dip dibe yapılar. Yoksa hava şöyle kıvrıla kıvrıla yanağınıza konacak ama geçecek yer bulamıyor. Onun bir suçu yok. Esmiyor değil, tabiatı gereği esecek, görevini yerine getirecek ama estirmiyorlar.
“Yeryüzüne iyi muamele et. O babanızın malı değil, onu çocuklarınızdan ödünç aldınız” der bir Kızılderili atasözü…
Kıydığımız her ağaç, çocuklarımızdan kopardığımız nefestir. Onların alamadığı her soluk bize vebaldir.


Esmiyor!
Nasıl essin ki?
O evlerde oturanlar bilir. Dirsek teması dizilmiş cadde boyu uzanan, bağzılarının balkonlarından karşı balkonun neredeyse 1 metre olduğu, perdelerin sıkı sıkıya kapatılmak zorunda kalındığı gayri insanı, tabii olmayan muhitlerde daha çok söylenir:


Esmiyor!
Nasıl essin ki?
Bu dip dibe binalarda mahremiyetimiz de kalmadı. Bu erozyon nereye kadar devam edecek?
“Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anladığında” mı bitecek?
Bu söz de bir Kızılderili atasözüydü…
Aslında biz büyük bir sevgi medeniyetinin çocukları değil miydik?

Geçenlerde bir arkadaşımdan duyduğum hadise beni o kadar etkiledi ki. Konuyla ilgili olduğundan kısaca anlatmak isterim.

Önemli bir zatın bulunduğu araç, trafik kazası sonucu bir ağaca çarpar. Ağaç neredeyse motorun ortasına kadar geldiğinden öğrencisi o büyük zata döner;
- “Efendim ağacı kesmemiz gerekecek” der.
Nasıl bir cevap beklerdiniz?

O güzel gönüllü adam der ki;
-Bir usta getirin ağacı kesmek yerine arabayı söksün.
Öyle de yaparlar. Sonra öğrencisinden bir beyaz çarşaf, su ve biraz da toprak getirmesini ister. Öğrencisi, hocasının bunlarla ne yapacağını merak eder. Bir kenarda toprağın üzerine suyu döker çamur haline getirir. Sonra o çamuru dudaklarında belli belirsiz kıpırdanmalarla belli ki dua ederek ağacın yaralarına şefkatle sürmeye başlar. Sonra çarşafı bir yaraya sargı yapar gibi ağacın gövdesini çarşafla sarar.
 

Ne büyük ders öğrenciye değil mi? Aslında bizim kaybettiğimiz ruhumuz bu. O büyük insan bu hatırasıyla bize kaybettiğimiz ruhumuzu hatırlattı. Bu hassasiyetin okullarda okutulduğunu, hutbelerde okunduğunu, televizyonlarda hatırlatıldığını düşünsenize. Çocuklarımızın gençlerimizin ve bütün bir milletin yaratılmışlara karşı bakışının değiştiğini, sevginin büyüdüğünü görmez mi insan.

Medeniyetimiz varken aslında Kızılderili atasözlerine çok da ihtiyacımız yok ama doğru söze ne denir.
Son bir Kızılderili atasözüyle veda edeyim:

İnsanlar, tabiattan uzaklaştıkça kalbi katılaşır. İnsanın gözleri öyle kelimelerle konuşur ki; dil, onları telaffuz edemez.

Gönülden esen muhabbetle…
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder