7 Ağustos 2015 Cuma

Şükür Namazı

Şükür Namazı

 
Cemil Tokpınar - [İslami Hayat]

c.tokpinar@meydangazetesi.com.tr
07 Ağustos 2015, 01:34
 
'Şükretmek nimetleri arttırır'
 
Hendek Savaşı’nda İslâm ordusu, düşmanlar tarafından tamamen kuşatılmıştı. Bir tarafta düşman saldırısı, diğer tarafta açlık ve yorgunluk Müslümanları iyice bunaltmıştı. Kureyş müşrikleri ve Yahudi kabileleri birlik olmuşlar, İslâm ordusuna göz açtırmıyorlardı. Savaş bütü şiddetiyle devam ederken Peygamberimiz (s.a.v.) müminlere şöyle buyurdu:
 
 İçinizde, Ebu Süfyan tarafına geçip onların durumundan bize haber getirecek birisi yok mu?
 
Fakat açıkça isim zikredilmediğinden Allah Resûlünün teklifine kimse cevap vermedi. Belki de hiç kimsenin yerinden kalkacak gücü yoktu. Bunun üzerine Efendimiz Huzeyfe’ye (r.a.) ismiyle seslendi:
 Kalk, git. Ebu Süfyan ve ordusu hakkında bize haber getir, dedi.
Hemen peşinden şu uyarıyı yaptı:
 
 Sakın gidip gelirken herhangi bir hadiseye sebebiyet verme ve onlara görünme. (İbn-i Kesir, el-Bidâye 4/130,131; İbni Hişam, Sîre 3/242, 243)
 
Bu kutlu emir üzerine Huzeyfe (r.a.) yerinden fırlayıp kalktı. Sanki o yorgun argın insan gitmiş, yerine zindeleşmiş, canlanmış birisi gelmişti. Yola koyulduğunda hava güllük gülistanlıktı, adeta güneş başını yakıyordu. Halbuki karşı tarafa geçtiğinde bir de ne görsün? Ortalık karma karışıktı. Fırtına her şeyi önüne almış sürüklüyor, kazanlar devriliyor, çadırlar uçuşuyor, insanlar oraya buraya koşuşuyor, çığlık atıyordu.
 
Bu arada Ebu Süfyan’ın, ordusuna şöyle bağırdığını duydu:
 
 Sağlam bir yerde değilsiniz. Göçe hazırlanın. Ben göç ediyorum.
 
Kureyş, büyük bir bozgun içinde geri dönüp kaçmaya hazırlanıyordu. Hz. Huzeyfe (r.a.), bu durumu Allah Resûlüne müjdelemek için hemen geriye döndü. Yolda, atlarını belli bir istikamete doğru mahmuzlamış giden sarıklı süvariler gördü. Hiçbirini de tanımıyordu. Ona:
 
 Sahibine selâm söyle, müşriklerin haklarından geldik, diyerek yanından geçip gittiler.
 
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), merakla Hz. Huzeyfe’yi bekliyordu. Kahraman sahabe durumu olduğu gibi aktardı. Onu bir battaniyeye sarıp ısıttılar. Zira soğuk iliklerine kadar işlemişti. Halbuki Müslümanların bulunduğu tarafta hava yine güllük gülistanlıktı. İki Cihan Serveri müjdeli habere çok sevindi. Hemen iki rekât şükür namazı kıldı.
 
Melekler kâfirlerin altını üstüne getirmiş ve onları perişan etmişlerdi. Zaten Hz. Huzeyfe’yle selam gönderen süvariler de onlardı. (İbn-i Kesir, el-Bidâye 4/130-132)
 
İnsan Nimet Denizinde Yüzüyor
 
Rabbimiz bizleri adeta bir nimet denizi içinde yaratmıştır. Zaten kendi varlığımız, mükemmel organlarımız, duygularımız bile muazzam bir nimettir.
 
Rabbimiz şükürle ilgili şöyle buyurur:
 
“O, sözünüz ve fiilinizle dilediğiniz her şeyden size verdi. Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız sayıp bitiremezsiniz. İnsan ise, şüphesiz ki, çok zalim ve çok nankördür.” (İbrahim Sûresi, 14:34)
 
“Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız saymakla bitiremezsiniz. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.” (Nahl Sûresi, 16:18)
 
“Beni zikredin ki, Ben de sizi rahmetimle anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin.” (Bakara Sûresi, 2:152)
“Şunu da hatırlayın ki, Rabbiniz size ‘Şükrederseniz daha çok veririm, nankörlük ederseniz bilin ki azabım çok şiddetlidir’ diye bildirmişti.” (İbrahim Sûresi, 14:7)
 
Kur’an’ın birçok ayetinde ihsan ettiği nimetleri sayan Rabbimiz, sonunda da şükre teşvik eder:
 
“İnsanların çoğu şükretmezler.” (Bakara Sûresi, 2:243)
“Şükredenleri mükâfatlandıracağız.” (Âl-i İmran sûresi, 3:145)
“Hâlâ şükretmezler mi?” (Yasin Sûresi, 36:35)
“O hâlde şükretseydiniz ya!” (Vâkıa Sûresi, 56:70)
“Ne kadar az şükrediyorsunuz.” (Mülk Sûresi, 67:23)
 
Bu ayetlerden anlıyoruz ki, evrendeki varlıkların dilleriyle kendisini bize tanıttıran ve ihsan ettiği nimetleriyle bütün isimlerinin güzelliklerini bize hissettiren Rabbimiz, ısrarla şükretmemizi emrediyor.
 
İki örnek
 
 Hayatının her anını namazla süsleyen güzeller güzeli efendimiz (s.a.v.), hendek savaşı’nda şükür namazı kılarak bizlere örnek olmuştu. nitekim peygamberimiz allah’ın daveti üzerine miraca yükselmek için Kudüs’e geldiğinde Mescid-i Aksâ’ya uğradı. Kendisine, hiçbir beşere nasip olmayan muhteşem bir nimet ihsan edilmişti. Bunun için orada iki rekât şükür namazı kıldıktan sonra göklere yükseldi. 
 
 Şükür namazının bir örneği de Bedir’de yaşanmıştı. Savaş bütün dehşetiyle devam ediyordu. Yıllarca Peygamberimize ve Müslümanlara her türlü eziyeti ve işkenceyi yapan, İslâm’ı yok etmek için her türlü yolu deneyen Ebu Cehil’in öldürüldüğü haberini alır almaz, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hemen iki rekât şükür namazı kılmıştı.

Niçin Şükür Namazı kılmalıyız?
 
Nafile namazların hepsinin çok derin gerekçeleri ve zengin anlamları vardır. Bir kısmının ortak özelliği, Rabbimizden belirli bir istekte bulunmaktır. Hacet, istiska (yağmur), istihare namazları böyledir. Şükür namazı ise bunların tam zıddı bir durum olunca kılınır. Söz gelişi, hacet namazında kul bir nimete kavuşmak veya bir sıkıntıdan kurtulmak için namaz kılar. Şükür namazında ise muhteşem bir nimete kavuşulmuş veya dehşetli bir belâdan kurtulmuş olan mümin, sevincini Allah’la paylaşır, teşekkürünü, hamdini Rabbine arz eder.
 
Hacet namazı, korku, sığınma ve ihtiyacın zirvesindeyken Allah’tan yardım istemek ise, şükür namazı sevinç ve mutluluktan uçarken Rabbini unutmamaktır. Kur’an’da, kendini zikretmeyi, hatırlamayı, unutmamayı ısrarla emreden Rabbimiz, hem bollukta, hem darlıkta kendisine yönelmemizi ister.
 
İşte şükür namazı, “Rabbim, bu kavuştuğum nimet sendendir. Sana şükürler olsun. Seni asla unutmadım” demektir. Çoğu kere sıhhat, afiyet, zenginlik, rahat ve huzur; gaflet verip Allah’a şükür ve hamdi unutturabilir. Şükür namazı ise insanın bu durumlarda bile Allah’ı hatırdan çıkarmamasına ve zafer sarhoşluğundan gaflete düşmemesine vesile olur.

Nasıl Kılınır?
 
Şükür namazı normal iki rekâtlık bir namaz gibidir. Mesela, sabah namazının sünneti gibi kılabiliriz. Herhangi farklı bir ayet veya sûre okuma şartı yoktur. Ancak eğer biliyorsak, Allah’ı öven, yücelten, hamd ve şükür anlamları taşıyan ayetleri okuyabiliriz. Bu namaz mekruh vakitler dışında her zaman kılınabilir.
 
Eğer zaman ve mekân uygunsa, nimeti ilk hissettiğimiz anda, sevinç ve mutluluğumuz zirvede iken kılmak daha faziletlidir. Çünkü o anda bütün duygularımızla Rabbimize yönelip ona olan minnettarlığımızı tam hissetmiş durumda oluruz. Hem o ilk sevinç anını ezelî ve ebedî dostumuz olan Cenab-ı Hak’la paylaşmaktan daha güzel ne olabilir?

 
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder