2 Mart 2016 Çarşamba

Yuvasız kuşlar

Yuvasız kuşlar

 
Aslıhan Erkişi

a.erkisi@meydangazetesi.com.tr
17 Şubat 2016, 08:00

 
Mahallenin teyzeleri ve anneler toplanır, DVD’lerin daha icat edilmediği o zamanlarda kocaman kasalı VHS kasetlerden Türk filmi izlerdi çocukluğumda. Bu aile ya da hanım toplantılarının önde gelen starı Küçük Emrah ve filmleriydi o zamanlar.

Senaryo olarak abartılı, oyunculuklar birazcık amatör, çekim imkanları bugünkü kadar yüksek değildi belki ama sevilirdi.

Bursa Kültürpark'ta Türk filmi gösteren kafeler bile vardı.

Bugün derbi maçlar için erkeklerin toplandığı günümüz kafeleri gibi. 

BOL TRAVMALI TÜRK FİLMLERİ
Türk filmi izleme ayrıcalığı için oturduysanız kafeye, bir şeyler yemek içmek mecburiydi.

Ya da bugün maçlarda olduğu gibi maç parası gibi film parası ödüyordunuz. Ve huzurlarınızda Ferdi Tayfur. “Yuvasız Kuşlar.” Perihan Savaş, her dönemin starlarından.

O keskin ve sert bakışlarıyla karakter anne rolüyle tabii ki Aliye Rona da. Allah rahmet eylesin. Hey gidi günler...

 
Neyse, dönelim Küçük Emrah’a. Oldukça acıklı, adeta insanın böğrüne saplanan hançer misali senaryoları vardı bilirsiniz. Son derece travmalı, bol musibetli aile dramı, yoksulluk, cinayet, namus meseleleri vs. Tabii izleyenler hele biz hanımlar oldu mu, dayanma direnci de bir yere kadar. Filmin başrolü, annesi, babası, ya da ailenin kızının uğradığı haksızlıklar, kötülüklere bir yere kadar tahammül. Gözyaşları ceyhun oluverir, hatta nasıl gerilmişseniz bütün gururu bir yana bırakıp hüngür hüngür ağlamaya başlardınız... Hâlâ da öyledir.

YAPRAK DÖKÜMÜ
Hiç unutmam, bir gün gönlümüze düştü; tiyatroya gidelim dedik 9-10 yıl önce. Ümraniye Sahnesi'nde Reşat Nuri Güntekin’in ‘Yaprak Dökümü’ sahneleniyor. Dizisi yapılmamıştı daha. Ama Bennu Yıldırımlar o zaman da ailenin mahsun, fedakar ve çileli kızı ‘Fikret’i oynuyordu oyunda. Müthişti. Hikaye sona yaklaşmış ve dram netleşmişti ki, ben ve eşim kendimizi tutamadık tabii. Sadece biz mi? Salonun genelinde bir burun çekme, minik hıçkırıklar hali. O da ne! Tam arkamızda beyaz tenli ağlamaktan kıpkırmızı kesilmiş 30’lu yaşlarda bir adamcağız bu kadar yüke fazla dayanamamış olacak, o kalın sesiyle; bildiğiniz hüngür hüngür ağlamaya başlamaz mı! Salon ağlamayı bırakıp adamcağızın çıkardığı seslere gülmeye başlamıştı.

İYİ Kİ AĞLATMIŞ BİZİ


Çocukluğumda bizim evde de, bir- çok evde de benzer manzaralar yaşanırdı. Anneler, teyzeler ağlamaya başladı mı özellikle erkekler birazcık dalga geçer eda ile; “Ne anlıyorsunuz şu Türk filmlerinden yahu, ne kadar da sulugözsünüz” derlerdi. Sanki 3 dakika önce hafif yana kaykılarak başını dönüp, eliyle gözlerini silen ve çaktırmamaya çalışan onlar değilmiş gibi.
 
Yazımın buraya kadarki kısmını okuyup Türk filmlerini eleştirdiğimi sanmayın lütfen.

Tam tersi. İyi ki Türk filmleri varmış. İyi ki ağlamışız. Teknik olarak sınırlı, senaryolar abartılı dahi olsa onlarda Münir Özkul’un insanlığı, Adile Naşit’in şefkati, Hulusi Kentmen’in babacanlığı, Kemal Sunal’ın gülüşü, “böyle olmayın” dercesine Erol Taş’ın sertliği, Küçük Emrah’ın garibanlığı, Türkan Sultan’ın, Filiz Akın’ın, Hülya Koçyiğit’in letafeti, Ediz Hun’ların, Fikret Hakan’ların, Kadir İnanır’ların, Murat Soydan’ların güçsüzü tutan kahramanlıkları vardı. Sayıları azaldı..


Artık zengin kız, fakir oğlan yok. Herkes zengin ve evler malikane. Merak ediyorum: Siz de benim gibi özlüyor musunuz?


 
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder