13 Ağustos 2016 Cumartesi

AHLÂK İLMİNİN FELSEFE İLE İLİŞKİSİ

 AHLÂK İLMİNİN FELSEFE İLE İLİŞKİSİ


Ahlâk konusu, çağlar boyu düşünürleri uğraştırmış, ancak ahlâk sözünün hangi davranışları içerdiği konusunda fikir birliğine varılamamıştır. Yüzyıllarca dünyanın çeşitli coğrafyalarında bu konuda birbirinden farklı görüşler ileri sürülmüştür. Ahlâkî fiilin (eylemin) kaynağı olan ‘iyi’ üzerinde herkes mutlaka bir şey söylemiş; fakat iyi’nin haz (lezzet) mı, saadet mi, yoksa görev mi? olduğu hususunda düşünürler birleşememişlerdir. Bununla beraber felsefî ekollerin her biri, iyi ile kötü hakkında en doğru bilgiye kendilerinin sahip olduğuna inanmışlardır.



İyi’nin ne olduğu her çağda, her toplumda ve hatta toplumdaki bireyler arasında tartışma konusu olduğuna göre, acaba ‘iyi’ anlayışı nereden geliyor? Mutlak bir otoriteye sahip kesin ahlâk buyrukları var mıdır?  Bu buyruklar Allah (c.c.) tarafından mı, yoksa insanlar tarafından mı konulmuştur?



Her iki görüş de felsefe tarihi boyunca savunulmuştur. Şunu hemen belirtelim ki, ahlâk kurallarının Allah (c.c.) tarafından konulduğu kabul edilince, bunların mutlak bir otoriteye sahip kesin ahlâk buyrukları olduğu da kabul edilmiş olur.



Ahlâk kurallarının toplum tarafından ortaya konduğunu savunanlar şöyle diyebilir: Çağlar ve toplumlar değiştikçe ahlâk anlayışının değişmesi, ahlâk denen şeyin toplum tarafından tesbit edildiğinin ispatıdır. Kısaca, toplumun iyi dediği şey iyi, kötü dediği şey de kötüdür!



Bu iddia karşısında şöyle sorulabilir: Acaba çoğunluğun görüşü her konuda doğru ve ölçü olabilir mi? Buna olumlu cevap vermek mümkün değildir. Zira aslında değerli olmayan bir şeyi bazen birçokları değerli bulabiliyor.  Halbuki, gerçekten değerli olan bir şey, toplumların değişmesiyle değerini yitirmez, üstelik bir kısım insanların değerli bulduğuna, diğer bir kısım itibar etmediğine göre değer ve ahlâk ölçüsünü toplumlar kendiliğinden tesbit edemezler. Ahlâk gibi insanlığa yön verecek bir değerin kaypak ve değişken bir şey değil, sabit ve köklü bir esas olması gerekir. Toplumların bir çağ boyunca daha sonraki devirlerde
dehşetle hatırlanan bir çıkmaza düştüğü, bir bataklığa saplandığı olmuştur. Zulümleriyle orta çağı karartan engizisyon mahkemelerinin dindar Hiristiyanlar tarafından işletildiği bilinmektedir.

 

Eski çağ filozoflarından Sokrat’ın, zamanındaki Yunan toplumunun kabul ettiği değerlerin karşısına çıkması, Yunan halkının “Bu dinsiz, çocuklarımızı baştan çıkarıyor!” diyerek onu ölüme mahkum etmesi de bir başka tipik örnektir. Biz bugün Yunan toplumunun değil, Sokrat’ın ileri sürdüğü değerleri “iyi” olarak benimsiyoruz.

     

Bireyler ve toplumlar ahlâki değer ölçüsünü koyma gücüne ve üstünlüğüne sahip olamadığına göre, bu esasları belirlemeye yetkili olan kimdir?



Bu sorunun açık ve kesin cevabı şudur: Ahlâki kanunlar, ‘itaat’ edilmesi gereken buyruklardır. Halbuki insan, bir başka şahsın kendine emir vermesinden hoşlanmaz. Bunu hürriyetinin bir nevi ihlâli olarak kabul eder. Şu halde ahlâk kuralları koyucusunun zaaflardan arınmış, yanılmaz ve otoritesine isteyerek boyun eğilen biri olması gerekir ki, bu da Allah’tan başkası değildir.

      

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder