21 Ağustos 2016 Pazar

ASHAB-I KİRAM (R.A.)’IN AHLÂKÎ KİŞİLİĞİ

ASHAB-I KİRAM (R.A.)’IN AHLÂKÎ KİŞİLİĞİ
 
‘Ashab’, sözlükte arkadaş anlamına gelen ‘sahib’ kelimesinin çoğuludur. İslâm kültüründe ‘Hz. Peygamber (s.a.v.)’in arkadaşları’ için, daha geniş kapsamıyla ‘Resûlullah’ı gören müminler için kullanılmıştır. Sahabi veya çoğulu ‘sahabe’ terimleri de aynı anlamı ifade ederler. Sahabi sayılabilmek için az da olsa Resûlullah ile görüşmek şarttır. Bu nedenle Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde yaşamış, O’na iman etmiş, hatta O’nunla haberleşip yazışmış, O’na destek sağlamış kişiler ashab’tan sayılmaz.
 
İslâm’ın en güzel ve doğru bir şekilde öğrenilebilmesi için Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, dolayısıyla Ashab-ı Kiram’ın hayatını iyi bilmek gerekir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) ve O’nunla iç içe yaşamış olan Ashab-ı Kiram’ın hayatında Müslümanlar için çok güzel örnekler vardır. İslâm alimleri, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hayatını detaylı bir şekilde tesbit ettikleri gibi, ashabın hayatıyla ilgili bilgileri de tesbite çalışmışlardır.
 
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in arkadaşları ve yakın dostları olan Ashab-ı Kiram, O Yüce Peygamber (s.a.v.)’in kişilik ve dostluğundan yararlanmış, kendilerine örnek alarak O’nun istediği gibi Müslüman olmaya çalışmışlardır.
 
İslâm’ın yayılması ve güçlenmesi için canlarıyla başlarıyla çalışmışlar, bu yolda hiçbir şeyden çekinmemişler, Allah (c.c.) ve Resûlünü (s.a.v.) çocuklarından, mallarından hatta canlarından daha çok sevmişler, bu uğurda yurtlarından hicret etmişler, canlarını bile vermişlerdir. Böylece Ashab-ı Kiram’ın, Hz. Peygamber (s.a.v.) ile beraber olmaktan kazandıkları üstünlükleri ortaya çıkmaktadır. Bu ve benzeri özelliklerinden dolayı sahabe, Kur’an-ı Kerim’de Allah (c.c.) tarafından, hadis-i şeriflerde Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından övülmektedir.
 
“İslâm’da birinci dereceyi kazanan muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar yok mu? Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah bunlar için, kendileri içinde ebedi kalıcılar olmak üzere, altlarında ırmaklar akan Cennetler hazırladı. İşte bu, en büyük bahtiyarlıktır.” (1)
 
“Muhammed Allah’ın resûlüdür. Onunla beraber olanlar (ashab) da kafirlere karşı çetin ve metin, kendi aralarında merhametidirler. Onları rükû edici, secde edici olarak görürsün. Onlar Allah’tan daima fazlu kerem ve rıza isterler. Secde izinden meydana gelen nişanları yüzlerindedir.” (2)
      
Peygamberimiz (s.a.v.) ashab-ı kiram için şöyle buyurdu:
“İnsanların en hayırlıları benim asrımda yaşayanlardır. Sonra bunları takip edenlerdir, sonra da bunları takip edenlerdir. Bu sonuncuları takiben öyle insanlar gelir ki kendilerinden şahitlik istenmediği halde şahitlikte bulunurlar, onlar ihanet içindedirler, itimad olunmazlar. Nezirlerde (adak) bulunurlar, yerine getirmezler. Aralarında şişmanlık zuhûr eder." (3)
"Ashabıma sebbetmeyin (dil uzatmayın). Nefsim elinde olan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun (sizden) biri, Uhud dağı kadar altın infak etse, onlardan birinin infak ettiği bir müdd'e hatta yarım müdd'e bedel olmaz." (4)
"Ümmetim(in ferdleri arasında) ümmetime karşı en çok merhametli olan kimse Ebu Bekr'dir. Onlar içinde Allah'ın emri hususunda en çok titiz olanı Ömer'dir. Haya yönüyle en şiddetli olanı Osman'dır. (Davalarda) en isabetli hüküm vereni Ali'dir. Helal ve haramı en iyi bileni Muaz İbnu Cebel'dir. Ferâizi en iyi bilen Zeyd İbnu Sâbit'tir. Kur'ân okumasını en iyi bileni Übey İbnu Ka'b'dır. Her ümmetin bir emini vardır. Bu ümmetin emini Ebu Ubeyde İbnu'l-Cerrâh'dır. Ebu Zerr'den daha doğru sözlü olan birini ne gök gölgeledi, ne de yer taşıdı. O, verada Hz. İsa aleyhisselam gibiydi." (5)  
"Nezdimizde bir eli(ihsanı) bulunan hiç kimse yoktur ki, o ihsan sebebiyle biz ona (misliyle veya daha fazlasıyla) karşılıkta bulunmayalım. Ancak Ebu Bekr bundan hariç. Çünkü, onun nezdimizde yardım varsa da, onun karşılığını Kıyamet günü ona Allah verecektir. Bana Ebu Bekr'in malı kadar kimsenin malı faydalı olmadı. Benim müslüman olmasını teklif ettiğim herkesten bir zorluk gördüm, Ebu Bekr hariç. Zira o teklifim karşısında hiç tereddüd etmeden kabul etti. Eğer kendime bir dost (halil) ittihaz etseydim, mutlaka Ebu Bekr'i dost edinirdim. Haberiniz olsun, arkadaşınız Allah Teâla'nın dostu (halilullah'tır)." (6)
Peygamber (s.a.v.)’in Allah (c.c.)‘tan alarak insanlara tebliğ ettiği ve yaşayışında uyguladığı veya bizzat kendisinin koyduğu dini esasların, daha sonraki Müslüman kuşaklara ancak ashab-ı kiram’a dayanan sağlıklı nakillerle ulaşabildiği düşünülecek olursa, İslâm açısından ashab-ı kiram’ın gerçekten bu övgülere ve kendilerine saygı gösterilmesi konusundaki uyarıları hak ettikleri açıkça anlaşılır. Bu nedenle ashabtan birinden söz ederken isminin arkasından ‘Radıyallahu anh’ (Allah O’ndan razı olsun) demek, bize düşen saygı görevinin gereğidir. Yazı dilinde ise bunu kısaca (r.a.) şeklinde ifade etmekteyiz.
 
Ashab-ı Kiram, bir pervane gibi Peygamberimiz (s.a.v.)’in çevresinde dolaşır ve O’ndan bir şeyler öğrenmeye çalışırlardı. Çeşitli dünya işlerinden dolayı Hz.Peygamber (s.a.v.)’in yanına gelemeyenler, ertesi günü o gün orada bulunanlara sorarak eksiklerini giderirlerdi. Bunlardan bazıları İslâm’ı öğrenmek için, boğaz tokluğuna Peygamber (s.a.v.)’i takip eder, bazıları da O’nun sözlerini yazmak için yanından hiç ayrılmazdı. Ashab-ı kiram, Resûlullah (s.a.v.)’in söylediklerini dikkatle dinler, O’nun yanından ayrıldıktan sonra da duyduklarını daha iyi öğrenebilmek için kendi aralarında tekrar ederlerdi. (7)
 
İslâm’ın ahlâk bakımından amacı, ahlâk konularına sıradan bir nazariye ortaya koymak ve meraklı kimseleri tatmin etmek için kuru tartışmalara girişmek, kısaca, gerçek hayattan kopuk bir ahlâk felsefesi yapmak değildir. İslâm pratik bakımdan insanların ahlâk alanındaki ihtiyaçlarına cevap vermek; zaman içinde onları, bu alandaki kusurlarının şuuruna vardırmak ve bu kusurları gidermelerine fırsat hazırlamak, kısaca, ahlâki prensiplerinin en iyi ve en güvenilir şekilde hayata geçirilmesini sağlamak ister. Hz. Peygamber (s.a.v.)’e okumayı emreden ilk ayetlerin hemen ardından, insanları kötülükten sakındırmasını emreden ayetlerin inmesi (8) bu bakımdan çok anlamlıdır.
 
İslâm dini, ahlâki hükümlerin hayata mal edilmesi, yalnız ‘bilinen’ değil, aynı zamanda ‘yaşanan’ bir ahlâk olması idealine, Asr-ı Saadet’te zaman ve ihtiyaç faktörlerini dikkate alarak ulaşmıştır.
 
Bugün Müslümanlar, Peygamber (s.a.v.)’in onbinlerce hadis ve sünnetine, rivayet zinciri senediyle yazılı belgeler halinde sahip durumdadırlar. Müslümanlar bunu ashab-ı kiram’a borçludurlar. Çünkü onlar bunu bir ibadet ve görev aşkıyla yapmışlar ve daha sonra dağıldıkları uzak yerlere taşımışlardır.
 
İslâm ahlâkı, ‘yaşanan bir ahlâk’ olma hedefini Sahabe topluluğunda gerçekleştirmeyi başarmıştır. Bu başarıya, doğal ve insan kaynağı şartları içerisinde sürdürülen bir eğitim yoluyla ulaşılmıştır. Bu eğitimde ahlâkın temel hükümleri ve kanunları Kur’an-ı Kerim’den alınıyor; böylece gönüller ve ruhlar ahlâk dışı kaygılardan, niyet ve düşüncelerden olabildiğince arındırılıyor, uygulamada Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hayatı örnek gösteriliyor ve bu hayat titizlikle izleniyordu. Çünkü O’nun hayatının vahyin sıkı kontrolünde olduğu biliniyordu. O’nun en küçük hatası bile ayetle düzeltiliyordu. İşte bütün bu sürekli eğitim sayesindedir ki, Hz Peygamber (s.a.v.)’in çevresinde “en hayırlı ümmet” (9) gerçekleşmişti. (10)
 
------------------------------------
(1) Tevbe sûresi, 9/100.
(2) Fetih sûresi, 48729.
(3) Buhari, Şehadat, 9; Fezailu'l-Ashab, 1; Müslim, Fezailu's-Sahabe, 214,
(4) Müslim, Fedailu's-Sahabe 221.
(5) Tirmizi, Menakıb, 3793, 3794.
(6) Tirmizi, Menakıb, 3662.
(7) Şamil İslâm Ansiklopedisi.
(8) Alak sûresi, 96/1-5.
(9) Al-i İmran sûresi, 3/110.
(10) Asr-ı Saadette İslâm, M. Çağrıcı.
 
 
 


--
.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder