3 Ağustos 2016 Çarşamba

MUAMELÂT-3

MUAMELÂT-3
 
 Ekonomi
 
İslâm  ekonomi öğretileri Kur’an’da, Hadis’te ve İslâm toplumlarının tarihinden çıkmış olan fiili uygulamalarda toplumsal öğretilerle birlikte varolmuştur. Örneğin kendisi bir toplumsal gerçeklik olan aile, aynı zamanda aile üyeleri için bir dayanak olmuştur. Ümmet de son derece önemli bir iktisadi gerçeklik vazifesi görmüştür. Şu anlamda ki, İslâm tarihi boyunca yapılan ticaret, iş ve mal değişimlerinin çoğu İslâm dünyasının çeşitli bölgelerinde meydana gelmiştir. Bu demek değildir ki, Müslüman olmayanlarla hiç ticaret yapılmamıştır. Yapılan ticaretin çoğu Müslümanlar arasındaydı ve ümmet dahilindeki ekonomik faaliyetler hep daha uygun görülmüştür. Yine de dünyanın her tarafından Müslümanları kutsal şehir Mekke’de bir araya getiren ‘hac’ gibi ibadetler, ekonomik değişimi kolaylaştırmış ve farklı İslâm coğrafyalarına ait mallarının alış-verişiyle bereket artmıştır.
 
İslâm’ın ekonomik öğretileri ahlâk ile iç içe olup ‘adalet’ ilkesine dayanır. Bu adalet de belli bir sınıf veya grubun zararına toplumda aşırı mal biriktirmeyi engelleyen, mal biriktirmeyi çalışmaya bağlayan ve sermaye ile gelirin kötüye kullanımını yasaklayan adalettir. İslâm’ın her alandaki ekonomik öğretileri ve uygulamaları asırlarca tartışılmış olan bir takım temel ilkelere dayanır. Bu ilkeler İslâm dünyasında tarih boyunca hemen hemen bütün hukukçular tarafından benimsenmiştir. Bu ilkelerin ilki ve en önemlisi mülkün esas olarak Allah’a ait olduğunu bildirir.
 
İnsan, aynı zamanda Allah (c.c.)’ın yeryüzündeki halifesi olduğundan ona özel mülkiyete sahip olma hakkını vermiştir. Bu demektir ki, özel mülkiyet Allah (c.c.)’ın insanlara bir lütfu olup bu yüzden kutsal olduğundan, İslâm hukukunda belirlenmiş olağanüstü durumlar hariç herhangi bir hükûmet veya sosyal grup tarafından ona el konulamaz.
 
İkinci olarak; kişinin çalışmasıyla zenginliği arasındaki ilişkiyi ele alan ilkeler vardır. Ayrıca bir ekonomik faaliyette kişinin servetini kaybetme veya arttırma riskine katlanması da oldukça önemlidir. Bu nedenle İslâm hukukunda faiz şu Kur’an-ı Kerim ayetlerine dayanılarak yasaklanmıştır: “Faiz yiyenler Şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların ‘alım-satım tıpkı faiz gibidir’ demeleri, yüzündendir. Halbuki Allah alım-satımı helal, faizi haram kılmıştır.”(3) Bu konuyla alakalı Hadisler de vardır. Müslüman hukukçular da buna dayanarak her zaman faizi ‘haram’ kabul etmişlerdir. Bu emir sadece ‘tefecilik’ yani aşırı faiz uygulama fiili için değil, hiçbir risk taşımayan normal faiz için de geçerlidir. Buna karşılık kişinin kendi sermayesiyle mal alıp satması, bu işte büyük kâr etse bile helaldir.
 
İslâm ekonomisinin başka önemli bir özelliği de, iktisadî hayatta yakın beşeri ilişkilere sahip olmasıdır. İslâm tarihi boyunca ekonomik yaşam daima karşılıklı güven ve karşılaşmaya dayanan kişisel buluşmalarla iç içe olmuştur. Bugün modern dünyanın en önemli özelliği olan iktisadi hayatın insansızlaştırılması olgusu, geleneksel İslâmî uygulamalara tamamen yabancıdır. İslâm dünyasında iktisadi faaliyetin çoğunluğunu kendinde gerçekleştiren pazarlar tarihte ve bir dereceye kadar bugün kişisel olmayan duygusuz kurumlar karşısında hep bir emanet, yakın kişisel ilişkiler ve fazilet yerleri olma özelliğini korumuştur. Buna karşılık modern dünyanın modern ekonomik düzeninde fertler ve küçük girişimciler daima büyük olanların baskısı altındadır ve ayrıca bu düzene kişisel olmayan bir hava hakim olup şahsî ilgi ve ihtiyaçlar dikkate alınmaz.
 
İslâm dünyasındaki geleneksel iktisadi faaliyet her zaman bireye ve aileye dayanmış olup aile ile ekonomi hep elele yürümüş ve birbirinin değerini arttırmıştır. Üstelik, daha önce değinilen çoğu ailevi fazilet toplumun iktisadi yaşamında da önemli roller üstlenmiştir. İktisatta sürekli beşeri bir yan ve Allah’ın farkında olma yer almış olduğundan ekonomi ile ahlâk hiçbir zaman birbirinden ayrılmamıştır. İslâm’ın iktisat felsefesi çabanın, hayatı kazanmanın, tembelliğe karşı durmanın, tevekkülün ve kişinin kendisi ve ailesinin geçimi için yaptığı çalışmayı dini bir görev olarak görmenin önemini sürekli vurgulamıştır. İktisadi yönüyle çalışma, her zaman dini bir vazife olarak görülmüş ve ibadet sayılmıştır. Bu gerçeği asırlarca vurgulayan Hadis ve Kur’an-ı Kerim tefsiri vardır. Öyle ki bu öğretiler kişinin geçimini sağlamanın beş vakit namazını kılması kadar dini bir görev olduğunu vurgulamışlardır. Bu sebeple, geleneksel İslâmi ekonomik hayatın her yönünde dini bir unsur vardır ve bu gerçek söz konusu hayata modern dünyanın iktisadî faaliyetininkinden çok farklı olan ahlâkî ve manevî bir anlam vermiştir. Bu değerlerin bir kısmı İslâm dünyasının modernleşmiş bazı yörelerinde bile bugün varlığını korumaktadır. Fakat şu da doğaldır ki, İslâm’ın iktisadî yaşamla ilgili özel emirleri İslâm dünyasının birçok bölgesinde unutulunca onlar da asliyetini koruyamamıştır.
 
 
 


--
.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder