23 Eylül 2016 Cuma

AFFETMEK

AFFETMEK 

 

Afv’, sözlükte yok etmek, ortadan kaldırmak, silip süpürmek; fazlalık, artık gibi anlamlara gelmektedir.

 

Ahlâk ve hukuk terimi olarak ise genellikle, ‘kötülük ve haksızlık yapanı, suç veya günah işleyeni bağışlama, cezalandırmaktan vazgeçme’ anlamlarında kullanılmaktadır.

 

Kur’an-ı Kerim’de, Allah’ın (c.c) affediciliği ve bağışlaması çeşitli vesilelerle ifade edilerek affın ilâhi bir sıfat ve yüksek bir ahlâki üstünlük olduğu kesin olarak ortaya konmuştur.

 

Yine Kur’an’a göre, bir kötülüğün karşılığı ona uygun bir cezadır ve bu adâletin gereğidir. Hiçbir suçlu suçunun karşılığı olan cezadan daha fazlasıyla cezalandırılamaz. Çünkü bu zulüm olur. Buna karşılık haksızlığa uğrayan taraf suçluyu bağışladığı taktirde, “onu mükâfatlandırmak Allah’a düşer” [14] âyeti ile bağışlayanın hakkını Allah’ın (c.c.) vereceği bildirilir.

 

Zira bağışlayan kişi kendisi yararına adâletin yerine getirilmesinden gönüllü olarak vazgeçmiş ve affetmekle suçlu kimseye bir ‘ihsan’da bulunmuştur. Affetmek, İslâm’da bütün faziletlerin temelini teşkil eden ve takvaya en yakın olan bir meziyettir.

 

Yine Kur’an’da : “ ...onlar affetsinler, hoş görsünler. Allah’ın sizleri bağışlamasını istemez misiniz? [15] 

 

“Sen Allah’ın rahmeti sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, şüphesiz çevrenden dağılıp giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmalarını dile, iş hakkında onlara danış, fakat karar verdikten sonra Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.” [16] buyurulmaktadır.

    

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in güzel ahlâkından birisi de hataları affedici ve bağışlayıcı olmasıdır. Peygamberimiz (s.a.v.) kendi yakınlarına ve sahabilerine sürekli olarak hoşgörülü olduğu gibi, düşmanlarını da, özellikle onlar güçsüz bulundukları ve teslim oldukları zaman bağışlamış, suçlarını affetmiş böylelikle sonunda da pek çoğunun müslüman olmasını sağlamıştır.

 

Hz. Aişe (r.a.) annemizin de buyurduğu gibi, Peygamberimiz (s.a.v.) yaratılışı gereği, kendisine kötülük edene kötülükle karşılık vermez; affeder ve ondan intikam almaya da yanaşmazdı.

 

 

Bu üstün ahlâk özelliklerinden dolayıdır ki, Peygamberimiz (s.a.v.) düşmanları tarafından bile takdir edilmiş, sevilmiş ve sevgisini onların kalbine de ulaştırarak, onların ebedi kurtuluşlarına vesile olmuştur.

 

Peygamberimiz (s.a.v.) savaş dışında, düşmanlarından kendisine sığınan, teslim olan ve bağışlanmayı dileyenleri yüz üstü bırakmamıştır. Ricalarını kabul ederek onları affetmiştir.

 

Peygamberimiz büyük bir orduyla Mekke’nin fethi için yola çıktığı, Mekke’ye yaklaştığı ve şehre girdiği sırada, düşmanlarının çoğu çaresiz kalarak eline düşmüş, zavallı bir halde önüne yığılmışlardı. Fakat Peygamberimiz (s.a.v.) fırsatı olduğu ve gücü yettiği halde, rahmet Peygamberi olduğunu bir kere daha göstermiş, düşmanlarını affetme büyüklüğünü ilan etmiştir.

 

Zaten Allah (c.c.) da kendisine böyle tavsiye etmiyor muydu?

“Affa sarıl, iyiliği emret, cahillerden de yüz çevir.” [17]

 

Peygamberimiz (s.a.v.)’in Mekke’yi fethe çıkan ordusunun şehre yaklaştığını öğrenen Mekke müşriklerinin içini bir korku sardı. Mekke’nin eski Başkanı Ebû Süfyan yanına iki kişi daha alarak İslâm ordusu hakkında bilgi edinmek istedi. Ancak yolda giderken müslüman askerler tarafından yakalandı. Peygamberimiz (s.a.v.)’in amcası Hz. Abbas (r.a.) onu askerlerin ellerinden alarak Peygamberimiz (s.a.v.)’in huzuruna getirdi.

 

Ebû Süfyan, Hicret’ten önce Peygamberimiz (s.a.v.)’e Mekke’de bulunduğu süre içinde her türlü işkence ve eziyeti yapmaktan geri kalmamıştı. Medine’ye hicretinden sonra da O’nu rahat bırakmadı. Peygamberimiz (s.a.v.)’e karşı yapılan bütün düşmanca hareketlerin ve planların başında hep o bulunuyordu.

 

Kureyş otoritesinin başına geçerek müşrikleri sürekli müslümanların aleyhine kışkırtıyor, ordu kurarak savaşa hazırlıyordu. Uhud ve Hendek savaşlarında müşrikler ordusunun başkomutanıydı. Bu savaşlarda çok sayıda müslüman şehid olmuştu.

 

İşte böyle bir müşrik lideri ve düşman ordu başkomutanı bir savaş halinde esir olarak Peygamberimiz (s.a.v)’in karargâhına getirildi. Bir gece bekledikten sonra da İslâm’ı kabul etti. Peygamberimiz (s.a.v.) kendisine yaraşan büyüklüğü gösterdi. Onu affetti. Bununla da kalmayarak, ona bazı haklar verdi. “Ebû Süfyan’ın evine kim girerse güvendedir.” buyurdu.  

 

Peygamberimiz (s.a.v.)’in affetmesi sonucu, baş düşman Ebû Süfyan, dostlar sınıfına geçti.

 

Peygamber ordusu Mekke’ye girince, İslâm saflarına giren pek çok insan bulunuyordu. Ebû Süfyan’ın hanımı Hind de Kureyş kabilesi kadınlarıyla birlikte yüzü örtülü olarak Peygamberimiz (s.a.v.)’in huzuruna geldi. Müslüman olarak affını diledi. Peygamberimiz (s.a.v.) onu tanımıştı. Fakat daha önceleri yaptıklarını yüzüne vurmadan onu affetti.

 

O Hind ki, Uhud savaşında Kureyş kadınları ile birlikte def çalıp şarkı söyleyerek müşriklerin ordusunu savaşa kızıştıranların başında geliyordu. Bu savaşta Peygamberimiz (s.a.v.)’in amcası Hz. Hamza (r.a.) şehit düşünce, onu parça parça etmiş, kin ve ihtirasını yenemeyerek ciğerini çıkarıp ısırmıştı.

 

Bu hali gören Peygamberimiz (s.a.v.)’in içi parçalanmıştı. Fakat O’nun affı her zaman üstün geldi. En azılı can düşmanını bile müslüman olduğu için affetti. Bu anda nefreti ve kini sevgiye dönüşen Hind, ‘Bugün senin meclisinden daha sevimli bir meclis görmüyorum’ diyerek takdirlerini dile getirmişti.

 

Hz. Hazma (r.a.)’nın katili Vahşi de Mekke’den kaçarak bir süre kabileler arasında gizlendi. Fakat kendisi için asla güvenli bir yer bulamıyordu. Sonunda birisi kendisine, ‘sen kendin için en güvenli yeri ancak O’nun yanında bulabilirsin; git, Resûlullah’tan af dile” dedi.

 

Vahşi, çekinerek ve sıkılarak Resûlullah’ın huzuruna girdi. Peygamberimiz (s.a.v.) Vahşi’yi görünce başını yere eğdi. Ona bakamıyordu. O anda şehid amcası Hz Hamza’yı hatırlamıştı. Amcasının Uhud savaşında al kanlar içinde bulunan başı gözünün önüne geldi. Mübarek gözlerinden yaşlar boşandı. Amcasının katili karşısındaydı. Kısas yapabilirdi. Kimse de bir şey diyemezdi. Kendisinde hem böyle bir hak ve hem de bu güç vardı. Fakat O yine büyüklük göstererek Vahşi’yi affetti. Ona bir daha gözüne görünmemesini söyledi. Çünkü onu her gördükçe gözünün önüne amcası Hz. Hazma (r.a.) geliyor ve içi yanıyordu.

 

Hebbar b. Esved, gözü dönmüş bir peygamber düşmanıydı. Her fırsatta müslümanlara eziyet etmekten zevk alıyordu. Bir çok müslümanın canına kıymıştı. Bununla kalmamış hicret esnasında Peygamberimiz (s.a.v.)’in kızı Zeyneb’i devesinden iterek düşürmüştü. Hamile olan Hz. Zeyneb çocuğunu düşürdü. Bir süre sonra da bu hastalıktan vefat etti. Böylece Peygamberimiz (s.a.v.)’in kan düşmanı da olmuştu. Mekke’nin fethi günü Peygamberimiz (s.a.v.) onun kanını helal kılmıştı. Görüldüğü yerde öldürülecekti.

    

Hebbar çok korkuyordu. İran’a kaçmayı düşündü. Fakat daha sonra bundan vazgeçti. Akıllı davranarak Peygamberimiz (s.a.v.)’in huzuruna gitti. O’na sığındı.

 

‘Ya Resûlallah, önce İran’a kaçmayı kararlaştırdım. Fakat sizin büyük affınızı, benzersiz hoşgörünüzü düşünerek işte huzurunuza geldim. Yaptığım bütün suçlarımı itiraf ediyorum, sizden af diliyorum.’ dedi.

 

Peygamberimiz  (s.a.v.), af kapısını ona da açtı. Samimi itirafları üzerine Hebbar’ı da bağışladı.[18]

 

Peygamberimiz (s.a.v.)’in sahabileri, tabiin ve ondan sonra gelen yönetici, hüküm verici veya diğer bütün müslümanlar, her konuda olduğu gibi af konusunda da Allah (c.c.)’ın emirlerine ve Peygamber (s.a.v.)’in sünnetine uyarak hep affedici oldular. Tarih boyunca tüm dünyada huzur ve barışın, kardeşliğin, hoşgörünün yayılması için olağanüstü bir çaba gösterdiler. Bu konuda da tarihe şeref levhaları yazdırdılar.

 

İslâm ahlâkçıları, bütün bu kurallar ışığında affetmeyi müslümanlar arasında uyulması gereken bir din kardeşliği görevi ve hakkı olarak düşünmüşlerdir.  Ancak hangi suçların affedilebileceği, hangilerinin affının mümkün olmadığı tartışılmıştır. Bir kişiye karşı kötülük ve haksızlık yapan kimsenin ancak haksızlığa uğrayan tarafından affedilebileceği ve bunun bir fazilet olduğu konusunda bütün ahlâkçılar görüş birliğine varmışlardır. Yine bir suçlunun, haksızlığa uğrayan taraf rıza göstermedikçe, başka herhangi bir kişi veya kurumca affedilemeyeceği de ittifakla benimsenmiştir.

 

Râgıb el-İsfehâni, affın verdiği mutluluğa, cezalandırma yoluyla hiçbir zaman erişilemeyeceğini, bu faziletin insana toplum içinde saygınlık ve sevgi kazandıracağını ve bunun için de affı tercih etmenin saygıdeğer bir davranış olduğunu ifade etmektedir.

 

Bütün İslâm eğitimcileri de af ve hoşgörüyü eğitimin vazgeçilmez metotları arasında göstermişlerdir. [19]

 

Allah (c.c.) dilerse kulunun bütün günahlarını  bağışlayabilir. Kul hakkına tecavüz etmiş bir kulunu da affetmek isterse, haklarına tecavüz edilenleri nimetlendirerek sevindirir ve haklarını helal ettirir ve o kulunu da affeder. Ancak O’nun rahmetinin genişliği yanında azabı da çetindir. Bundan dolayı Allah (c.c.)’ın rahmetinden asla ümit kesmemeli, fakat rahmetine güvenip de günahlara dalmamalıdır. 

 

 



[14] Şurâ sûresi, 42/40.
[15] Âraf sûresi,  7/199.
[16] Âl-i İmrân sûresi,  3/159.
[17] A’raf sûresi,  7/199.
[18] Peygamberimizin Örnek Ahlâkı, M. Paksu.
[19] Diyanet İslâm Ansiklopedisi, 1/394.

KAYNAK:http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=536

--

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder