24 Eylül 2016 Cumartesi

AHDE VEFÂ

AHDE VEFÂ
 
‘Ahde vefa’, verdiği sözde durmak, yaptığı anlaşmaya sadık kalmak, özü ve sözü doğru olmaktır. İnsanın önemli karakterlerinden, kişiliğini oluşturan değerlerden biri de vefalı oluşudur.
   
Kur’an-ı Kerim’de iman, yalnızca zihinsel bir inanma olarak değil, bunun yanında kişinin dini kurallara uyacağına dair gönüllü bir taahhüdü olarak değerlendirilmek suretiyle ‘iman’ ve ‘ahid’ arasında sıkı bir ilişki kurulmuştur.  Kur’an’a göre ahde vefâ, iman ederek Allah (c.c.) ile ahidleşmiş ve bu suretle kendisini hür iradesiyle bağlılık mükellefiyeti altına sokmuş olan müminin ahlâki bir borcudur. Bu sebeple Kur’an, ahdin üzerinde önemle durmuştur.  İster Allah’a (c.c.) isterse insanlara karşı verilmiş olsun, her ‘vaad’ ve ‘ahid’, yükümlülük için ehliyet şartlarını taşıyan bir insanı borçlu ve sorumlu kılar. İslâm ahlâkında bu sorumluluğun yerine getirilmesine ‘ahde vefâ’ veya ‘ahde riayet’ denir ki, her iki deyim de Kur’an’dan alınmıştır.  “...Yine ayrıca, söz verdikleri vakit ahidlerini yerine getiren.... İşte bunlar gerçek sadıklar ve müttakilerdir!” (20)
 
“Ve onlar ki, emanetlerine ve verdiklere sözlere riayet ederler.” (21)
 
İslâm ahlâkçılarına göre ahde vefâyı yüksek bir fazilet haline getiren husus, kişinin taahhüdünün her an aksini yapma imkânına sahip olduğunu bilmesine rağmen, kendisini verdiği söze bağlı hareket etmek zorunda hissetmesidir.
 
Kur’an-ı Kerim’de ve Hadis-i şeriflerde, olgun müminlerin özellikleri sayılırken, onların ahde vefâ gösterme özelliklerine işaret edilir. (22)
 
Kur’an’da, ahde vefâ ile ilgili âyetlerde, kendileriyle yapılmış anlaşmaların hükümlerine uydukları sürece, müslüman olmayan taraflara bile verilen söz doğrultusunda uygulamada bulunulması emredilmektedir. (23)
 
Peygamberimiz (s.a.v.) verdiği sözde duran, yaptığı anlaşmaya bağlı kalan en büyük önder insandır. Bu hususta dostunu da düşmanını da birbirinden ayırmamıştır. Dostuna verdiği sözde durup, onu yerine getirdiği gibi, düşmanlarıyla yaptığı anlaşmalara da sadık kalmış, her ne pahasına olursa olsun aykırı hareket etmemiştir.
 
 
Peygamberliğinden önce ticari bir işte bir dostuna verdiği sözü tutmak için üç gün beklediği bilinmektedir. O adam unutup gelmediği halde, ‘nasıl olsa artık gelmez’ diyerek buluşma yerinden ayrılıp gitmemiştir.
 
Peygamberimiz (s.a.v.)’in vefâsı aile içinde de yaşanıyordu.
Hz. Âişe (r.a.) anlatıyor:
‘Yaşlı bir kadın Resûlullah (s.a.v.)’in ziyaretine gelmişti. Şöyle konuştular:
- Sen kimsin?
- Müzeyne’den Cüsame.
- Nasılsın, ne haldesin, bizi görmeyeli ne yapıyorsun?
- Anam babam feda olsun, iyiyiz, dedi. Kadın çıkınca sordum:
- Ya Rasûlallah, bu kadına çok ilgi gösterdiniz, sebebi ne idi? Buyurdu:
“Hatice hayatta iken bize gelir, giderdi. Ya Âişe, ahde vefâ imandandır.”
 
Peygamberimiz (s.a.v.) en sıkışık ve en zor şartlar altında bulunsa dahi, verilen sözde durmayı, sonuçları kendisinin aleyhine olsa dahi hiçbir şekilde vefasızlık göstermemeyi tavsiye etmiştir.
 
Bedir savaşı için hazırlıklar yapılıp İslâm ordusu Medine’den ayrıldığı sırada Huzeyfe el-Yemâni ile babası Huzeyl, Peygamberimiz (s.a.v.) ile birlikte savaşmak üzere  yola çıkmışlardı. Müşrikler baba-oğulu yolda gördü ve onları sorguya çektiler.
- Siz herhalde Muhammed’in yanına gidiyorsunuz ?
- Evet, bizim bundan başka bir niyetimiz yoktur, dediler.
 
Bunun üzerine müşrikler, onlardan Medine’ye dönmek, Peygamberimizle birlikte savaşa katılmamak üzere söz aldılar. Bir müddet sonra Huzeyfe ve babası Bedir’de Peygamberimiz (s.a.v.)’in huzuruna gelerek müslüman askerlerle birlikte savaşmak istediklerini söylediler, müşriklerle aralarında geçen olayı da anlattılar.
 
Peygamberimiz (s.a.v.), onların müşriklere verdikleri sözü öğrenince, insan gücüne o anda çok fazla ihtiyacı olmasına rağmen onlara şöyle buyurdu:
Hayır, siz Medine’ye dönün. Onlara verdiğiniz sözü yerine getirin. Biz de müşriklere karşı Allah’tan yardım isteriz. O’nun yardımı bize yeter.”
 
İnsanların toplum hayatının gereği olarak birbirleriyle yaptıkları sözleşmelerin esaslarına uygun hareket etmelerinin, verdikleri sözleri yerine getirmelerinin önemi üzerinde ısrarla duran İslâm ahlâkçıları, bu konuyu genellikle “dilin afetleri” başlığı altında işlemişlerdir. (24)
 
 
(20) Bakara sûresi, 2/177.
(21) Mü’minun sûresi, 23/8.
(22) Mearic sûresi, 70/32.
(23) Tevbe sûresi, 9/1,4,7.
(24) TDV İslâm Ansiklopedisi.


--

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder