21 Eylül 2016 Çarşamba

Peygamber Efendimizin Adaleti

Peygamber Efendimizin Adaleti
 
Peygamberimiz (s.a.v.), dünya işlerinden elini çekmiş, toplumsal hayattan uzak duran birisi değildi. O, gençlik yıllarında Mekke’de bulunan kabilelerle birlikte yaşıyor, peygamber olduktan sonra da çeşitli kabile ve milletlerle iç içe buluyordu. Bu kabileler zaman olmuş boğaz boğaza gelmişler, kan dökmüşler, birbirleriyle çarpışmışlar ve yıllarca savaşmışlardı. Uzun yıllar aralarında süregelen kan davaları ve düşmanlık nedeniyle bunlardan birinin hoşuna giden bir hareket, öbürünü rahatsız ediyordu.
 
İşte Peygamberimiz (s.a.v.), birbirine düşman olan bu kabileler arasında hak dini yayarken onların kalplerini kazanıyor, aralarında hak, adalet, insaf ve kardeşlik filizleri yeşertiyordu. Fakat bütün bunları yaparken zerre kadar hak, adalet ve insaftan ayrılmıyordu.
 
Arapların nüfuzlu ve zengin olanları, toplum içinde kendilerine ayrı bir yer ayırır, kendilerini üstün görür, başkalarına, özellikle kimsesiz ve fakir kimselere yaptıkları baskıların kendilerine yapılmasına dayanamazlardı.
 
Mahzûmi kabilesinden bir kadın hırsızlık yapmıştı. Kureyşliler soylu bir kabileden olan bu kadının cezalandırılmasını istemiyorlardı. Üsâme bin Zeyd’i peygamberimiz çok seviyordu. O’nu kırmayacağını biliyorlardı. Üsâme’yi araya koyarak, Peygamberimizin bu kadına ceza vermemesi için rica etmek üzere gönderdiler. Peygamberimiz (s.a.v.), Üsâmeye şöyle buyurdu“İsrailoğulları bu gibi taraf tutmaları yüzünden helak oldular. Bunlar fakirlerine en şiddetli cezaları verirken, nüfuzlu ve zengin olanlarına ceza vermezlerdi.”
 
Peygamberimiz, adâleti uygularken insanlar arasında din farkı da gözetmezdi. Hak sahibi bir Yahudi de olsa, Müslümandan hakkını alır ve ona verirdi.
 
Sahabilerden Ebu Hadrad, bir Yahudiden bir miktar borç almıştı. Borcun vadesi gelmiş ve Yahudi de ısrarla alacağını istiyordu. Fakat Ebu Hadrad’ın sırtındaki elbisesinden başka bir malı yoktu. O sırada Peygamberimiz Hayber savaşı için hazırlık yapıyordu. Bu sefer Yahudilerin üzerine yapılacaktı. Konu Peygamberimize iletildi. Ebu Hadrad, Yahudiden biraz süre istediyse de Yahudi buna razı olmadı. Sahabiyi peygamberimizin huzuruna getirdi. Alacağını tahsil etmesini istedi. Ebu Hadrad, verecek bir şeyinin olmadığını, Hayber’in fethinden sonra eline ganimet olarak bir şey geçerse vereceğini söyledi. Ancak Yahudi diretiyordu. Sonunda Peygamberimiz fakir sahabisine sırtındaki elbisesinin bir kısmını satarak borcunu ödemesini söyledi. Ebu Hadrad da öyle yaptı.
 
İşte Peygamberimiz (s.a.v.) bu olayda görüldüğü gibi, Yahudilerin üzerine bir sefer yapmaya hazırlandığı bir sırada, gözü gibi koruduğu, çocuklarından daha çok üzerlerine düştüğü Sahabilerinden birine karşı, hak sahibi olduğu için Yahudinin hakkını arıyordu.
 
Peygamberimiz (s.a.v.) hak, hukuk ve adâlet konusunda kendisini ayrı tutmaz, kendisine farklı bir işlem yapılmasını da kabul etmezdi. Bunun örnekleri Peygamberimizin hayatında çokça bulunmakta ve bu alanda da en yüksek seviyede bulunduğunu göstermektedir.
 
Ebu Said el-Hudri’nin anlattığına göre, Peygamberimiz bir seferinde savaşta ele geçen ganimet mallarını sahabileri arasında paylaştırıyordu. Büyük bir izdiham vardı. Öyle ki, sahabilerden birisi Peygamberimizin sırtına çıkarcasına üzerine abanmıştı. Peygamberimiz, elinde bulunan ince hurma çubuğu ile o kişiye işaret ederek kenara çekilmesini istedi. Çubuğun uç kısmı adamın yüzüne değdi ve birazcık çizdi. Bunun farkına varan Peygamberimiz elindeki sopayı o kişiye verdi ve, “İşte yüzüm, gel, sen de benden hakkını al”buyurdu. Fakat Resûlullahı canından fazla seven sahâbi, “Ey Allah’ın Resûlü, ben hakkımı helal ediyorum, sizi bağışlıyorum” dedi ve vazgeçti.
 
Peygamberimiz ömrünün son günlerini yaşıyordu. Dünyaya veda etme zamanı gelmişti. Sahâbileri ile vedalaşmak, helalleşmek istedi. Öbür aleme üzerinde bir hak var iken gidemezdi. Sahâbileri topladı ve onlara şöyle konuştu: “Şayet birinize karşı bir hatada bulunmuş isem, maddi veya manevî olarak kimi incittiysem, malınıza, canınıza veya şerefinize, herhangi bir şekilde zararım dokundu ise, gelsin benden hakkını alsın, tazminatını vereyim.” Böylece ömrünün son anında, ağır hastalığında dahi adâletin yerini bulmasını istiyordu. Üzerinde kimsenin bir hakkının kalmasını istemiyordu. [1]  
(1)M. Paksu, Peygamberimizin Örnek Ahlâkı
 
 

 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder