9 Eylül 2016 Cuma

İSLAM AHLAKÇILARININ AHLAK EĞİTİMİ-4

İSLAM AHLAKÇILARININ AHLAK EĞİTİMİ-4

                             Sa’di ve Gülistan ile Bostan isimli eseri
 
Şiraz’lı Sa’di (ö. 691/1292), İran’ın en büyük şair ve ediplerinden biridir. Tahsilini Nizamiye Medresesinde tamamlamıştır. 30-40 yıl süren uzun bir seyahatten sonra Gülistan ve Bostan’ını yazmıştır. Bu sebeple bu iki nesir ve nazım şaheseri, çok değerli deneyimlerin ürünüdür. Sa’di’nin yazdığı yirmi küsur eserden ahlâk ve eğitim kitabı niteliğini taşıması bakımından Gülistan ve Bostan üzerin duracağız.
      
Nesir ve nazmın ahenkli bir karışımından meydana gelen Gülistan; kanaatin fazileti, susmanın faydası, eğitimin etkileri, sohbet adabı… gibi konuları içerir.
      
Manzum bir mesnevi olan Bostan’da ise, adalet, ihsan, tevazu, terbiye, şükür, rıza… gibi konular vardır. (1)
 
                                Sa’di’nin Öğretim Metodu
 
Şirazlı Sa’di de ahlâki öğütlerini hikayelerle vermeyi tercih eden ahlâkçılarımızdandır. Hemen hemen her konu bir “hikaye” adıyla başlar. Burada ya doğrudan doğruya bir hikaye anlatılır ve sonunda bir iki cümle ile bu hikayeden çıkarılması gereken ders söylenir; veya bir büyüğün eğitici bir sözü nakledilir; peşinden de Sa’di’nin o konudaki görüşleri sıralanır.
      
Zaman zaman Sa’di, seyahatleri esnasında başından geçen garip olayları anlatır ve adeti olduğu üzere bu hadiseden alınması gereken neticeyi belirtir.                                                       
       
Sa’di bazen de hikayesinin kahramanını konuşturur ve kendi söyleyeceği sözü ona söyletir.
    
Bostan’dan örnek:
Bir padişahın hilmine (yumuşak huyluluğu) dair hikaye:
Bir kişinin eşeği çamura batmıştı. Bu kaygı ile adamcağız çok üzülüyordu.
 
Eşeğin çamura battığı yer kırsaldı. Yağmurlar yağıyor, seller akıyor, soğuk rüzgarlar esiyor, karanlık ise eteğini her yana sarkıtmıştı. Eşekçi bu tasa içinde sabaha dek kötü sözler söyledi, lanetler savurdu, şuna buna sövdü. Dilinden ne dost kurtuldu, ne düşman, ne halk kurtuldu, ne de sultan.
      
Adam böyle sövüp saymakta, küfürler saçmakta iken, olacak ya, padişah oradan geçiyordu. Adamın uygunsuz sözlerini işitince ne dinleyebildi, ne de cevap verebildi. Fakat kızdı; “Eşeğin çamura batmışsa benim suçum ne! Ben batırmadım ya. Benden ne istiyor, bana niçin sövüyor?” dedi. Yanındakilerden  birisi padişaha: “Padişahım, boynunu vurdurun. Dünyadan nam ve nişanı kalksın.” dedi.
      
Büyük padişah düşündü, taşındı, baktı gördü ki adam sıkıntı içinde bunalmış, eşeği çamura batmıştır. Zavallı adamın haline acıdı. Uygunsuz, yolsuz sözlerinden kabaran öfkesini yuttu. Tuttu, ona altın verdi, at verdi, kürklü kaftan verdi.
       
Öfke zamanında onu yenmek ve merhamet etmek ne güzel şeydir.
Birisi o kişiye: “Ey akılsız adam, ölümden nasıl kurtuldun, hayret ediyorum?” dedi.
       
Adam şöyle cevap verdi: “Sus, ben o sırada sıkıntılı ve sinirli idim, kendimi tutamıyordum. Bana yakışan şeyi yaptım. Padişaha gelince, o da kendisine yakışan ihsan ve ikramını yaptı.”
 
(1) Bostan, Şeyh Sa’di Şirazi.
(2) İslâm Ansiklopedisi, X, 36-40.
 
KAYNAK:



http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=1088



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder