21 Nisan 2016 Perşembe

Günahın Cezâsı veya İmtihan

Günahın Cezâsı veya İmtihan

370/12 (Mâ esâbe abden musîbetün femâ fevkahâ illâ bi-ihdâ hulleteyni bi-zenbin lem yekünillàhu liyağfira lehû illâ bi-tilkel musîbeh, ev bi-derecetin lem yekünillàhu liyebluğahû iyyâhâ illâ bi-tilkel-musîbeh) Sadaka rasûlullàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.

Bu hadîs-i şerifte; hani insanların, toplumların başına çeşitli olaylar geliyor, bunlar Allah'ın takdiri, mukadderât... Alın yazısı diyoruz Türkçe olarak. Bunlar Allah'ın yazdığı kader yazısı. Tabii biz hepimiz müslümanlar olarak biliyoruz ki, dünya bir imtihan yeridir, Allah bizi imtihan ediyor. "Nasıl kulluk edeceğiz, iyi miyiz, kötü müyüz? İyi mi davranacağız, kötü mü davranacağız? Allah'ın rızâsına uygun, güzel, faziletli, erdemli mi hareket edeceğiz; yoksa şaşırıp, sapıtıp, bozulup eğri büğrü mü hareket edeceğiz?" diye Allah imtihan ediyor.

Bize göre hayat bir imtihan olduğuna göre, başımıza gelen olaylar da bu imtihanın çeşitli soruları olmuş oluyor. Bu soruların karşısında vereceğimiz cevaba göre, bu imtihanın sonucu belli olacak. Yâni geçeceğiz veya kalacağız, başarılı veya başarısız olacağız. Mükâfât alacağız, ödül alacağız, ya da kötülük işleyen insanlar cezâya uğrayacak. Temennî ediyorum ki hiç biriniz cezâya, ikàba, azâba uğramasın...

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: (Mâ esâbe abden musîbetün femâ fevkahâ) "İnsanoğluna bir musîbet veya bundan daha fazlası, yâni küçük bir şey veya daha büyük bir şey, tek bir olay ya da bir sürü olaylar isabet etti mi, --başım dertten kurtulmuyor, dediği gibi bazı insanların-- bunun manevî bir sebebi vardır." Neden insanın başına bu olay geldi?.. (İllâ bi-ihdâ hulleteyn) "İki sebepten olabilir bu olayın insanını başına gelmesi:

Bir sebep: (Bi-zenbin lem yekünillàhu liyâğfira lehû illâ bi-tilkel-musîbeh) Bir günah işlemiştir o günah sebebiyle başına bu musîbet geliyordur." Ama Allah yine kulunu dünyada musîbete uğratarak, dünyada başına musîbet vererek, işlediği günahın cezâsını dünyada çektirip kurtarıyor. Yâni bu musîbet dolayısıyla, Allah âhirette azab çekmekten, cehenneme düşmekten kurtaracak, işte bu dünyada çektiğiyle kalacak; yüzü çizildi, parmağı incindi, ayağı burkuldu, veyahut daha başka bir sıkıntı... vs.

İlâhî kanunda iki defa cezâlandırma yok; dünyada cezâlandırırsa âhirette cezâlandırmaz. Meselâ,hadd-i şer'î diyoruz, yâni şeriatın verdiği cezâ... Diyelim bir insan bir suç işlemiş, onun karşısında şeriat bir cezâ kaydetmiş, mahkeme yazmış bu cezâyı, cezâya çarpılmış. Hem bu dünyada cezâya çarptırılıp, hem de aynı suçtan dolayı âhirette bir başka cezâya çarpılmak olmadığını, iki defa cezâlandırılmadığını Peygamber Efendimiz bildiriyor.



Demek ki, insanın başına bu dünyada bir musîbet gelirse bir günahına kefaret olacak. Allah o günahının dünyada iken silinmesini sağlamak için, o musîbeti başına musallat etmiştir de, bu musîbet ondan başına gelmiştir, günahı affolacaktır. Tabii kendisi bir günah işlemiştir, ama bu dünyada böyle bir musîbetle affolması bir kaç bakımdan iyi:

1. Âhiretteki cezâlar, cehennem azabı, ikàbı çok fazla olduğundan dünya böyle gelip geçici bir şey, o iyi.

2. İnsan dünyada bir musîbete uğrayınca aklını başına toplar. "Haa, ben Allah'ın rızâsına aykırı bir iş yaptım, Allah başıma bir musîbet verdi. Tövbe yâ Rabbî, ben bir daha bu suçu artık işlemem!" diye, bir de akıllanmasına sebep olur.

Onun için bazı alimler, böyle dünyada insanın başına gelen belâlara, musîbetlere şefkat tokadı diyorlar. Yâni terbiye tokatı... Allah terbiye etmek için bir tokat vuruyor da, sonunda o suçu bir daha işlemeyecek, hayatı boyunca rahat edecek. Çocukları bazen böyle terbiye ederler ya, onun gibi...



Demek ki, insanın başına gelen musîbetin bir sebebi, bir günah işlemiştir de Allah o günahı ancak böyle bir musîbet vererek sildiriyor. Kefaret oluyor, ondan dolayıdır.

Tabi buradan çıkacak olan, bizim alacağımız ders şudur: Günah işlemeyelim! İnsan bir günah işlerse bu dünyada bir musîbete uğrar, âhirette de azaba uğrayabilir. Onun için günaha bulaşmamaya dikkat edelim!.. Hani, mayın tarlasına girip de mayına basmamak gibi, yolu dikkatli yürümek lâzım! Doğru yoldan yürümek lâzım, tehlikeli yollara, yanlış yollara sapmamak lâzım ki; Allah o işlediği günahtan dolayı bir cezâ, bir musîbet, bir belâ vermesin; huzur içinde, asûde yaşasın, mutlu, bahtiyar olsun; kendisi de mutlu olsun, çevresi de mutlu olsun.

Demek ki günah işlememeliyiz. Müslüman günah işledi mi cezâyı yer, ilahî bir tokat ensesine veya suratına patlatılır. Ondan sonra "Haa, ben bir edepsizlik ettim, hata işledim, bundan sonra işlemeyeyim." der. O da iyi... Demek ki, bir daha o günaha düşmeyecek, tevbe etmesine sebep olacak, bir de âhirette çekmeyecek. O bakımdan bir bakıma iyi.



Peki başka neden gelir insanını başına bir musîbet, bir belâ, bir sıkıntı?.. Onu da söylüyor Peygamber SAS Efendimiz:

(Ev biderecetin lem yekünillàhu liyebluğahû iyyâhâ illâ bitilkel-musîbeh) "Yahut da o sevgili kulunu bir manevî makam verilecektir, yüksek bir dereceye çıkaracaktır. Ancak böyle bir imtihandan geçip sabrettiği takdirde, o musîbetin karşısında tavrının güzelliği dolayısıyla, o dereceye çıkması durumu vardır da, ondan o musîbeti göndermiştir."

İşte enbiyâullahın, yâni Allah'ın peygamberlerinin ve evliyâullahın, yâni Allah'ın sevgili mübarek kullarının başına gelen dünyevî sıkıntılar bundandır. Yâni Allah onları seviyor, Allah'ın sevgili kulu, mübarek kulu, kıymet verdiği kullar... Peygamberi görevlendirmiş, insanlara göndermiş, sevmiş, vazifelendirmiş; elbette iyi insanlar, amma başına musîbetler geliyor geliyor, derece yükseliyor. Yâni zorlu imtihanlardan geçiyor, çok yüksek puanlar kazanıyor, kulların birincisi oluyor.

Hani üniversite imtihanına yüzbinlerce gencimiz giriyor, birincileri ilan ediyorlar, herkes gıpta ediyor onlara, "Ne kadar üstün başarı sağladılar." diye... Ama o başarı kolay kazanılmaz. Uykusuz geceler geçirerek, uzun çalışmalar yaparak, başka insanların yapmadığı işleri yaparak, gayretleri sarfederek, zahmetleri çekerek kazanılıyor. Demek ki evliyâullahın, Allah'ın sevgili kullarının, peygamberlerin derece kazanması da, o musîbetlerin karşısındaki tavırlarından dolayıdır.



Bundan, Peygamber Efendimiz'in verdiği bu güzel bilgiden dolayı çıkacak ders ne olabilir: İnsanın başına bir musîbet gelirse ya bir günahındandır, kendisinin kusurudur, ama o günahın cezâsı bitiyor işte burda; günahım var mı diye düşünsün, bir daha o günahı işlemesin. Ya da bir suçu, bildiği bir hatası olmadığı halde o musîbet geliyor; demek ki, Allah imtihan ediyor. O zaman, imtihanın cevabını en güzel şekilde vermek için güzel davranmalı, sabretmeli, sabr-ı cemîl göstermeli, isyân etmemeli, feverân etmemeli, kızmamalı, bağırmamalı, ortalığı yakıp yıkmamalı, kasıp kavurmamalı!..

"Haa bak, bu kulum imtihan ettim ama ne kadar güzel davrandı." diye, Allah o zaman onun derecesini yükselttiği için, biz de böyle musîbetler karşısında serinkanlılığımızı korumalıyız, sakin olmalıyız, dikkatli olmalıyız; imtihanı kazanmağa çalışmalıyız, kaybetmemeğe dikkat etmeliyiz.



Tabii avâmın, yâni İslâmî bilgileri çok olmayan insanların veya çocukların, ilk başta tecrübesi az, toy insanların düşündüğü nedir:

"--Allah bir insanı seviyorsa hiç başına musîbet gelmez. O artık çok rahat bir şekilde yaşar."

Hayır, öyle değil... Allah'ın en sevgili kulu Peygamberimiz, öteki peygamberler de sevdiği kullar, ama hepsi çok sıkıntılar çekmişler. Hazret-i İsâ AS'ı düşünelim, hayatını, ne kadar sıkıntılar çektiğini düşünelim. Peygamberlerin hayatını okumalıyız. İlk önce hayatlarını öğrenmemiz gereken insanlar peygamberler...

Mûsâ AS'ı düşünün, kendinizi o devre götürün, o olayların içine sokun, o olayların karşısında o mübarek peygamberlerin nasıl davrandığına bakın!.. Onların büyüklüğünü o zaman daha iyi anlarsınız. Yâni bana tapınacaksınız diyen bir Firavun, kendisini tanrı, put yerine koyan Firavun; ordusu var, gücü var, kuvveti var... Karşı gelenlerin kollarını bacaklarını kesiyor, hurma dallarına asıyor filanÉ Böyle bir insanın karşısına görevli olarak gidip de, Allah'ın emirlerini söylemek, yâni:

"--Sen put değilsin, mâbud değilsin, tapınılacak tarafın yok, benim gibi basit bir insansın, böyle yapman doğru değil! İnsanları kandırma, insanları kendine taptırma, beşere tapılmaz, yaradana ibadet edilir, senin bu yaptığın doğru değildir." demek kolay değil.

Mûsâ AS kolay olmayan işi yaptı ve ne kadar sıkıntılara uğradı, ne kadar imtihanlar geçirdi, ölüm tehlikeleri geçirdi. Firavun'un ordusu arkasından kovaladı.

Daha gerilere, tarihin derinliklerine doğru gidersek, Nuh AS, İbrâhim AS, diğer peygamberler... Onların hayatlarını düşünürsek, onlar da öyle, yâni çok sıkıntılara uğramışlar.



Demek ki esas itibariyle dünya hayatı yâni şu içinde yaşadığımız hayat, hepimizin buradaki hayatı karışık bir hayattır. İçinde musîbetler de vardır, ferahlıklar da vardır; üzüntüler de vardır, sevinçler de vardır; yorgunluklar da vardır, eğlenmeler, dinlenmeler de vardır. Bunların hepsi imtihandır. Hayatın böyle olduğunu görüyoruz.

İsterseniz belgesel dizilere bakın, orda ormanlardaki hayatı görün! Hayvanların birbirleriyle hayat müdafaalarını savunmalarını ve mücadelelerini görün. Hayatın yapısı bu; yâni yaşamak için mücadele etmek gerekiyor, bu mücadelede sıkıntılar oluyor, ama çalıştığın zaman elde edilen bir takım rahatlıklar ve başarılar da oluyor. Her canlı için bu böyle, hayat böyle.

Bu dünyada iyilikler ve kötülükler, yorgunluklarla dinlenmeler, sevinçlerle hüzünler bir arada oluyor. Âhirette cennette ebedî saadet olacak, cehennemde de ebedî azab olacak. Âhirette bu ikisi birbirinden ayrılacak, cennette elem keder olmayacak.

(Lâ yeravne fîhâ şemsen velâ zemherîrâ.) "Hattâ aşırı güneş ve aşırı soğuk da olmayacak." Her şey tam karar, tam gönlünce olacak, mübarek insanların istediği gibi... Allah memnun etmek murad ettiği için, insanlara en güzel şeyleri ihsân edecek. İnsanlara her şey güzel olacak. Cehennemde de her şey azab, her şey ikàb olacak. Allah cümlemizi Allah'ın rahmetine, rızâsına nâil olanlardan, erenlerden eylesin... Azabına uğrayanlardan eylemesin...



Demek ki bu hadis-i şerif bizi kuvvetlendiriyor, mâneviyâtımızı kuvvetlendiriyor. Yâni başımıza bir musîbet geldiği zaman, kendimizi kapıp koyuvermemeliyiz, sağlam durmalıyız. İmtihanı kazanmak gerektiğini düşünmeliyiz. Bu musîbet bizim kusurumuzdan olabilir; kusurlarımızı düşünüp, o kusurlara bir daha düşmemeye çalışmalıyız. Ya da Allah bize bir derece vermek için bu zorlu imtihana sokmuştur; arkasından üstün bir başarı ödülü gelecektir, yaldızlı diploma gelecektir. Tabii başarıyı da kaçırmamak için, elde etmek için de dikkat etmemiz gerektiğini anlıyoruz.

Muhterem kardeşlerim! Böylece bu hadîs-i şerifi not alın, riâyet eyleyin! Hayatın zorluklarından yılmayın, hayatın imtihan olduğunu unutmayın, güzel şeyler yapmağa çalışın, kötü şeyler yapmamağa çalışın!..



Kötü şeylere ne diyoruz?.. Günah diyoruz. Allah her şeyin iyisini, kötüsünü en iyi bildiği için, kötü şeyleri yapmamayı bize emretmiş ve bunlar dinde günah diye isimlendirmiş. Diyelim ki, içki... Beni dinleyenlerden birileri diyebilir ki:

--Bazıları içkiye para da veriyor, zevk duyuyor, keyif duyuyor, ondan içiyor.

Ama içkinin o zevkinin arkasında sıhhati bozan, toplumu bozan, aileyi yıkan, trafik kazasına sebep olan, kavgalara, cinayetlere sebep olan tarafları olduğunu da biliyoruz. Kur'an-ı Kerim'de de zaten, "Faydası da var ama, zararı daha büyük!" diye buyruluyor. Demek ki, içkinin içilmemesi lâzım!..

Geçen gün, "İki kardeş içki içiyorken, birisi ötekisine kızmış, bıçaklamış öldürmüş." diye gazeteler yazdı.

Aziz ve sevgili kardeşlerim! Onun için günahları işlememeye dikkat edeceğiz. Duvarda bir uzun liste olacak, "Bunlar günahtır, bunları yapmamak lâzım!" diye, bunu çoluk çocuk bilecek. Bir de kötü şeyler, günahlar yazıldığı gibi, iyi şeyler de yazılacak. "Bunlar sevaplı şeyler, bunları da yapmağa gayret etmeli!" diye bunlar da öğrenilecek.

Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan hocaefendi (1938-2001)

http://meckitap.8m.com/gazap/bela.html



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder