5 Ekim 2016 Çarşamba

BASİRET

BASİRET



‘Basiret’, görme, görüş, idrak etme, bir şeyin iç yüzünü bilme, doğru ve ölçülü bakış, uzağı görebilme ve önceden sezgi anlamlarına gelmektedir.



Kur’an-ı Kerim’de genel olarak ‘görme’ anlamının yanında özellikle ‘hakikati keşfetme, doğru yolu tanıma, hidayete erme, gerçeği yanlıştan, hakkı batıldan ayırma yeteneği’ anlamlarında kullanılmış ve bu bakımdan manevi körlük ve sapıklığın zıddı olarak gösterilmiştir.



Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur:

“De ki: Kör insanla gören insan bir olur mu? Artık hiç düşünmez misiniz?” [1]



“Bu iki grubun örneği, kör ve sağır ile gören ve işitenin durumu gibidir; hiç bunlar birbiri ile eşit olurlar mı? Artık düşünmez misiniz?” [2]



“Her kim bu dünyada körlük ettiyse, o artık ahirette de daha kör ve gidişçe daha şaşkındır.” [3]



“Sen körleri de, sapıklıklarından hidayete erdirecek de değilsin!

Sen ancak âyetlerimize iman edeceklere duyurabilirsin, ki onlar müslüman olup selâmet bulurlar (kurtuluşa ererler).” [4]



Aslında basiret, Allah’ın (c.c.) sıfatlarından biri olan ‘Basar’ın kullarındaki görüntüsüdür. Bu tecelliden nasibi olmayanların gözlerinde perde vardır. Allah  (c.c.) buyuruyor: “Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerine de bir perde inmiştir. Onlar için büyük bir azap vardır.” [5]



Kur’an, küfür, nifak (münafıklık), hırs, kin gibi olumsuz inanç ve duygular yüzünden kalp gözü körleşmiş ve basireti bağlanmış kimseler hakkında körler, kalpleri olup da bununla idrak edemeyenler ve bakar körler gibi tabirler kullanır. İnananları basiretli, inkârcıları ise kör sayar. İşte âyet: “Siz onları doğru yolu göstermeye çağıracak olsanız, duymazlar ve onların sana baktıklarını görürsün de onlar görmezler.” [6]



Buradan hareketle diyebiliriz ki ‘basiret’, kavram olarak, duyular üstü bir görme anlamındadır. Bir anlamda kalbin görmesi ya da kalbin bir şeyi idrak edip anlamasıdır. Baştaki göz, fizik şartları mevcut olduğu zaman (ışık, görme duyusu, boyut, mesafe gibi) cisimleri ve eşyayı görür. Fiziki gözün bu görmesine ‘Basar’ denir. Kalp ise, bu fiziki şartlara bağlı görmenin ötesini anlayabilme, sonsuza uzanabilme yeteneğine sahiptir.



                                            Basiret’in Boyutları



İdrak, bir şeyi anlamadır. ‘Basiret’ idrakin bu yüceliğe ulaşmasıdır. İnsan, evrendeki duyular ötesi özellikleri, insanın derinliklerindeki sırları, eşyadaki ilâhî yönleri bu basiret duygusuyla anlar, idrak eder. Basiret, bir anlamda hakkı görebilme ve onu doğru olarak tanıma yeteneğidir. Basireti bağlanmış kimse, kalbi kör kimsedir. O, haktan habersizdir, Hakk’tan gelen çağrıyı görecek yeteneğini yitirmiştir. Kalbinin bu özelliği ve gücü kaybolmuştur.



Allah (c.c.)’tan gelen vahiy, yani Kur’an âyetleri birer ‘basiret’tir.



“Doğrusu size Rabbinizden ‘basiret’ler geldi; artık kim (bunları) görürse kendisi içindir, kim de kör olursa (görmezse) kendi aleyhinedir.” [7]



Allah (c.c.)’ın âyetleri, insanın gerçeği görmesini, kalp gözünün açılmasını sağlayan nurlardır. Bunları görmemek ve bunlarla kalbi aydınlatmamak, tek kelime ile körlüktür.



Allah (c.c.)’ın âyetleri karşısında ikili oynayan münafıklar ise kördürler, sağırdırlar. [8] (Bak: Münafık md.)



Şu âyette ise İman gerçeğini bulamayan kâfirler, diğer canlılara benzetilmektedir: “Onların kalpleri vardır; bununla kavrayıp anlamazlar, kulakları vardır bununla duyup anlamazlar, gözleri vardır; bununla görmezler. Bunlar tıpkı dört ayaklılar gibidirler. Dört ayaklı yaratıklar da bazı sesleri duyarlar, bazı şeyleri görürler ama ne olduğunu anlamazlar.” [9]



Basiret, aynı zamanda Allah (c.c.)’ın hükümlerine uygun yaşama bilincidir. Bu bilinçle yaşama ise insanın yapabileceği en akıllıca iştir. Bunu başardığı  taktirde kısa dünya hayatının sonunda sonsuz bir cennet hayatını kazanacaktır. Basiret’siz olanlar ise, Allah (c.c.)’ın hükümlerine arkalarını dönerler ve başkalarının hüküm ve kuralları ile hayatlarına yön verirler.



Peygamber (s.a.v.) insanları bir hayale, bir belirsizliğe, temelsiz şeylere asla çağırmamıştır. O’nun davet ettiği ilâhi mesaj, mantıklı, isbatlı, anlaşılan ve basiretle idrak edilebilen gerçeklerdir. O’nun kuruntularla ve aslı esası olmayan şeylerle ilgisi yoktur. Bu davet, körü körüne, batıl ve bozuk amaçlara, nefsin isteklerine bir davet değildir. Bu davet, ne dediğini bilen, hikmete çağıran bir peygamberin davetidir. Kur’an-ı Kerim, basiret sahiplerini ifade ederken ‘ulü’l-elbab’, (akıl sahipleri), ulü’l-ebsâr’(basiret sahipleri) ve ulü’n-nühâ’ (sağduyu sahipleri) [10] deyimlerini kullanmaktadır. Bu gibi basiret sahipleri, nefislerinin isteklerine kapılarak günaha dalmazlar, kalplerini günahlarla kirletmezler ve karartmazlar, böylece onlar ilâhi bir bağış olarak bir nur’a kavuşurlar. Basiret sahibi olarak manevî gerçekleri olduğu gibi idrak ederler.



Bu şekilde basiret sahibi olmayan bakarkörler, kalp gözü kapalı olanlar; Allah (c.c.)’ın âyetleri karşısında sağır ve kör kesilirler. Ne o âyetleri anlarlar, ne de o âyetlerin arkasındaki gerçekleri idrak ederler. Sürekli günah ve isyanda oldukları için kalpleri bu basiret nurunu kaybetmiştir. Bu nedenle Hakk’ı anlamakta, kabul etmekte ve gereğini yapmakta güçlük çekerler. [11]



Tasavvufçular, insanın dış alemi gören bedendeki iki gözüne karşılık kalbin de iç alemi gören iki gözü bulunduğunu kabul eder ve buna aynü’l-kalp, dide-i cân, çeşm-i batın, marifet gözü ve kalp gözü gibi isimler verirler. Bedendeki göz görülür alemdeki varlıkları, olayları, renkleri ve şekilleri gördüğü gibi gönül gözü de manevi alemdeki hakikatleri görür. Bedendeki gözler insanlarla hayvanlar arasında ortaktır, fakat kalp gözü insanlara özeldir. Basiret gözü her insanda kuvve (potansiyel) halinde vardır. Bazı kimselerde bu göz Allah (c.c.) vergisi olarak doğuştan açık olursa da çok defa his perdesiyle örtülü
olduğundan onu mücahede (nefsin arzularına karşı dayanma) ile açmak gerekir. Bazı insanların kalp gözü çabuk, bazılarının ki ise geç açılır. Basireti açılanların duyular ötesi gerçekleri görmelerinin de değişik dereceleri vardır. [12]



Tasavvufta basiret, Allah (c.c.)’ın nuru ile bakma ve görme şeklinde de tarif edilir. Bu tanıma göre de ‘basiret’, firaset ile eş anlamlıdır.





[1] En’am sûresi,  6/50.


[2] Hûd sûresi,  11/24.


[3] İsrâ sûresi,  17/72.


[4] Neml sûresi,  27/81.


[5] Bakara sûresi,  2/7.


[6] A’raf sûresi,  7/197.


[7] En’âm sûresi,  6/104.


[8] Bakara sûresi,  2/18.


[9] A’raf sûresi,  7/179.


[10] Tâhâ sûresi,  20/54.


[11] İslâm’ın Temel Kavramları, H. K. Ece.


[12] Diyânet İslâm Ansiklopedisi.










BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN AINMIŞTIR:


KAYNAK:
http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=545


--

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder