26 Ekim 2016 Çarşamba

DOĞRULUK

DOĞRULUK
 
‘Doğruluk’, bütün ahlâki özelliklerin kendisinde toplandığı ve yüksek derecelerin kaynağı olan yüce bir ahlâktır. Arapça’daki karşılığı, ‘Sıdk’ ve ‘Sadakat’ kelimeleridir.
 
‘Sıdk’, peygamberlerin (a.s.) sıfatlarından biridir.
 
Allah (c.c.), müslümanların doğru olmalarını emrederek onların, taşkınlıklardan ve aşırılıklardan uzak durmalarını istemiştir:
“Öyleyse emrolunduğun gibi dosdoğru ol; (sen de) ve seninle beraber tevbe edenler de (hep doğru olun), aşırı gitmeyin! Zira O, (sizin) yaptıklarınızı görmektedir.” (177)
 
Mümin veya münafık, cennetlik veya cehennemlik olan insanlar, bununla birbirinden ayırt edilir. Din binasının temeli olan sıdk,  insanlar arasında peygamberlik derecesinden sonra ikinci derecedir. Çünkü Yüce Allah: “Kim Allah’a ve elçisine itaat ederse, onlar Allah’ın nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehid (gerçeği söyleyen alim)ler ve salihlerle beraberdir. Onlar ne güzel arkadaştır” (178) buyurmuş ve iman, İslâm ve sabır sahiplerinin sıdk ehli olduğunu duyurmuştur: “Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir. Asıl iyilik o (kimsenin iyiliği)dir ki Allah’a, ahiret gününe, meleklere ve kitaplara inandı; sevdiği malını, yakınlara, yetimlere, yoksullara yolda kalmışlara, dilencilere, boyunduruk altında bulunan (köle ve esir)lere mal verdi, namazı kıldı, zekat verdi. Anlaşma yaptıkları zaman anlaşmalarını yerine getirenler, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler, işte doğru olanlar onlardır. (Allah’ın azabından) korunanlar da onlardır.”(179)
 
Bu âyet, bu ibadet ve amelleri ihlas ile yapanların sıdk ve takva sahibi olduklarını ve sıdkın İslâm ve iman makamı olduğunu açıkça ifade etmektedir. Cenâb-ı Hak, gönderdiği peygamberlerinden her şeyden önce sıdk ve ihlas ile davranacaklarına dair söz aldığını bildirmektedir: “Biz peygamberlerden (verdiğimiz elçilik görevini yapmak ve hak dine davet etmek hususunda) kuvvetle ahidlerini almıştık. Senden, Nûh’tan, İbrahim’den, Mûsa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan (evet) onlardan sapasağlam söz almıştık.” (180) Başka bir ayette de: “Ki Allah, sadıkları sıdklarıyla mükafatlandırsın, ikiyüzlülere de dilerse azap etsin yahut tevbelerini kabul buyursun.”(181)buyurmuştur.
       
Peygamber (s.a.v.) buyurdu: “Doğru sözlülük iyiliğe götürür, iyilik de cennete götürür. Adam doğru söylerse Allah katında Sıddıklar derecesine çıkar. Yalan söylemek kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür. İnsan yalan söyler (durur da), sonunda Allah (c.c.) katında yalancı diye yazılır.” (182)
 
Hz. İbrahim’in: 'Sonra gelen milletler içerisinde benim için bir sıdk dili (doğrulukla anılma) koy. (insanlar beni doğrulukla ansınlar ' (183) diye dua ederek sonra gelen kuşaklar içinde kendisinin sıdk (doğruluk) ile anılmasını dilediğini bildirmiştir. Son elçisi Hz. Muhammed (s.a.v.)’e de girdiği her yere doğrulukla girmeyi ; çıktığı her yerden doğrulukla çıkmayı dilemesini emrederek: “De ki: Rabbim beni (girdireceğin yere) doğruluk girdirişiyle girdir, beni (çıkaracağın yerden) doğruluk çıkarışıyla çıkar (beni nereye göndereceksen hoş bir şekilde oraya girdir ve çıkacağım yerden de hoş bir şekilde çıkar), bana katından yardım eden bir delil var.” (184) 
 
“İnananlara Rableri katında kendilerine bir (sıdk) doğruluk kademesi olduğunu müjdele.” (185)
 
“Takva sahipleri cennetlerde, ırmakların kenarındadır. Güçlü padişahın huzurunda sıdk (doğruluk) koltuklarında memnunluk içindedirler.” (186) âyetiyle de inanıp güzel işler yapan müttekîlerin (Allah’tan korkanların) Rab’leri katında, doğruluk makamında bulunacaklarını müjdelemiştir.
 
Doğruluk, bütün dinî amellerin direğidir. Doğru olmayan ve ibadetlerinde ihlas bulunmayanların amelleri kendilerine bir yarar sağlamaz. Yüce Allah (c.c.) buyurmuştur: “Bu sadıklara, doğrulukların fayda sağlayacağı gündür. Onlar için altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuştur. İşte o büyük başarı budur.” (187) ve yine buyurmuştur: “Doğruyu getiren ve onu doğrulayanlar, işte korunanlar onlardır.” (188)  Bu âyet-i kerime, İslâm dininin doğruluktan ibaret olduğunu vurgulamaktadır. Çünkü sıdk (doğruluk) getiren peygamber ve sıdk’ı doğrulayan müminler, korunanlardır. Peygamber sıdkı  getirdiğine göre, demek ki din sıdktan yani, doğruluktan ibarettir. Çünkü Peygamber’in getirdiği dini Allah Teâlâ, doğruluk ile adlandırmıştır.
 
Müslümanın ahlâki görevlerinden biri de sıdk ve sadakattir. Nerede olursa olsun daima doğru sözlü olmak, asla yalan söylememek, doğruluktan ve adaletten ayrılmamaktır.
       
Kur’ân-ı Kerim’in bir çok yerinde takva sahiplerinin özellikleri sayılır. Bunların başında doğruluk ve verilen sözde durmak gelir. Yüce Allah buyurur: “Ancak sağduyu sahipleri öğüt alır. Onlar, Allah’ın ahdini yerine getirirler ve anlaşmayı bozmazlar.” (189)
 
Cenâb-ı Hak, bu ayetlerde ayrıca, kendisine karşı duyulan güçlü bir sadakatin, insanın hak olan bir tavır ve tutum karşısında tereddüde kapılmasını engellediğine ve kişiye kararlı bir tavır kazandırdığına da dikkat çekmektedir. Eğer insan güçlü bir iman ve teslimiyete sahipse, bu içten sadakat duygusu, onun kararsızlığa düşmesini önleyecek ve nefsini yenmekte ona sürekli yardım edecektir.
 
Sadakat’in Müslümanlara kazandırdığı bir başka önemli özellik de, birbirlerine olan güven ve sevgileridir. Bu sevgi ve güvenin temelinde, Allah (c.c.) yolunda gösterdikleri ‘ciddi çaba’ ve Rabbimize olan sadakat ve bağlılık yer almaktadır.
 
Sözde sıdk, başağın kökü üzerinde dimdik ve dosdoğru durması gibi dilin de söylediği sözde öyle doğru olmasıdır. Amellerde (eylemlerde) sıdk: işlerin Allah’ın (c.c.) buyrukları üzerinde olması ve buyruklara uymasıdır. Hallerde doğruluk, kalp ve beden işlerinin, ihlas bakımından bir olmasıdır.
 
Büyük tasavvufçular diğer halleri olduğu gibi  doğruluk halini de değişik tarzlarda ve herkes kendi meşrebine göre açıklamıştır.
 
Ahmed b. Hudravayh: ‘Allah’ın kendisiyle beraber olmasını isteyen, sıdk’a sarılsın. ‘Çünkü Allah (c.c.), sadıklarla beraberdir.’ (190) demiştir.                 
     
İşte yukarıda sayılan âyet-i kerime ve hadis-i  şeriflerden de anlaşılacağı üzere, müslümanın görevlerinin ve ahlâkının başında doğru olmak gelir. İnancında, ibadetlerinde, her türlü işinde doğru olmak onun en büyük özelliğidir. Müslüman, doğru olmakla hem Allah’ın (c.c.) hoşnutluğunu kazanmış olur, hem de toplumda güven, itibar ve sevgi tohumlarının yeşermesini sağlamış olur.
  
Şair doğruluğu ne kadar güzel dile getirmiş:
 
İnsana sadakat yakışır, görse de ikrah,
Doğruların yardımcısıdır Hz. Allah.
    
                               Neden Doğru Olmak Gerekir?      
 
Doğru olmanın ve doğruluktan ayrılmamanın gerekliliğini büyük İslâm ahlâkçısı Maverdî şöyle açıklamaktadır:
 
İnsan şu dört gerekçeden dolayı sürekli doğru olmalı ve doğru kalmalıdır:
1. Akıl: Her şeyden önce sağlam akıl, insanı güzel olan eylemlere çağırır ve kötü olan eylemlerden de uzaklaştırmak ister. Sıdk da güzel bir ahlâk olduğu için akıl sıdkın gereğine inanır ve insanı ona götürmek ister.
 
2. Din: İlâhi din de sıdkın gerekli olduğunu ve yalancılığın tehlike ve zararlarını bildirir. Çünkü din, sağlam aklın sakıncalı gördüğü eylemlere izin vermez. Hatta din, yalancılığın sakıncaları konusunda, aklın gerekli gördüğünü de, daha ilerisini öngörür. Çünkü din herhangi bir yarar sağlasa veya bir zararı ortadan kaldırsa bile yalanı sakıncalı görür. Akıl da yarar sağlamayan veya zararı engellemeyen şeyi sakıncalı görür. 
 
3. Kişilik: Sağlam karakterli kişilik de insanı doğruluğu yönlendirici ve yalancılığa engeldir. Bu da insanın kötü görülen eylemleri yapmasını engeller.
 
4. Doğru tanınma isteği: İnsanlar, bulundukları toplumda ‘doğru kişi’ olarak tanınmak ve bilinmek isterler. Bununla kişi öyle bir konuma gelir ki, hiçbir sözü yadırganmaz ve kendisine asla pişmanlık gelmez. 
 
Denilmiştir ki: ‘Başvuru kaynağın hak olsun, onu çekip alma yerin sıdk olsun. Hak, yardımcıların en kuvvetlisi, sıdk ise yakınların en faziletlisidir.’ (191)
 
                                     Peygamber (s.a.v.)’in Sıdkı
 
Peygamber (s.a.v.)’in ahlakının en güzellerinden birisi de sıdk, sadakat (doğru sözlü) olmasıdır. O gerek peygamber olmadan önce ve gerekse Peygamberlik geldikten sonra, hiçbir zaman sıdk ve sadakatten ayrılmamış, peygamberliğini ilan ettiği zaman kendisini tanıyanlardan hiçbir kimse O’na ‘yalancı’ dememiştir. Aksine O’nun bu çağrısını sindiremeyenler, O’nun duyu organlarında bir arıza meydana geldiğine, yahut O’nun büyülendiğine inanmışlardı.
 
(177) Edebü’d-Dünya ve’d-Din, Maverdi, s.255.
(178) Buhâri ve Müslim.
(179) Şuârâ sûresi, 42/84.
(180) İsrâ sûresi, 17/80.
(181) Yûnus sûresi, 10/2.
(182) Kamer sûresi,  54/54-55.       
(183) Mâide sûresi, 5/119.
(184) Zümer sûresi, 39/33.
(185) Ra’d sûresi, 13/19-20.
(186) Bakara sûresi, 2/153,249.
(187) Hûd sûresi, 11/112.
(188) Nisâ sûresi, 4/69.
(189) Bakara sûresi, 2/177.
(190) Ahzâb sûresi, 33/7.
(191) Ahzâb sûresi, 33/24.
 
 
KAYNAK:BU YAZI AŞAĞIDAKİ WEB SİTESİNDEN ALIMMIŞTIR.

--

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder