6 Ekim 2016 Perşembe

BAST VE İNBİSAT

BAST VE İNBİSAT

 

Bast’,  bir şeyi yaymak, genişletmek, sermek, döşemek anlamlarına gelir.

Aynı kökten gelen ‘Bisat’ sergi, döşeme, halı, mefrûşat demektir. İnbisat ise, yayılma, serilme, kulun iradesi ile kendisi için istediği şey, demektir.

 

“Allah yeryüzünü sizin için bir sergi (halı) yaptı ki onda açılan geniş yollarda gidesiniz.” 

 

Tasavvufçulara göre ‘İnbisat’, genişleme, yayılma, içte derinleşme ve kendi tabiatını aşma anlamlarına gelir. Allah (c.c.)’ın hükümleri çerçevesinde, gönlün herkese açılması, tatlı dil ve güler yüzle sevindirilebilecek herkesin hoşnut edilmesi... ve Allah (c.c.) ile ilişkiler açısından da ‘havf u recâ’ (korku ile ümit) karışımı bir durumun, insan benliğine hükmetmesinden ibârettir ki, bu seviyeye ulaşan kalpler, huzurda bulunmanın heybetiyle soluklarını yutar, huzur esintilerinin neşe ve sevinciyle de huzur ve ferahlık duyarlar.

 

Bu nedenle inbisâtı ikiye ayırabiliriz:

 

                           Halk ile ilişkilerimiz içinde inbisat

 

Hakk ile aramızdaki irtibâtı koruyup-kollama koşuluyla, insanlar arasında, insanlardan bir insan olarak, herkesi kabul edip ve onlara kendi idrâk ve anlayışları içinde davranmaktan ibârettir. Hz Peygamber (s.a.v.), çevresiyle ilişkilerinde, yer yer işi latifeye vardıracak şekilde, samimi, yumuşak ve rahat davranır; hikmet dolu nükteleriyle onların kavrama ve idrâk seviyelerinde dolaşır ve o gözetme anlarına tebessüm eder, tebessüm ettirir ve nefes aldırırdı. Denilmiştir ki, ‘Kalp tıpkı bir ayna gibidir. Zaman zaman ciddilik o aynayı buğulandırabilir o buğuları da latif lâtifelerden başka bir şeyle silip aynayı cilalamak mümkün değildir.’

 

                           Hakk ile ilişkilerimiz içinde inbisat


 

Haller üstü bir hâlle, korku ve ümidi birden ruhda yaşama ve “inbisât” karışımını, soluklamadan ibarettir. Havf u Recâ (Korku ve Ümit), nefsin hallerinden olup, yolun başındakilerin Hakk’la münâsebetlerinde bir unvan; tamamen âriflerin hâli olan inbisât ise, kalbi hayatın ayrı bir boyutu ve gönül erlerine has bir durumdur. İnbisât seviyesine ulaşamayanların inbisât gibi görünen halleri, çok defa kendilerinde hâsıl olan bir ülfeti ilim zannederek, temkini tahrîp ve insanı Allah (c.c.)’a karşı uygunsuzluk sayılabilecek ciddiyetsizliklere sevk edebilir.

 

Bast halinde olan bir tasavvuf yolcusu bazen halk ile ilgilenecek durumda olur. Eşyanın bir çoğu onu sıkmaz. Bazen ise hiçbir hal kendisini etkilemeyecek derecede bast halinde olur. Bazen de bast aniden gelir, birden sahibini bir sıkıntı basar, bunun sebebi bilinmez. Gelen bast sahibini silkeler ve rahatsız eder. Bu durumda bast sahibi için kurtuluş yolu, süküneti muhafaza etmek ve edebe uymaktır. Çünkü bu halde bast sahibi büyük bir tehlikeye maruz kalabilir. Bu hal sahibi hakkında sakınılması gereken gizli bir oyun (mekr) olabilir. [1]

 

İnbisât; insanın maddi arzulardan sıyrılarak, bedeni tutkuların etkilerinden kurtularak Hakk’ın isim ve sıfatlarına mücella (pırıl pırıl ) bir ayna olma makamında ortaya çıkar ki, bu makama ister ‘cem’ ister ‘mahv’ mertebesi diyelim netice değişmez. Şahsın, Hakk’tan gelen esintilerle şekillendiği ve renkler üstü renklere büründüğü sırlı bir noktadır. Bu noktaya ulaşanların inbisâtı gizlemeleri imkânsız, henüz yeni başlayan ve ulaşamayanların inbisâttan dem vurmaları ise küstahlıktır.

 

‘Eğer şâhın nedimi naz ve cilve yaparsa, sen de onu yapmaya kalkma ! Çünkü sen, o senede malik değilsin ! Ey bu fâni âlemin kayıtlarından kurtulamayan kimse; sen mahv u sekr ve inbisâtı ne bilirisin!’

 

Ruhun şâd olsun Mevlânâ! Beden ve cesedin kulları rûhu ne bilir! Bedenin mahkumu, ruhaniyât ve ledünniyâtı ne bilir! Hakk ateşi ile elli defa yanıp püryan olmuş gönüllere sormalı şâk-şâk sînelerin derdini ve verâların rengiyle tüllenen inkibâz ve inbisâtları... [2]

 




 
[1] Kuşeyri Risalesi, s.153.
[2] Kalbin Zümrüt Tepelerinde, M.F. Gülen.
 

--

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder