18 Aralık 2017 Pazartesi

ALLAH’A SELİM BİR KALP SUNABİLMEK-3

ALLAH’A SELİM BİR KALP SUNABİLMEK-3
 
Ebû Turâb en-Nahşebî -rahmetullâhi aleyh- şöyle buyuruyor
 
”Kararmış bir kalbin üç alâmeti vardır:
 
1- Kişinin günahlardan ürperti duymaması.
2- itaat ve ibâdetlerin gönle lezzet vermemesi.
3- Nasihatlerin tesir etmemesi.”
 
Gönül dünyâmızın bu duruma düşmemesi için, Rabbimizin lütfettiği hidâyet rehberleri olan ilâhî kitapları, peygamberleri ve peygamber vârisi Hak dostlarının kalbleri ihya eden feyizli ir-şadlarını baş tacı etmemiz îcâb eder.
Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- buyurur:
 
“Salih ve sâdıklardan uzakta kalıp dünyaya bağlanan ve nefsine ram olan kişi, âleme sultan da olsa, hakikatte ölüdür.”
 
Ebû Ümâme -radıyallâhu anh-’ın rivayetine göre Rasûlul-lâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
 
“Lokman Hakîm, oğluna dedi ki: «Âlimlerin (ve ariflerin) meclislerinde bulun! Hikmet ehlinin sözlerini dinle! Çünkü Allah Teâlâ, ölü toprağı yağdırdığı bol yağmurla dirilttiği gibi, ölü kalbi de hikmet nuruyla diriltir.»”[10]
 
Kalbin manevî sıhhatini muhafaza etmek veya hasta bir kalbi iyileştirmek için yapılması gereken faaliyeti, kalbi yaratan Mevlâ’mız şöyle bildirmiştir:
اَلَّذِينَ اَمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللهِ اَلاَ بِذِكْرِ اللهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
         
   ”…Bilesiniz ki, kalbler ancak Allah’ı zikretmekle huzur bulur.”[11] Vücut mülkünün sultânı mevkiinde olan kalb, zikrullâh ile ihya olup hakkı bâtıldan ayırt edebilecek bir nura kavuştuğunda, emri altındaki bütün uzuvlara isabetli emirler verir. Netîcede Hakk’ın razı olduğu bir kulluk kıvamına erişilir.
 
Yahya bin Muâz -rahmetullâhi aleyh- şöyle buyurur:
“Allah’ın zikriyle gönüllerinizi yenileyiniz, çünkü gönüller çabuk gaflete düşerler.”
 
Hakîkaten, kalben Hakk’a vuslatın en kestirme yolu olan aşkullâh ve muhabbetullâha erişebilmek için evvelâ gönlün mâsivâdan arınıp Allah’ın zikriyle mücellâ hâle getirilmesi îcâb eder ki o gönül, hakîkatin ve sırların aynası olabilsin.
 
İhlâs, samimiyet, aşk ve vecd içinde bir kulluk hayâtı yaşayabilmek için gecelerin feyzinden istifâde edebilmek şarttır.
 
Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh-’ın, vefatı sırasında Haz-ret-i Ömer -radıyallâhu anh-’a verdiği nasihatlerden biri şöyledir:
 
“…Ey Ömer! İyi belle! Allah Teâlâ’nın gece yapılmasını istediği bir takım vazifeler vardır, bunların gündüz yapılması muvafık olmaz! Gündüz yapılması gereken işler de vardır ki, bunlar da gece yapılırsa sıhhatli olmaz…”
 
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’ın, Mısır’a vali tâyin ettiği Mâlik bin Hâris’e yazdığı emirnamede geçen şu cümleler ne kadar manidardır:
 
“Her ne kadar temiz bir niyetle ve insanların faydası için yaptığın bütün çalışmalar Allah rızâsı içinse de, sen yine de vakitlerinin en hayırlısını Allah ile kendi orandaki işler için ayır! Sırf Allah rızâsı için eda edeceğin ibadetlerin en mühimi de Allah’ın zâtına mahsus olan farzlardır. Gecende ve gündüzünde, bedenindeki Allah’a ait kulluk hissesini ayır ve seni Yüce Rabbine yaklaştıran bu ibâdetleri her ne pahasına olursa olsun eksiksiz yerine getir!..”
 
Geceleri sabahlara kadar ibâdetle meşgul olan Bişr-i Hafî Hazretlerine:
 
“-Geceleyin belli bir süre istirahat edemez misin?” dediklerinde o Hak âşığı büyük velî, şu hikmetli mukabelede bulunur:
 
“-Hak Teâlâ, geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışladığı hâlde Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- geceleri mübarek ayaklan şişinceye kadar namaz kılmışken; Hak Teâlâ’nın bir tek günâhımı dahî bağışladığını bilmeyen ben, nasıl uyuyabilirim?!”
 
Gönüller sultânı Hazret-i Mevlânâ da şöyle buyurur:
 
“Ey Hak âşığı! Geceleri az uyuyanlardan, seher vakitleri günahlarının bağışlanmasını isteyenlerden ol!
 
Bari ana rahmindeki çocuk gibi azıcık kımılda da, sana nûrânî duygular lütfedilsin. Ana rahmine benzeyen, şu sıkıntılı, kasvetli, kederlerle dolu dünyâdan dışarı çıkarsan, yeryüzünden daha geniş, daha ferah bir âleme çıkmış olursun.
 
Hasan-ı Basrî -rahmetullâhi aleyh- buyuruyor ki:
“Kişinin gece ibâdetine kalkmamasının tek sebebi, işlediği bir günahtır. O hâlde her akşam nefsinizi sorgulayıp kendinizi denetleyiniz. Gece ibâdetine kalkmak için Rabbi-nize tevbe ediniz. Gece ibâdetine kalkmak, ancak günahları altında ezilen kişiye ağır gelir.”
Gecelerin manevî feyzinden lâyıkıyla istifâde için gündüzleri mâsiyetten sakınmak ve seher vaktinin feyzini bütün güne tasımak îcâb eder. Nitekim, adamın biri İbrâhîm bin Edhem Hazretlerine:
“-Gece ibâdetine kalkamıyorum, bana bir çâre öğret!” deyince İbrâhîm bin Edhem Hazretleri, ona şu cevâbı verir:
“-Gündüzleyin Allah’a isyan etme; geceleri O seni huzurunda durdurur, geceleyin O’nun huzurunda bulunmak en yüce bir şereftir. Günahkârlar bu şerefi hak edemezler!”
Gece ve gündüzlerin ibâdetlerle ihya edilmesinin yanısıra, bu ibâdetlerin kalbî bir rikkat ve hassasiyet ile îfâ edilmesi de son derece mühimdir. İbn-i Abbâs -radıyallâhu anh- buyurur:
“Tefekkür ile kılman iki rekât namaz, Rabbinden gaflete düşmüş bir gönülle bütün bir geceyi ibâdetle geçirmekten daha hayırlıdır.”
Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh- da şöyle buyuruyor:
“Bir saat tefekkür; kırk gece nafile ibâdetten üstündür.”
Görüldüğü üzere, ibâdetler ancak manevî teyakkuz, huşu ve tefekkür ile îfâ edildiğinde kıymet kazanır. Ashâb-ı kiramın ve onları güzelce tâkib eden sâlih mü’minlerin en mühim hasleti de bu kalbî kıvama sahip olmalarıdır. Nitekim Abdullah bin Mes’ûd -radıyallâhu anh-, dostlarına şöyle derdi:
 
“Siz, ashâbdan daha çok namaz kılıyor ve ictihad yapıyorsunuz. Ama onlar dünyâya karşı sizden daha zâhid, âhirete karşı sizden daha rağbetli idi.”
 
İbâdetleri Hak katında makbûl kılan da ihlâs ve takvâdır. Yâni Allâh’ın emir ve nehiylerine karşı büyük bir samîmiyet, hürmet ve hassâsiyet ile boyun bükerek rızâ-yı ilâhî istikâmetinde dosdoğru yürümektir.
 
Bu vesîleyle, ömrü boyunca
فَاسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ
 
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol…”[12] âyetinin şümûlüne girme gayretiyle yaşayıp, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve O’nun vârisleri olan Hak dostlarının rûhâniyet iklîminden ve örnek şahsiyetlerinden feyiz alarak rızâyı ilâhîsine erdirdiği sâlih kullarından eylesin!
 
[10] Heyse-mî, I, 125
[11] er-Ra’d, 28
[12] Hûd, 112
 
BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:
 
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder