10 Kasım 2013 Pazar

HİKAYE ALEV YOLLARIN İFFET SÜVARİLERİ


HİKAYE   ALEV YOLLARIN İFFET SÜVARİLERİ

 

    Akşamın gölgeleri şehrin üstüne çoktan çökmüş, caddelerin ışıkları kızarmıştı.

 

   İsmet Öğretmen sokak lambalarının altında bir hayalet gibi yürürken, sisli kızıl bir dumanın içinde kaybolup gidiyordu.

Dalgındı...

Asya her şeyini almış götürmüştü.

“ Mecnunu çöllere düşüren Leyla bu olmalı” dedi.

  ****** Harun Tokak

 

    İsmet Bey üniversiteyi bitirdiği yıl Akasya'nın (Rusyaya bağlı özerk devlet)  yolunu tutar.

   Annesi yalnızdır.

   Babası onları bu dünyada tek başlarına koyduğunda daha yaşı onbir'dir.

   Üniversite yılları yokluk yıllarıdır. Çok acı çekerler.

   Annesi, İsmet'ine çok ihtiyacı olmasına rağmen taş basar bağrına ve biricik oğlunu, adını duymadığı diyarlara öğretmen olarak uğurlar.

   İsmet Bey, yeni açılan bir Türk Okulunda edebiyat öğretmeni olarak göreve başlar.

   Kısa zamanda uyum sağlar bulunduğu şehre. Dillerini bile neredeyse aksansız konuşmaya başlar.

   Güzel ve alımlı bir delikanlıdır. Arkadaşları arasındaki adı “Yusuf Yüzlü”dür.

    Yıldızsız bir gece kadar siyah saçları, mehtabı hareleyen kara bulut gibi perdeler ak alnını. Koyu lacivert elbisesinin içinde yüzü bir ay gibi parlar, sonsuz bir gülümseme hiç eksik olmazdı güzel gözlerinden.

 

     Görev yaptığı okula bir gün bir öğretmen gelir.

    Adı Asya'dır.

   İyi bir eğitim aldığı her halinden bellidir. Soylu ve güzeldir.

   Babası Bakan'dır.

 

   İki yıl önce istemediği bir evlilik yapan Asya, aradığı mutluluğu bir türlü bulamaz.

   Daha okula ilk geldiği günden itibaren İsmet Öğretmene gizli bir hayranlık duymaya başlar.

   Bunu farkeden İsmet Öğretmen;

 

 -- “Yiğitliğe yakışmaz. O evli bir kadın, bu insanlar bize kucak açtılar, bağırlarına bastılar, evlatlarını bize emanet ettiler, bu ihaneti yapamam.“ diyerek kendini ikna etmeye çalışsa da onun da içindeki ateş her geçen gün harlaşır.

 

    Asya, ateşten bir gömlektir.

Ve bir gün…

Yine her gün ki gibi son ders zili çalar.

Okulda kimsecikler kalmaz.

İsmet Öğretmen odasında tek başınadır. Koridordan ayak sesleri duyulur. Gelen Asya'dır.

Kapıyı kapatır.

Sırtını kapıya yaslar; iri ve siyah gözlerini İsmet Öğretmene diker.

Kirpiklerini her kırpışta, iri gözlerinden yola çıkan aşk ateşinin zehiri ile dağlanmış binlerce ok kalbine saplanır, İsmet Öğretmenin.

Yaralı avını, ağında kıstırmış zalim bir avcı gibi kükrer Asya;

 

 -- “Bak İsmet! Artık dayanamıyorum. Beni anlamanı ve beni geri çevirmemeni istiyorum. Sensiz yapamıyorum. Biliyorsun babam… !

 

    Bu güne kadar hep güzel şeyler oldu buralarda, bunların kötüye gitmesini, buraların size zindan olmasını istemiyorum.”

İsmet Öğretmen çaresizdir.

Alev vurur yüzüne.

Kıpkırmızı kesilir.

 

      “Hazreti Yusuf'un “Allah'ım! Zindan bu kadınların beni çağırdığı şeyden daha iyidir.“ sözü aklına gelir.



     Bir kadının en şerefli en değerli yanı namusudur ama Asya artık çıldırmıştır; cesaretini toplayıp bir şeyler diyecektir ki, kapı açılır.

 

Gelen Asya'nın kocasıdır. Eşini almak için gelmiştir.

İsmet Öğretmen derin bir nefes alır.

Kitaplarını toplar ve çıkar.

Koşar adımlarla gider evine. Yorgun bedenini bırakır sedire. Sonu zindan da olsa katlanmalıyım“ der. Belki Hz. Ömer'in iffet şehidi delikanlısı gibi canını vermeliydi ama iffet gülleri kök salmalıydı.

 

    Kendine sürekli inançlarını telkin eder: “İnsan hisleriyle, aklıyla hicret ederdi ama ; gittiği yerlerde iffetiyle dal budak salar ve kalıcı olurdu.

    Güvensizliğin kol gezdiği bu yerlerde biz güven ve emniyetin temsilcileri olmalıyız”

    Öğrencilik yıllarında iken Konya'da dinlediği Ali Ulvi Kurucu'nun sözlerini hatırlar:

 

 -- “Sevgili gençler! Ben Medine'de iken Arap âleminin büyük ediplerinden Mustafa Sadık Efendi, yanına gelen üniversiteli gençler için, “Alevler içinde ama yanmıyorlar.” demişti. “Allah'ım! Benim ülkemin de böyle iffet timsali gençleri olacak mı, diye hep dua ediyordum. Şimdi sizleri görünce dualarımın kabul olduğunu görüyorum ve Rabbime şükrediyorum!”

 

      İffet, onun bahçesinin en güzel gülüydü.

Asya'nın ateşi onun gönlünü yaksa da, güllerini yakmamalıydı.

Güller Asya Stepleri'nde solmamalıydı.

Bir gül solarsa bütün güller boynunu bükerdi. Bütün gül bahçeleri zarar görürdü.

Bu, bahçeye de bahçıvana da haksızlıktı.

 

   Günaha meylettikçe parmağını lambasının alevine tutup, “Ateşe dayanabileceğin kadar günah işle!” diyerek günahtan uzak duran iffet abidesi delikanlıyı hatırlar.

   Kaldığı odanın perdesini araladığında, ay ışığı doluverir odanın içine.

   Anacığının da en büyük arzusu Asya gibi asil ve soylu bir kızdı ama Asya'nın bir sahibi vardı. Asya evliydi.

 

     Divanın üzerine uzanır, mehtaba gözlerini diker ve; “Allah'ım bahtına düştüm, ne olur bana yardım et, tut elimden, Sen tutmazsan düşerim Allah'ım!” diye içtenlikle kıpırdar dudakları.

 

   Mahşerde güneşin beyinleri kaynattığında; güzel ve zengin kadının kendisini çağırması karşısında “Ben Allah'tan korkarım.” diyenlerin serin gölgelerde gölgeleneceğini düşünür.

 

    Şafak aydınlığında uyandığında dudaklarında sonsuz bir tebessüm vardır.

O'nu görür görmez tanımıştı. “Sen Yusuf değil misin?” demişti.

O da “Sen de Asya karşısında eğilmeyen İsmet'imizsin ” demişti.

O sabah okula giderken yüzünde sonsuz bir tebessüm vardır..

İçindeki kararsız fırtınalar sakinleşmiştir.

Görevli, daha okulun kapısından girerken, müdür beyin kendisini çağırdığını söyler.

 

    Odaya girdiğinde Müdür Bey'in davranışlarındaki soğukluğu sezer. Müdür bey;

 

 -- “Ben size söylemedim mi İsmet Bey, sen ne yaptın?”

      Olan olmuştur...

Okulda bir iftira kasırgası ortalığı kasıp kavurmaktadır.

İzin alır ve doğruca evine gider. Çıldırmak üzeredir. Asya'dan böyle bir iftirayı beklemez.

 

     Vicdanen çok rahattır. Günaha girmemiştir ama arkadaşları da, okulu da çok zor duruma düşmüştür.

Akasya'dan ayrılmaya karar verir.

Onun ayrılma kararı Asya'yı yıkar.

Asya, kazanayım derken bütün bütün kaybetme kuşağındadır.

Ayrılış günü gelir.. Arkadaşları havaalanında onu uğurlamaktadır.

 

      Birden az ileride bir hareketlilik yaşanır.

Müdür Bey, Asya ve arkadaşları…

İsmet Öğretmenin içini korku ve heyecan sarar.

      Asya koşarak gelir: “İsmet Bey, ben her şeyi anlattım, artık doğruları herkes biliyor. Ne olur beni affedin, ben sizleri anlayamamışım, bizi, öğrencilerinizi bırakmayın. Ne olur, bu sefer bari beni anlayın, hakkınızı helal edin, beni affedin!”

 

      İsmet Öğretmen çok duygulanır ama geri dönmesi imkânsızdır. Yüreği ateşler içindedir.

     Ateşin etrafa sıçrama ihtimali de hep vardır.

 

 -- “Sizi çok iyi anlıyorum, gerçeklerin ortaya çıkması beni okulum ve arkadaşlarım adına çok sevindirdi ama siz de beni anlayın lütfen, gitmeliyim!”

 

    Uçağın kalkış saati gelmiştir. Direnmenin boşuna olduğunu anlayanlar gözyaşlarına hakim olamazlar.

 

Asya aslında onun geri dönmeyeceğini bilir.

İffet, bir yiğidin her şeyiydi ve İsmet Öğretmenin iffetine dokunulmuştu.

Asya, İsmet Öğretmene uçakta okuması için bir mektup verir.

 

   “Sevgili İsmet Öğretmen!

Anladım ki yasak bir aşkın ateşi, küle verirmiş arkadaki bütün gül bahçelerini.

Siz iffet Süvarilerisiniz, dünyayı çiğnersiniz ama bir çiçek çiğnemezsiniz. Bunu bana öğrettiniz.

Sizler iffet güllerini yitirmeye değil, yeşertmeye geldiniz.

Biz alev yollarda yanacağız ama emin olabilirsin güller yanmayacak!

Güller yanmayacak!

 

Ya Rabbi!”dedi, Zindan, bu kadınların beni davet ettikleri o işten daha iyidir.”

Kur'an

 

1 yorum: