12 Nisan 2014 Cumartesi

Hekimoğlu İsmail - Kendini bilmek nedir?

Hekimoğlu İsmail - Kendini bilmek nedir?



Hekimoğlu İsmail
 

Kendini bilmek nedir?

 
 
Geçenlerde öğrendim; bilgili bir arkadaşımız vefat etmiş. Sabah namazından çıkıp kahveye gidiyor. Çay istiyor. Gelen çayı alırken, pat diye düşüp ölüyor.




Bir anda dünyasını değiştiriyor. Şu güzel dünyadan ahirete göçüyor. Ölür ölmez hemen bir âlem açılıyor. O âlemde sorulara nasıl cevap verdi, nasıl karşılandı, nasıl muamele gördü? Çok bilgili, kültürlü bir arkadaştı. Dünyada öğrendiği her bilgi, her hareket ahirette işine yaradı mı? Şimdilik bize karanlık gibi görünen ahiretin lambasını ölüm yakar. Ölen insanın dünyası kararır, ahireti aydınlanır. Kimlerle karşılaşacak, kimleri görecek, şaşıracak mı, hayret mi edecek? Yoksa memnun mu olacak?
 
Soruyorlar; ahirete gidip geldin mi ki orayı bize anlatıyorsun? Dünyanın pek çok yerine gidemedik, göremedik amma atlaslara, kitaplara bakarak gitmediğimiz yerleri görüyoruz, öğreniyoruz, anlatıyoruz. Atlaslara inandığımız kadar İslami kitaplara inansak, ahireti görmüş gibi anlatırız. Ruhlar âleminde öldük, annemizin vücudunda dirildik; annemizin vücudunda öldük, dünyada dirildik; dünyada ölecek, kabir kapısından geçerek ahiret sarayına çıkacak, hayatımızın hesabını vereceğiz.
 
Üstat Bediüzzaman buyurmuş ki: “Kabrin arkası için çalışınız; hakiki saadet ve lezzet ondadır.” Kabrin arkası için çalışan, her anını ibadet etme şuuruyla yaşar. Böylece dünyası ve ahireti cennet olur. Mesela evliyaların, âlimlerin, Allah dostlarının hayatını okuduğumda diyorum ki: “Bu mübarek insanlar her şeylerini İslami hayat uğruna feda etmişler. Her biri tek başına büyük işler başarmış. Bunlar, büyüklüğün sırrını İslam’da bulmuşlar. Peki ya bizler?”
 
Bir Müslüman, her yerde her türlü şartlar içinde dinini yaşayabilir. Karanlık geceye bir mum olur. “Ben nurum, sen zulmetsin!” diye karanlığa meydan okur. Allah, bu iradeyi insana vermiştir.
İman zayıflığı, İslamiyet’i anlamamak ve ölümü uzakta zannetmek… Bu üç hal, hesap verme şuuruyla yaşamaya manidir. İradesi zayıf olanlar, “İnanıyorum ama yapamıyorum.” diyor. Yani haramları terk edemiyor. İradeyi kuvvetlendirmek için imanı kuvvetlendirmek gerekir. Bana göre imanın altıncı şartı kendini bilmektir. Kendini bilmek nedir? Kendini bilmek, “Ben kimim? Nereden geldim, nereye gidiyorum?” sorularına cevap aramakla başlar…
 
Necip Fazıl diyor ki:
 
Hasis sarraf, kendine bir başka kese diktir!
Mezarda geçer akça neyse, onu biriktir!
 
Mademki saatler saniye saniye ömrümüzü bitiriyor; biz de saniye saniye ebedi saadeti kazanmaya çalışmalıyız. Her anımızı İslam’a uydurmalıyız.
 
Çünkü,
“Cehennem dediğin dal odun yoktur; herkes ateşini burdan götürür.” Demek herkes istediği yere gidecek… Haram daireye girenler hayırlı şeyler beklemesin.
 
Mesela dün Kur’an meali okudum ve beyaz deftere şu notu yazdım; Allah’ım İslamiyet’e ve Müslümanlara zarar vermeden ahirete gitmek isterim; lütfet...
 
Allah’ın rahmetine istinat ediyoruz, Rahmet-i İlahiye’den ümit ediyoruz ki, bu dünyayı bizim için en güzel şekilde yaratan Allah, ahireti de bize huzur verecek bir mekân olarak lütfeder… Allah’a sığınmak, Rahman ve Rahim sıfatlarına güvenmek, en büyük tesellidir.

 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder