22 Nisan 2014 Salı

MESNEVÎ’YE GÖRE İBADET NEDİR ve NASIL YAPILMALIDIR?


MESNEVÎ’YE GÖRE İBADET NEDİR ve NASIL YAPILMALIDIR?
 
Muhterem H. Nur Artıran Hanımfendi'nin Aşk Bir Davaya Benzer isimli kitabından, "Mesnevî'ye göre ibadet nedir ve nasıl yapılmalıdır?" başlıklı bölümden alıntı

 


 

“Ben cinleri ve insanları Bana ibadet etsinler diye yarattım.”

Zâriyât sûresi, 56

“İbadet, sadece tevhîd etmekten, Allah’ı bilmekten ibarettir.”

Hadis-i şerîf

“İbadet sadece Allahû Ekber demekten ibarettir.”

Hz. Şems-i Tebrizî
 
“Göğsünün içindekini hakiki gönül zanneden kimse, Hakk yolunda bir iki adım attı da her şey oldu bitti zannetti. Aslında tesbih, seccade, sofuluk, günahtan sakınma, bunların hepsi daha yolun başıdır. Hakk yolcusu yanıldı da bunları varılacak son konak zannetti. Hâlbuki bunlar daha Hakk yolunda atılan ilk adımlardır.”

Hz. Mevlânâ

“İbadetleri boş vakit bulma şartına bağlayarak manevi sorumluluklarını zamanında yerine getirmemen, ibadetleri hep ertelemen, nefsinin ahmaklığından başka bir şey değildir. Daha ne zamana kadar kendi kendini kandıracaksın?”

Hz. İbn Ataullah el-İskenderî

 “Ahmak insanlar, insan yapısı olan mescitlere saygı gösterirler de gönül sahiplerinin gönlünü kırmaktan çekinmezler. Ey eşekler! İnsan yapısı olan mescit mecazdır. Gün gelir, yok olur gider. Hakk dostlarının gön­lünden başka, hakiki mescit yoktur.”

Hz. Mevlânâ

Cenâb-ı Allah melekleri yarattı, onlara akıl verdi. Hayvanları yarattı, onlara nefs verdi. İnsanları yarattı, hem akıl hem de nefs verdi. Yani insan akıl, ruh ve neftsen müteşekkil, topraktan yaratılmış bir mahlûktur. Aklımız sayesinde ruhumuzu ve nefsimizi dengede tutmak zorundayız.
Çünkü İslâmiyet’in en önemli temel sütunlarından biri denge ve teslimiyettir. Mesnevî’de, “Kim aklına tâbi olursa melekler­den de yüce olur. Kim nefsine tâbi olursa hayvanlardan da aşağı olur” denmektedir. Bu dengeyi sağlayabilmek de kul olduğumuzun idrak ve şuurunda olmaktan geçer.

 
Zâriyât sûresi, 56: “Ben cinleri ve insanları Bana ibadet etsinler diye yarattım.”

Mesnevî, cilt 3, 2986: “İnsan her işi yapabilir, fakat yaratılışındaki asıl maksat Allah’a kulluk ve ibadet etmektir.”




Bir hadis-i kudsîye göre, Cenâb-ı Allah, “Ben gizli bir hazine idim, bilinmekliğimi murad ettim ve âlemleri yarattım” buyurmuştur.

Zâriyât sûresinde ise, “Ben insanları ve cinleri Bana ibadet etsinler diye yarattım” buyurmuştur. Birbirinden farklı iki yaratılış gayesi var gibi görünse de aslında hadis-i şerîfle ayet birbirini tamamlayan, çok önemli iki dengeye işaret etmektedir.

Muhyiddîn İbn-i Arabî Hazretleri: “Ben gizli bir hazine idim, bilinmekliği murad ettim ve âlemleri yarattım” hadis-i kudsîsi hak­kında şöyle der: “Mahlûkatı yarattım ki bana bir ayna olsun ve o aynada kendi cemâlimi göreyim.” İbn-i Arabî’ye göre, Cenâb-ı Hakk, yarattıklarını bir ayna kabul ederek orada kendini seyretmek istemiştir.
 
Çok doğru olmakla birlikte, böyle bir aynanın da saf, temiz, kirli­liklerden arınmış olması gerekir. Zaten ibadetten gaye de istenilen bu manevi temizliğe ulaşmak, dolayısıyla da mir’ât-ı mücellâ olmak değil midir? Tüm bunlardan dolayıdır ki, Efendimiz(sav) de, “Mümin, müminin aynasıdır” buyurmuştur.


Cenâb-ı Allah’ın, yaratılmışları ibadete ve kulluğa davet emesi, “Çöplükte dolaşma, gül bahçesine gel. Karanlıkta kalma, aydınlığa gel. Hüznü bırak, neşeye gel” demektir. Bu âlemde ulaşılabilecek en büyük huzur, saadet ve esenlik, kul olmanın idraki içerisinde yaşaya­bilmektir. İbadet, kulluğun şiarıdır. Kulluk ise sultanlığın nişanıdır. Bu nedenle de merhamet sahibi Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:


Mesnevî, cilt 5, 4173: “Halkı, Benden faydalansınlar diye yarattım. Ben onlardan faydalanayım diye değil.” İşte insanların yaratılmasın­daki asıl rahmanî amaç ve gaye budur. İbadet ve kulluk çerçevesinde kalan her şey, Cenâb-ı Allah’ın sonsuz güzellikleriyle yaşayabilmek, onlardan sınırsız bir şekilde faydalanabilmektir.


“Allah’a tapmak, kendine tapmaktan vazgeçmektir.” Cehennem nedir? Maddi manevi tüm alametlere göre müthiş yakıcı bir ateştir. Cenâb-ı Allah’ın cemâlinden ayrı kalmaktan daha yakıcı bir ateş olması mümkün mü?



Şems-i Tebrizî Hazretleri, Makâlât, cilt 2, sayfa 14’te


 “İbadet etmek, sadece Allahû Ekber demekten ibarettir” der.

Hz. Mevlânâ ise Divân-ı Kebîr cilt 1, 91’de şöyle diyor: “Sen Allahû Ekber diyorsun; bu bir sözdür, âdettir. Gönülden söyleyiş değildir. Sen O Büyükler Büyüğünün kuluysan, gerçekten Ona inanıyorsan, O büyüklüğe yakışır şekilde hareket et. Mademki Allah büyüktür ve sen buna inanıyorsun, o zaman kendine çeki düzen ver artık.”

 
Peygamber Efendimize(sav) “İbadet nedir?” diye sorduklarında Efendimiz, “Tevhid etmek, Allah’ı bilmektir” buyurmuştur.

 
Zaten Allah’ı bilen, Onun birliğine de inanır. Birliğine inanan da Onu bilir. Bunlar birbirine bağlıdır. Fakat kabul etmek gerekir ki, dil ile “Allah bir” demekle olmuyor. “Kelime-i Tevhid” sözü sadece tev­

 
hidin kelimesi demektir. Bu kelimenin, sesin, sözün gerçeğe dönüşüp sûret bulması gerekmez mi? Dilimizin söylediğini kalbimizin tasdik etmesi nerede? Malum, İslâmiyet’te dilimizin söylediğini gönlümüzün tasdik etmesi gerekir. Fakat bu tasdik etme durumu inanmak değil, inandığını yaşamaktır.

 
Mesnevî, cilt 1, 3009: “Tevhid, Allah’ı bilmek ne demektir? Kendini Vahid’in önünde yok etmektir. Sen ise sıkı sıkıya ‘ben’ ve ‘biz’e yapışmışsın; bu, Allah’ın birliğine nasıl inanmaktır?”

 
Şems-i Tebrizî Hazretleri ise şöyle diyor: “Sen Lâ İlâhe İllallah diyorsun. Onun birliğinden şüphe yok. Fakat şimdi doğruyu söyle, O bir de, sen kaç kişisin?”

 
Mesnevî, cilt 2, 315: “Ey şaşı! Bir olan Allah’a ikidir, üçtür yahut daha ziyadedir diyen, sözümü can kulağıyla dinle, gözüne kulak yoluyla bir ilaç çek. Eğer sen, Allah’ın birliğine inanıyorsan, Onun kazasına rıza göster. Çevgân önünde top gibi ol.”



 Sultan Veled, Maarif, 5: “Sen ibadet deyince namaz kılmayı, oruç tutmayı, hacca gitmeyi ve geceleri sabahlara kadar uyumayarak ağlayıp inlemeyi, perhiz etmeyi düşünüyorsun. Hâlbuki bunların hiçbiri ibadet değildir. Bunlar ancak ibadet etmenin sebepleridir.

 
Bu ibadetleri yaptığın zaman sende bir etkisinin olması, bir şeylerin değişmesi lazımdır. İşte bu değişiklik olursa o zaman ibadet etmiş olursun. Kur’ân’da, ‘namaz seni günahtan, suç işlemekten, kötülükten, noksan ve kusurlardan, isyandan, hiddet ve öfkeden korur, temizler’ diye buyrulmuştur. İşte bunları yapmış olman, bu kötü huylardan temizlenmiş bulunman senin ibadetindir.

 
Mesnevî, cilt 4, 1757: “Sen çeşitli ibadetleri yaptığını söylüyor­sun; hâlbuki mal mülk bağışlamanın yüzlerce belirtisi olur. Yapılan iyi işlerin yüzlerce görüntüsü göze çarpar. Mal bağışlamakla, ihtiyacı olanlara vermekle görünüşte elden bir şeyler çıkar gider ama verenin gönlüne onun yerine yüzlerce manevi hayat gelir. Allah’ın yarattığı yeryüzüne sağlam, güzel tohum ekilsin de o yeşerip bitmesin; buna imkân var mı? Ey ekşi suratlı, gönlüm temiz diyen kişi, nerede senin gönül temizliğinin belirtisi? Nerede yaptığın ibadetlerin alameti?”

 
Mesnevî, cilt 2, 943: “O ölümsüz ruhu elde etmenin şartı, yal­nız bu dünyada iyiliklerde bulunmak değil, yapılan o iyilikleri alıp Hakk’ın huzuruna götürmektir.

 
Senin insanlıktan mı bir cevherin var, yoksa eşek olduğun için hayvanî bir ruha mı sahipsin?

 
Bunu isbat edebilmek için ölünce yaptığın ibadetleri nasıl alıp da Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna götüreceksin? Şeklen kıldığın namazı, tuttuğun orucu nasıl Allah’a götürüp arz edeceksin?

 
Kılınan namazları, tutulan oruçları dünyadan alıp ahirete götür­mek mümkün değildir. Fakat kılınan namazlar, tutulan oruçlar, yapı­lan ibadetler ruhtaki hastalıkları, kötü huyları giderir.

 
Namazın, orucun, yaptığın iyilikler, ibadetlerin feyz eseri olarak ruhunu manevi hastalıklardan arındırır. Perhiz eden hastanın iyileş­mesi gibi, kötülüklerin iyiliğe döner. Yapılan ibadetler başka şekle bürünür, başka renge boyanır. İşte Hakk’a götürülecek olan da o başka şekle bürünen hâllerin, başka renge boyanan renklerindir.

 
Mahşer vaktinde her sûretin kendine layık, ayrı bir şekli vardır.

 
Eğer geçici davranışlarımız farklı bir şekle bürünerek tekrar var olup karşımıza çıkmasaydı, işin aslı olmazdı. Her şey boş ve mânâsız olurdu.”

 
Hz. Mevlânâ, “İnsanın yarısı eşek, yarısı da eşref-i mahlûkattır” der. Anlaşıldığı üzere yaptığımız ibadetler neticesinde zikredilen bir hâlden bir hâle geçmek, nefsani olan eşek tarafımızı değil, eşref-i mahlukat olan insani tarafımızı ön plana çıkarmaktır. Bunu başara­madığımız sürece ibadetlerimiz çürük, içi boş bir tohum olmaktan öteye gezmez. İbadetten maksat, fenadan bekaya göç etmektir. Yani ölmezden evvel ölmektir.

 
“Canı canan dilemiş vermemek olmaz ey dîl

Ne nîza eyleyelim ol ne senindir ne benim”

Fuzûlî

 
“Âşık oldur kim kılar canın fedâ cânânına

 Meyl-i cânân etmesin, her kim ki kıymaz cânına

 Cânını cânâna vermektir, kemâli âşıkın

Vermeyen cân, itirâf etmek gerek noksânına”

 Fuzûlî



Hikem-i Atâiyye, 93, 125: “Cenâb-ı Allah’ın seni ibadet yapmaya layık görmesi, aslında Onun sana armağanı olarak yeter. Amel ve taatlerin karşılığında bir bedel, bir karşılık istendiği takdirde senden de sadakat ve doğruluk istenir. Yapmış olduğun taat ve ibadetin kabul edilmesi sana mükâfat olarak yetmez mi?”

 
Hikem-i Atâiyye, 251: “Yapmış olduğun bir amel ve ibadete nasıl karşılık isteyebilirsin ki! Zaten onu sana Cenâb-ı Hakk tasadduk (hediye) olarak vermiştir. Sadaka ve ihlasla nasıl mükafat bekleyebi­lirsin ki onu sana hediye olarak yine O vermiştir.”

 
Yunus Emre gibi, “Cennet Cennet dedikleri / Birkaç köşkle birkaç huri / İsteyene ver anları / Bana Seni gerek Seni” demenin dışında kalan her şeyin, tümüyle terk-i edeb olduğu çok açık bir gerçek. Bir şey umarak veya bir şeyden korkarak yaptığımız herhangi bir işten zahirde bile hayır gelemez. Bu tür hizmetlerin kul yanında bile kadr ü kıymeti olmazken, Cenâb-ı Hakk’ın yanında nasıl bir değeri olsun ki?

 
Şems-i Tebrizî, Makâlât, cilt 2, 61: “Hz. Peygamberimiz(sav) şöyle buyurmuştur, ‘Bir kimse kırk sabah Cenâb-ı Allah’a can ve gönülden kulluk ederse, onun kalbinden diline doğru hikmet pınarları akmaya başlar.’


Muhterem H. Nur Artıran Hanımfendi'nin Aşk Bir Davaya Benzer isimli kitabından, "Mesnevî'ye göre ibadet nedir ve nasıl yapılmalıdır?" başlıklı bölümden alıntı



 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder