26 Mart 2018 Pazartesi

AMMÂR B. YÂSİR-2

AMMÂR B. YÂSİR-2

Hz. Osman devrinde, karışıklıklar başladığı zaman; müminlerin emiri Hz. Osman (r.a.) bunun sebebini öğrenmek için belli başlı bölgelere en güvenilir sahabîleri teftişle görevlendirdi. Bu arada Hz. Ammâr'ı da Mısır'a gönderdi. Hz. Ammâr, Mısır'da olup bitenleri araştırıp, inceleyerek sonucu Halife'ye bildirecekti. Basra, Kûfe, Şam gibi önemli merkezlere gönderilenler, vazifelerini yerine getirerek sevindirici haberlerle döndükleri hâlde Hz. Ammâr, çok gecikti. Hatta Medine'de onun akıbeti hakkında endişeler bile belirmişti. Nihayet Mısır valisi Abdullah b. Ebi's-Serh, yazdığı mektupta Halîfeye durumunu bildirdi. Vali mektubunda şöyle diyordu: "Ammâr b. Yâsir'i, Mısır'da bir grup kendisine çekerek, etrafında toplandı."

Cemel olayından sonra Hz. Ali, Muaviye'ye karşı hareket edince iki taraf Sıffîn mevkiinde buluştular. Hz. Ammâr, Halife Hz. Ali'nin ordusunda yer aldı. Bu savaşta en çok gayret gösteren ve canla başla çarpışan Hz. Ammâr idi. Amr b. el-Âs, Muâviye ordusundaydı. Muharebenin en şiddetli anında Ammâr, ilerleye ilerleye Amr b. el-Âs'ın yanına varmış ve aralarında şöyle bir konuşma olmuştu:

Ammâr:
-"Amr! Mısır valiliğini ele geçirmek karşılığında dinini sattın!" Amr:

"-Hayır, öyle bir şey yok, fakat ben, Hz. Osman'ın katillerine kısas uygulanmasını istiyorum demişti."

"-Ben seni nasıl tanıyorsam, senin hakkında öylece şehadet ederim. Sen Allah için böyle bir şey yapmazsın. Belki bugün ölmezsen, yarın öleceksin. Herkese niyetine göre hakkı verildiği zaman sana ne verileceğini düşün. Sen, bugün İslâm devletinin bayrağını taşıyan adama karşı, Resulullah'ın hayatında da üç defa savaşa katıldın. Bu da dördüncüsüdür. Senin bu seferki hareketin daha öncekilerden daha iyi ve doğru değildir!..." (İbn Sa'd, Tabakât, III, 259).

Bilindiği gibi Amr b. el-Âs, Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarında müşrik ordusu saflarındaydı. Kendisi Hendek muharebesinden sonra müslüman olmuştu. İşte Hz. Ammâr, ona bunu ima etmek istiyordu. Sıffin günlerinin birinde, güneş batmak üzereydi ve savaş bütün şiddetiyle devam ediyordu. İftar zamanı geldi ve oruçlu olan Ammâr çevresindekilere: "Bana bu dünyadaki son rızkımı veriniz!.." diye seslendi. Ona bir miktar süt getirdiler. Ammâr sütü içtikten sonra: "Bugün dostlara kavuşacağım, Muhammedi'me, arkadaşlarına varacağım," dedi. Bir gün Hz. Peygamber (s.a.s.) ona: "Ammâr, senin dünyada son rızkın süt olacaktır." demişti. İşte bu gün Ammâr, onu hatırladı. Olanca gücüyle Muâviye tarafına saldırdı. Bu sırada İbn-i Câdiye adında biri onu yaralayarak yere düşürdü ve Ammâr şehit oldu. Ammâr'ın şehit olması üzerine ortalık karıştı. Herkes ne yapacağını şaşırdı. Zaten akşam olduğundan savaş da durmuştu (İbnü'l Esîr, Üsdü'l-Ğâbe, III, 134).

Hz. Ali tarafında bulunan Abdurrahman es-Sülemî, Ammâr'ın şehit olduğu akşam Muâviye'nin ordugâhına gitti. Zaten, akşamları savaş bittikten sonra iki tarafın adamları birbirleriyle konuşmayı alışkanlık hâline getirmişlerdi. Muâviye, Amr b. el-Âs, Ebu'l-Aver ve Abdullah b. Amr b. El-Âs, oturmuş konuşuyorlardı. Amr b. el-Âs'ın oğlu Abdullah babasına: "Ammâr'ı niçin öldürdünüz? Resulullah'ın onun hakkında ne dediğini bilmiyor musunuz?" dedi. Amr b. el-Âs: "Ne buyurdu?" diye sordu. Abdullah'da şu açıklamayı yaptı: Medine Mescidi inşa olunurken, en çok çalışan Ammâr'dı. Herkes bir taş taşırken o, iki taş taşıyordu. Resulullah Ammâr'ı okşamış ve yüzündeki tozları silerken şöyle buyurmuştu: 'Sümeyye'nin oğlu, herkes birer taş taşırken, sen fazla ecir kazanmak için ikişer taşıyorsun. Bununla beraber seni, azgın bir topluluk katledecektir!. Oğlunun bu sözlerini duyan Amr şaşkına dönmüştü. Muâviye araya girerek durumu kurtardı: "Ammâr'ı biz öldürmedik, onu buraya getiren ve herkesi çadırından evinden çıkartıp, buraya yollayanlar öldürdü!." Böylece Muâviye, kendini de teselli etmek istemiştir (İbn Sa'd, Tabakât, III, 252; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil fi't-Tarih, III, 311; İbn Hacer, el-İsâbe, II, 513).

Hz. Ali, Ammâr'ın şehit olduğunu öğrenince çok üzüldü: "Allah, Ammâr'a rahmet eylesin. O. Resulullah'ın etrafında dört-beş kişi varken müslüman oldu. O da, anne ve babası da Allah'ın mağfiretine mazhar olacaklardır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.), Ammâr ailesini Allah'ın mağfiretiyle müjdelemişti." dedi. Sonra şunları ekledi: 'Ammâr'ın katili elbette Cehennem'liktir." Bundan sonra Ammâr, teçhiz ve tekfin edilerek Kûfe mezarlığına defnolundu. Şehit olduğu zaman doksanbir yaşında idi.

Hz. Ammâr, üstün ahlâka sahipti. Hayatta hiçbir debdebe ve sefâhate boyun eğmemişti. Zühd ve takva sahibiydi. Fitne ve fesattan sakınmakla beraber, onun elinde olmayarak bu olaylara karışması, uğradığı ilâhî bir imtihandı. Son derece sade yaşayan mütevâzî bir zattı. Toprak üzerinde yatmayı, en rahat döşekte yatmaya tercih ederdi.

Hz. Ammâr, Hz. Ali'nin en hararetli taraftarıydı ve onun bütün muharebelerine iştirak etmişti. Kendisine bu davranışının mahiyeti sorulduğunda, davasının müdafaasını yapmayarak sadece hakikati söylemişti. Ubad, Ammâr'a şunu sormuştu:

-Ey Ebâ Yakazan! Sizin bu hareketiniz kendi görüş ve içtihadınızın meyvesi midir? Yoksa size Resulullah'ın bu konuda bir vasiyeti mi vardır?

Ammâr, şu dürüst cevabı vermişti:
-Resulullah, herkese ne vasiyette bulunduysa bize de aynısını vasiyet etti. Şimdiki davranışımız kendi ictihadımızdır (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 263).

Ammâr bu cevabı vererek, gerek kendisinin bir tarafa katılarak o tarafın davasına hizmet etmekte ve gerekse Hz. Ali'nin siyasi hasım tanıdığı taraflara karşı harb şıkkını seçmekte, sadece ve sadece kendi görüş ve ictihadlarına uyduğunu göstermiştir. Gerçek olan bir husus vardır ki, o da Hz. Ali ve Hz. Ammâr'ın kanaatlarında, görüş ve ictihadlarında samimi oldukları ve İslâm devletinin varlığını korumağa gayret ettikleridir. Her ikisi de tuttukları yolun doğruluğuna kani idiler ve bu yolda sebatla yürüyorlardı. Hz. Ammâr, tercihinin doğru olduğuna inanmasaydı, o yolda bir adım bile atmazdı. İslâm devletinin menfaatini Hz. Ali'ye iltihakta gördü; yaşının ilerlemiş olmasına rağmen, ona arka çıkmaktan geri kalmayıp, nihayet savaş alanında can verecek derecede fedakârlık ve sebat gösterdi.

Daha önce Hz. Ammâr'ın akîdesi uğrunda müşriklerden gördüğü işkencelere nasıl göğüs gerdiğini ve gözleri önünde annesiyle babasının müşrikler tarafından nasıl şehit edildiklerini kaydetmiştik. Ammâr, bu derin ve samimi imanını, İslâmî farzları ifa ile ve gece-gündüz ibadet ve taatla çalışarak takviye ederdi. İbn Abbâs şöyle der: "Şu ayet-i kerîme Ammâr hakkında nazil olmuştur: "O ki, gecelerini sücûd ve kıyam ile geçirerek ahiretten korkar ve Allah'ın rahmetini ümit eder." (ez-Zümer, 39/9).

Gerçekten Hz. Ammâr, daima huzur ve huşu' içinde yaşayan, namazlarında bu halden zerre kadar ayrılmayan bir sahabî idi.

Ebu Vâil şöyle anlatır. Hz. Ammâr, bir gün bize son derece veciz ve beliğ bir konuşma yaptı. Sonra minberden indi. Ona: "Ya Ebâ Yakazan! Çok beliğ ve veciz söyledin, biraz daha uzatsaydın olmaz mıydı?" diye sorduğumuzda şu cevabı verdi: "Resulullah'ın şu sözleri söylediğini duydum: "Bir adamın namazında uzunluk, hutbesinde kısalık, onun fıkıhtaki âlimliğini gösterir. Onun için namazı uzatınız, hutbeleri kısaltınız. Beyanda cezbedici bir özellik vardır. " (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 264).

Hz. Ammâr; hiç bir namazını kazaya bırakmazdı.O, bir zamanlar su bulunmayan bir yerde gusûle ihtiyaç duydu, bir hayvanın yerde sürünmesi gibi topraklarda sürünüp teyemmüm ederek namazını eda etti Hz. Ammâr, daha sonra bu durumu Resulullah'a anlatınca o da, Ammâr'a teyemmümü öğretti.

Ammâr Kûfe'deki valiliği sırasında cuma namazında Yâsin Suresi'ni okurdu. Bilhassa hutbelerinde son derece kısa, veciz ve beliğ sözlerle yetinir ve böylece Resulullah'ın sünnetine uyardı.

Ammâr b. Yâsir uzun boylu, beyaz tenli, gayet yakışıklıydı. İslâm'ın yücelmesi, yeryüzünde hakim olması için büyük gayretler gösteren bu sahabi, İslâm devletinin varlığına gölge düşmesin ve İslâm toplumunun vahdeti zedelenmesin diye katıldığı Sıffîn olayında şehit olmakla, kendisinden sonraki nesle örnek olmuştur.

Ahmed AĞIRAKÇA

BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:


-- 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder