30 Ekim 2013 Çarşamba

Kusur yüze vurulmalı mı, yoksa sahabe gibi çare bulunmalı mı?


AİLE-SAĞLIK Yazarlar Ahmed Şahin

Kusur yüze vurulmalı mı, yoksa sahabe gibi çare bulunmalı mı?

 
 
Bir ayıp ve kusura maruz kalanın başvuracağı ilk çare, o kusur ve günahının altında ezilmek, derin pişmanlık duyarak bir daha böyle bir yanlışa düşmeme azminde ve kararında olmaktır.
 
Böyle kimsenin dostlarına, yakınlarına düşen de onun hata ve kusurunu yüzüne vurmamak, anlayış ve hoşgörü ile bakarak dostluğu devam ettirmektir.
 
 
Zaten işlediği günah ve hatasından dolayı vicdan azabı çekip derin pişmanlık duyan kimse, Allah’ın affedip bağışlamasına layık olan kimse demektir.
 
 
Böyle İlahi affa layık kimselerin hatasını yüzüne vurup ilan etmek ise insani de İslami de değildir. Çünkü Rabb’imiz, derin mahcubiyet duyan bu kimsenin tövbesini kabul edip bağışlayabilir. Kullar ise bu affı bilmediklerinden ilan edilmiş günahın kullar arasındaki menfi tesiri devam eder.
 
Rabb’imiz affettiği halde kullar affetmemiş olurlar. Vebal söz konusu olur Allah’ın affettiği yanlışları kulların affetmeyişlerinden dolayı. Bu ihtimalden dolayı hatalar ilan edilip de yüze vurulmamalıdır.
 
 
Bugün, maruz kaldığı bir hatayı yüzüne vurmama konusunda sahabe gibi büyüklerden iki önemli örnek arz etmek istiyorum sizlere. Bakalım bir ayıbı ilan edip de yüzüne vurmamak için sahabe nasıl bir çare buluyor, Halife Hazreti Ömer de, bu çareyi nasıl bir takdirle karşılayıp bizlere ayıp örtme örneği veriyor görelim.
 
 
Medine’de bir sahabe topluluğu içinde çölden gelen bir bedevi de oturmaktadır. Ne var ki, bedevinin karnında bir gaz sıkışması vardır. Bu sebeple bir ara karnında sıkışan bu gazı tutamaz, topluluğun içinde sesli şekilde dışarı çıkarmaktan da kurtulamaz. Tabii bu çirkin sesi duyanlarda bir şaşkınlık olur. Ama kimse kimseye şüpheyle bakma görüntüsü vermez.
 
 
Bu sırada bir ses yükselir:
 
 
- Karnından yel çıkaran kim ise gitsin, abdestini tazeleyip gelsin!
 
 
Kimse kalkıp da abdestini tazelemeye gitmez. Çünkü kalkan kimse, utandırıcı fiilin sahibi kendi olduğunu ilan etmiş olacak. Bu utandırıcı duruma ise kimse sahip çıkmak istemez.
 
 
Cemaatin içinde Yemenli kabile reisi meşhur Cerir de vardır. Cerir, hemen atılır:
 
 
- Ya Emir el Müminin der, hepimiz kalkıp abdestimizi tazelesek ne olur?
 
 
Hazreti Ömer’in cevabı anında gelir:
 
 
- Ne olacak, nur’un âlâ nur olur. Abdest üstüne abdest almak, nur üstüne nur almak demektir!
Bunun üzerine hep birlikte çıkıp abdest alırlar. Kimseyi töhmet altında bırakmadan da gelip sohbetlerine devam ederler.
 
 
Bulunan bu tedbiri pek beğenen Halife Hazreti Ömer ise hep müşkül halletmesiyle bilinen Cerir’e şöyle der:
 
 
- Ya Cerir! Sen eskiden de böyle arif insan idin, şimdi de yine öyle arif insan işi yaptın. Ne güzel mesele hallediyor, ne güzel çareler buluyorsun. Kimseyi incitmeden, utandırmadan hallettin zor bir meseleyi.
 
 
Hazreti Ömer’in takdir ettiği durum, bir hatayı yüze vurmadan çare bulma durumudur.
 
 
Demek bu olay bizlere de örnektir. Dostlarımızın, muhataplarımızın, belki de günün birinde bizzat kendimizin maruz kalabileceğimiz hataları, günahları yüzümüze vurmamak gerekmektedir. Ta ki, yüzümüzdeki o utanma perdesi yırtılmasın, dostlarımızın arasında bulunma imkânı elimizden alınmasın, köşe bucak kaçma durumunda kalınmasın.
 
 
İşte büyük veli Hatem-i Asam’ın 237’de Belh’te verdiği bir ayıp örtme örneği de sahabenin verdiği bu özel ve güzel örnekten sonra yaşanmıştır.
 
 
Huzurunda karnındaki yeli tutamayıp da kaçıran adamın utandığını anlayan şarkın büyük velisi:
 
 
- Evlad der, yaşlandığımdan kulağım ağır duyuyor, sesini yükselterek konuş benimle.
 
 
Utancından kıpkırmızı kesilen ziyaretçi ise bu defa, kusurunun işitilmediğini düşünerek rahat bir nefes alır.
 
 
Ne var ki, bu işitmeme örneğinden sonra Hatem’e, kusurları işitmeyen sağır Hatem manasına gelen “Hatem-i Asam” ismi verilir, tarih boyunca hep “Hatem-i Asam” diye yâd edilir Belh’in büyük velisi.
 
 
Bilmem bu örnekler bizlere kusuru yüze vurmama konusunda bir şeyler ifade etmiş oluyor mu?
 
 
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder