30 Ocak 2016 Cumartesi

Hekimoğlu İsmail - Dünya bir misafirhane gibidir…

Hekimoğlu İsmail - Dünya bir misafirhane gibidir…


Hekimoğlu İsmail
AİLE-SAĞLIK

Dünya bir misafirhane gibidir…


Nasıl ki her nehir kendi yatağını kendi çizer; taşlık bölgeye gelir çağlayan olur, kumsal bölgeye gelir erir, dik yamaçta şelale olur, halden hale girer, yoluna devam eder. İnsan da öyle. Çocukluktan gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder.

Allah, dünyayı ve içindeki bütün nimetleri insanlar için yaratmıştır. İnsan da İslamiyet'i yaşamak için dünyaya gönderilmiştir. Ahiret inancı, insana Allah'tan başkasına çok bağlanmamayı, onları çok sevmemeyi öğretir. Çünkü ölüm var, ayrılık var, hiçbir şey bâki değil. Amma insan bu dünyaya imtihan için gönderildiğini, bu dünyanın gelip geçici olduğunu bildiği halde kendisini dünyaya kaptırıverir; nefsi, menfaati, makamı ve çevresi ona bu vazifeyi unutturabilir.

Sohbetlerde, derslerde, yazılarda büyük hedefler gösteriliyor; Allah rızası, ebedi saadet, Peygamberimiz (sas)'in şefaati, hizmet vesaire… Fiili hayatta hedefler küçülüyor; ev, mobilya, halı, koltuk, araba, çocukların çeyizi… Sonra da diyor ki: “Ben, cennete gitmek istiyorum.” Pekâlâ, ne güzel. Gidiyor iki yüz bin lira verip eşya alıyor, yirmi lira da sadaka veriyor. Niye? Eşyadan sadakaya para kalmadı. Hâlbuki cennet ucuz değil!

Dünya nasıl geçici ise içinde bulunan bütün canlılar da geçicidir, ölümlüdür. Nereden gelip nereye gittiğini bilen insan, dünyayı yolculuğun kısa bir molası olarak görür. İmam Şâfî Hazretleri'nin buyurduğu gibi: Bizler, dünyaya imtihan için gelen, âhiret yolcularıyız. “Kervanların, yolculuk esnâsında ev inşâ etmeleri akıl kârı değildir!” Yola çıkan insan yol üzerinde ev yapmaz; göç eden kimse de eşyasını evde bırakmaz. Sen misafirsin, bu dünya sana bir misafirhanedir; misafirhanede çok fazla şey aranmaz.

Nitekim Peygamberimiz (sas) de, üzerinde uyuduğu hurma yaprağından örülmüş hasırın vücudunda izler bıraktığını görenler, hasırın üzerine yumuşak bir şeyler sermeyi teklif ettiğinde Peygamberimiz (sas): “Benim dünya ile ne alâkam olabilir ki! Benim dünyadaki hâlim, bir ağacın altında gölgelenip azıcık dinlendikten sonra yoluna devam eden bir yolcunun hâline benzer.” buyurmuştur.

Mademki insan yolcudur, bizi dünyaya getiren bizi ahirete götürüyor. Öyleyse biz bu dünyaya mal biriktirmek için gelmedik! Her yolcunun çantası vardır, çantadaki eşyalar yolcuyla mütenasiptir. Ahirete giden yolcunun çantasında sevaplar çoksa götürdüğü bu hediyeye karşılık ona saadet-i ebediye verilir.

Yıllarca memuriyet yaptım, hiçbir tayinden şikâyet etmedim. Tayinim çıkınca eşyaları bagaj yapar, ambara verirdim. Ben de otobüsle gideceğim yere giderdim. Evimi taşımak kolay olurdu yani. Her tayinde bize yol masrafı verilir. Yol masrafından da param artardı. Memur arkadaşlar derlerdi ki “Tayin olmak yıkılmaktır.” Ben de derdim ki: “Tayin olmak para kazanmaktır.” Kıtalar arası seyahat ettiğimde de çantamı alıp gittim; çantamda kitap, kalem, defter vardı. Gittiğim yerde acele etmeden yavaş yavaş imkân ölçüsünde lüzumlu şeyleri aldım. Zaten 5. Şua'da diyor ki: “Deccal, israfı teşvik eder. Onun tuzağına düşenler maddeten ve manen kötü durumlara düşer.”

Diğer yandan rahat yaşamak, meşguliyet ister. Hâlbuki ömür kısa; cennete gitmek için tek sermaye, kalan ömrümüz. Yaşımla beraber diplomalarım, sanatım geçip gitti. Elimde sadece Allah'a iman kaldı. Öyleyse fani şeyleri bakiye tebdil etmenin yolu; Allah için işlemek, Allah için görüşmek, Allah için çalışmak, O'nun razı olduğu istikamette bir hayat yaşamaktır.

Netice olarak dünyâ, bir misafirhâne yani bir han gibidir.

Bediüzzaman'ın ağzıyla soralım: İdama mahkûm biri, zindanın süslenmesinden nasıl zevk alabilir?
 
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder