31 Temmuz 2016 Pazar

İBADET

İBADET      
 
‘İbadet’, Allah (c.c.)’a gönülden isteyerek yönelmek, kulluk etmek, tapmak, boyun eğmek ve itaat etmek demektir. Türkçemizde kullanılan ‘kulluk etmek’ deyimi tam olarak bu kelimenin anlamını karşılamaktadır.
 
İslâm’ın i’tikat’tan sonra genel esaslarının ikincisini ‘ibadet’ oluşturur.
 
İbadet, yaratıcı kudret karşısında boyun bükmenin zirvesi ve O’na olan sevginin sonucu ve göstergesi olarak değerlendirilmiş ve sırf Allah (c.c.) için, Alalah’ın rızâsı için yapılması ve yalnızca O’na tahsis edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Gerçekten de yaratan, yaşatan ve öldüren Allah (c.c.)’tan başka, ibadete lâyık olan bir varlık yoktur. Hesap gününde muhatap olunacak olan 'Neye taptınız?’ ve ‘Ne için ibadet ettiniz?’ sorusunu insan daima hatırında tutmalı ve bu dünyada iken ‘Allah (c.c.)’a tapıyorum ve ibadeti Allah için yapıyorum’ diyebilmeli, bunu gönlünde hissedebilmelidir.
      
Din duygusu gibi, belki de onun doğal bir gereği olarak ibadet ihtiyacı da insan  doğasında vardır. İnsanlık tarihi boyunca çeşitli dinler, insanın bu doğal duygu ve ihtiyacını gerçekleştireceği değişik biçim ve şekiller öngörmüşlerdir. Bu ibadet formları, dinin ritüelini yani ibadet ve âyin şekillerini oluşturur. Dinlerin öngördüğü ibadet biçimleri, zaten doğal olarak insanın yapısında var olan ibadet duygu ve ihtiyacının belli form ve biçimlere yönlendirilmesi ve o yolla sergilenmesi şeklinde anlaşılınca; ibadetin esasen dinin bir emri olmasından önce, fıtratın gereği olduğu, dolayısıyla da konu dinler açısından ele alındığında ibadet şekillerinin önem kazandığı
söylenebilir.
 
Kur’an-ı Kerim’de ibadete ilişkin emirler, şekil ve biçim olarak ibadete yönelik olmayıp, büyük ölçüde ibadetin ne demek olduğuna, ibadetin kime yapılacağına ve nasıl yapılacağına yöneliktir. Hz. Peygamber (s.a.v.) de söz ve fiilleriyle, Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçen ve ana çatısı oluşturulan ibadetlerin ayrıntılı bir şekilde biçimlemesini yapmıştır.
 
Doğallığı ve fıtrî oluşu noktasından bakıldığında, ibadet için ferdin ihtiyacı ve eğitimi dışında bir amaç aramaya gerek bulunmamakla beraber, bireysel ve toplumsal motivasyon sağlamak, bireye moral dayanıklılık kazandırmak ve bazı sosyal yararlar elde etmek amacıyla ona birtakım hikmetler ve faydalar yüklenebilir.
 
İbadetlerin sırf Allah (c.c.)’ın emri olduğu için yerine getirilmesi gerektiği ve emir varken de hikmet aramaya gerek bulunmadığı düşüncesinde olan ve bu sebeple de ibadet için bir amaç ve yarar aramaya gerek olmadığını söyleyen bilginler bulunmakla birlikte, bilginlerin çoğu, insanlar tarafından bilinsin bilinmesin her emrin mutlaka bir hikmet ve maslahatı bulunacağını söylemişlerdir. Bu bakımdan emre muhatap olan kişinin, o emri yerine getirirken ondaki maslahat ve yararları, ne gibi amaçlar gözetilmiş olabileceğini düşünmesi ve ondaki hikmetleri anlamaya çalışması insanı farklı bir şuura ve farklı bir boyuta taşıyabilir.
 
İbadetin amacı üzerinde düşünürken onu bir tek boyuta indirgemek uygun değildir. Bu hem ibadetin mahiyeti hem de bu ibadeti yerine getirenlerin bulundukları mertebe ve seviye bakımından doğru değildir. Çünkü bir seviyedeki insan için ibadetin amacının, sadece imtihan ve deneme olması uygunken, başka  bir seviye için ibadetin amacı nefsin terbiye edilmesi ve disiplin altına alınması yoluyla insanın yükselmesi olabilmektedir. Belki daha üst bir seviye için ise Allah’a ibadet, bütün bu amaçların üstünde ve ötesinde gönüller için üstün bir haz, bir zevk ve bir nimet, ruhlar için vuslat; kısaca insanın mutluluğu olacaktır. Örneğin, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “Benim
mutluluğum namazdadır” hadisi, namazın öneminin yanı sıra, Resûlullah (s.a.v.)’ın namaza yüklediği anlamı da göstermektedir. Çünkü ibadeti en üst düzey duygu yoğunluğunda yapan Hz. Peygamber (s.a.v.) için namaz, yüce Yaratıcı ile bir buluşma ve O’nun huzurunda yalvarış ve yakarış haline dönüşmektedir.
 
İbadetlere ilişkin hükümler, tabiatları icabı değişmeye pek açık olmadıkları için, öteden beri genel kabul gören ibadet uygulamalarını, ‘çağa uydurma ve kolaylaştırma’ adıyla değiştirmeye çalışmak, fayda yerine zarar vermekte ve insanların dine bağlılıklarını ve samimiyetlerini zedelemekte ve sarsmaktadır. İbadetler, her ne kadar bizzat amaç olmayıp öz itibariyle yüksek amaçlara basamak niteliğinde ise de, dine bağlılığın ve bir anlamda dindarlığın dışa yansıyan bir göstergesi konumundadır. Bu bakımdan sosyo-ekonomik yönü bulunan zekât bir tarafa bırakılacak olursa namaz, oruç ve hac gibi ibadetlerde biçim ve şekli ikinci  plana iterek, on dört asırdan beri
süzüle süzüle gelen genel kabulün dışına çıkmak bir çok bakımdan sakıncalıdır. (1)
--------------------------------
(1) İlmihal, TDV Heyet, İstanbul.
 
 
KAYNAK: http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=780
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder