14 Nisan 2017 Cuma

MÜSAMAHA

MÜSAMAHA


‘Müsamaha’, farklı görüş ve davranışları tahammülle karşılama, önemli olmayan hata ve kusurları hoş görme ve bağışlama demektir.

Bizden olmayan veya bizim gibi olmayan başkalarına karşı güçlük çıkarmama, onlara müdahele ve baskıda bulunmama ve onların ufak farklılık ve kusurlarını görmezden gelme demektir. Bir ahlak kavramı olarak hem bireysel ve hem de toplumsal düzeyde önem verilmesi gereken bir tutumdur.

Kur’an-ı Kerim’de buyuruluyor:

“Allah’ın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, (onlar) çevrenden dağılır, giderlerdi. Öyleyse onlar(ın kusurları)dan geç, onlar için mağfiret dile, (yapacağın) iş(ler hakkın)da onlara danış, karar verince de Allah’a dayan; çünkü Allah kendisine tevekkül edenleri sever.”  [1]

İnsanlar ve toplumlar arasında din ve kültür farklılıkları bir gerçektir. Bunları yok saymak veya yokmuş gibi davranmak zaten mümkün değildir. Bu yüzden başkalarıyla bir şekilde ilişki ve iletişim kurma gereği her zaman vardır. En azından her müslüman için bir yükümlülük olan dinin tebliği ile ‘emrü bi’l, ma’ruf ven-nehyü ani’l münker’ görevini yerine getirebilmek bakımından buna ihtiyaç bulunduğu açıktır. Bu ise müsamahayı (yani hoşgörüyü) gerektirir. İnsanların hidayete ulaşmalarının her zaman mümkün olabileceği düşünülerek (bu ihtimali hep saklı tutan bir anlayışla) onlara karşı geniş davranmayı benimsemek en uygun davranıştır. İletişime açık olmak veya diyalog imkânını kullanabilmek, geniş ölçüde müsamaha ile mümkündür.

Rasûlullah (s.a.v.)’ın sünneti bu hususta izlenecek yolu gösteren zengin örneklerle doludur. O, insanların yararına olabilecek hiç bir konuda katı davranmamış ve müsamahayı tercih etmiştir. Örneğin, Medine’de kendisi ile görüşmeye gelen altmış kişilik Necranlı Hıristiyan heyetini ağırlarken, bir öğleden sonraya rastlayan kabulünde, ziyaretçilerin Hıristiyan geleneğine göre ibadet etmek istemeleri üzerine, bir süre dışarı çıkıp Mescidi tamamen onlara bırakmıştı. Şüphesiz bunda, kişisel müsamahanın ötesinde, Hıristiyanlara, özgün ibadetleri için hak tanınması mahiyetinde hukuki anlamda ve kurumsal bir yaklaşım söz konusu idi. Böylece aynı zamanda İslâm’ın yönetim anlayışı ve tutumu da ortaya konulmuş oluyordu.

 

“Şimdi sen güzel bir hoşgörü ile hareket et.” [2]

 

“Onları affet, hoşgör, Allah güzel davrananları sever.” [3]

 

Peygamber (s.a.v.)’in merhametini, şefkatini, kibarlık ve zerafetini özetleyen yukarıdaki ayetler ve fiilî sünnet, kabalık ve katılığın insanda davete karşı tepki ve ürkme uyandıracağını, insanları çekme yerine iteceğini belirtmekte; insanların hatadan tamamen uzak olamayacaklarına işaret ederek kusuru olanları affetmesini; inananlara hoşgörülü davranmasını Elçi’ye emretmektedir. Hakk’a çağrı görevini üslenenlerin, Hz. Muhammed (s.a.v.)’i örnek alarak her zaman yumuşak huylu, hoşgörülü olmaları, kabalık ve katılıktan kaçınmaları gerekir.

Enes İbn Malik, Peygamber (s.a.v.)’e on yıl hizmet ettiğini, O’nun, kendisine hiç ‘öf’ demediğini, kendisini azarlamadığını, yaptığı hatalı bir işten dolayı kızıp da ‘Niçin böyle yapın’ veya yapmadığı bir işten dolayı de ‘Niçin yapmadın’ demediğini söylemiştir.

Günümüzde Allah (c.c.)’ın dini, cahil veya kötü niyetli odaklarca ısrarla, aslı olmayan sevimsiz bir imajla gölgelenmek istenmektedir. Müslümanlık: birçok çevrede, şu veya bu şekilde: maalesef katı, hoşgörüden yoksun ve şiddet yanlısı gibi algılanmaktadır. Özellikle böyle ortamlarda, Rasûlülülah’ın gülen yüzünü, nezaketini, sekinet ve huzur bahşeden ılımlı tabiatını ve müsamahasını kendimize karakter edinmemiz gerekmektedir. Onun kimseyi incitmeyişini: insanlara olan ilgisini ve onlara ön yargısız yaklaşımını; muhataplarına hiç ayırmaksızın yakın ve candan oluşunu ve onların sırf gerçek iyiliğin hedef alışını kişiliklerimiz de yeniden canlandırmamız lazımdır. Zira çağdaş dünyaya Allah’ın dinini anlatabilmek için, buna psikolojik ve stratejik anlamında büyük ihtiyacımız vardır. İslamın gerçek çehresi ve Rasûlüllah’ın örnekliği ise haddizatında böyledir.

Müsamaha, sözleşmelerde ve haklarda olmak üzere iki türlüdür.

Sözleşmelerde müsamaha, hile ve aldatmadan uzak olarak karşı tarafa kolaylık sağlamaktır. Haklarda müsamaha da iki türlüdür: Hallerde müsamaha ve mallarda müsamaha. Tartışmadan uzak durmak, öne geçme yarışını terk etmek. Çünkü nefisler bunu çok ister. İnatlaşma da en çok burada görülür. Kişi burada müsamahalı olur ve yarışmazsa bununla en güzel ahlâkı seçmiş olur. [4]



[1] Al-i İmran sûresi, 3/159
[2] Hicr sûresi, 15/85.
[3] Maide sûresi, 5/13.
[4] Edebü’d-Dünya ve’d-Din, Maverdi, s.331.


 
BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:
http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=672
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder